hiçbir zaman masanın üstündeki hoplayıp zıplayan çılgın olamadım. olmak istedim; ama olamadım. her zaman masanın altında, müziğe bacağıyla tempo tutan çocuk oldum ben. nedense herkes beni izliyor psikolojisine sahibim. bu psikoloji megolamanlıktan mı, eziklikten mi kaynaklanıyor, bilemiyorum doğrusu. yolda yürürken yaklaşan otobüsdeki herkesin bana baktığı, ya da yanlış yolda gittiğimi fark edip, geri dönmeden önce telefon gelmiş numarası yapmak zorunda hissetmem ile aynı duygu olsa gerek.
hayatımın en cafcaflı dönemleri olan üniversite yıllarımda, o masanın üstündeki çocukla ev arkadaşlığı yapmıştım. allah cezamı verecekti bir kere. engelleyemiyordum. veriyordu. müthiş bir ortamın içine düşmüştüm. eve gidip gelen kızlar, yemek yapmalar, xbox partileri, cafe ortamları, kalabalık arkadaş grubu, sıfır yalnızlık ve en son olarak da disko...
dans etmeyi bilmezsin. kendini ortaya atmayı sevmezsin. ne işin var orada? zirve merakı böyle bir şey. zaten ne gelirse meraktan...
saçlar jölelenir. ödünç gömlek giyilir. ödünç parfüm sıkılır. ödünç kız kola takılır. artık şeytanın bacağı kırılacaktır. o masanın üstündeki çılgın olunacaktır. zincirler koparılacaktır. diskonun teşfiksel atmosferi libidoyu yukarılara taşımıştır. tabii biraz cesaret lazım. etrafı unutmak lazım. bir bira, bir bira daha. yetmedi bir daha. hafiften bacak ritimleri başlar. ısrarlar, çekiştirmeler, halay psikolojisiyle "ölümü gör" demeler. tabii bendeki keçi inadı kırılmaz. gece boyunca arkadaşlarım eğlenirken çantalarına göz kulak olan adam ben olurum. hayır, bi'de o kadar gururluyum ki kendimi fatih'in fedaisi sanıyorum. masaya yaklaşan yabancılara iki parmağımla gözüm üzerinde işareti yapıyorum. kendimden eminim. sonuçta yılların tecrübesiyim.
hayatta dans eden mutlu insanları izleyen mutsuz insandan daha aptal biri olamaz.