okur yazar köşeniz, direngen bir yaşam http://www.direngen.com
Haklarında:
"gazete ve dergilerin eski önemini yitirdiği, televizyonun iktidarının internet karşısında aciz kaldığı bir dönemden geçiyoruz. her türlü bilgiye internet ortamında ulaşma imkanımız var. bu bir çılgınlık
tek bir tık ile kitlelere ulaşabilme imkanı bulabildigimiz bir ortamda, belki bir kağıdın kenarına iliştirilen bir not, belki öncelikler sebebiyle elimizde biriken okuyucusuna ulaşamamış yazılar var biryerlerde. çıkartın sandıklarınızdaki kelimeleri. belki yazmak isteyip de fırsat kolladığımız zamanlar olmuştur fırsatsızlıklardan yakınılan kelimeler şurda dursun, işte bir fırsat!
yazdıklarımızı okutmak, yazılanları okumak için bir fırsat direngen. i̇natçı demektir kendisi, en azından kelime arkadaşları öyle diyor türk dil kurumunda ona direngen, dirençtir, inattır, yaşamdır. belki hiç doğmamış bir kitabın adıydı direngen gelecek ne getirir neler götürür, yıl kaç olur, aylardan hangi aydır ölüm bilinmez ama tarih yazsın 03.12.2010 diye. doğum yerini burası belledik biz direngenin.
söyleyecek sözü olanların yazdığı, söyleyecek sözü olanlarda kendi sözlerini arayan okuyanları etrafında barındıran direngenin ailesiyiz biz.
okur yazar girişinin kapısını arala. çek bir sandalye, içeride senin de bir köşen olsun.
direngen bir yaşama hoş geldiniz"
okunulası yazarlar ve şairlerin bulunduğu bir internet kültür sitesi. başarılı bir o kadar da her kesime hitap eden bir dil kullanılmış yazılarda ve şiirlerde; şiddetle tavsiye etmekle kalmayıp sükunet içerisinde siteye girip yazıları ve şiirleri okumanızı tavsiye ederim. oktay yılmaz ve müslüm çizmeci iyi iş çıkarmışlar; iyi iş çocuklar sevdim sizi gençler tarih sizi her zaman affedicektir... cut.
Arnavut kaldırımı yosunlu gecelerin minik yüzleri,
Mağrur ve suçlu
Kirli şehrin parlak gözleri.
Islak kirpikler, hoyratlığın altında…
Şehir soğuk, şehir yağmacı.
Ve içinde yaşayan kimsesiz,
Sadece 7-9-10
Ve
Çekim delisi huzursuz faaliyetler yığını gündelik işleri,
One night stand
Arsız hayatın masum kırmızı iplikleri
Dar sokaklar, ıslak yataklar
Ve
Mor halkalı, şiddetin gölgesi, çırpınışın haklı mücadelesi
anne
iç, söv, gel, döv, öldür
Ve
Ve 4 "... ...!"
Ve 5 "... ...!"
Ve 6 "... ...!"
Ve
Ve
Ve
...
...
.
.
.
--spoiler--
yazmak kelime anlamı olarak söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak anlamına gelmektedir. kimisi için haz almaktır yazmak, tıpkı ömer seyfettinin de dediği gibi büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum. bazen bir adres yazar insan, bazen yazar olarak görev yapar. yazı ile bildirip, haber vermek için de kullanılır bu eylem. bir bilim veya edebiyat eseri oluştururken de ihtiyaç duyarız ona. sayaç vb. sayılarla niceliği belirtmek için de kullanırız. çocuğu okula yazdırırken de karşımıza çıkar yazmak kelimesi. o delikanlıyı polis yazmışlar diyerek görev edindiğimiz de olur, insanın geleceğini belirlemek için yazan böyle yazmış dediğimiz de. argoda ifade şekliyle bir erkeğin bir kıza yazdığı da görülmüştür, aynı kızın o erkeğe yazıldığı da
kayıt anında kullanırız ya da çıktısını alırken. Kıyafet değiştirip bambaşka bir halde düşeyazmak şekline bürünüverdiği gibi, sofra bezini yazdığımız zamanlarda sofrayı kurarken de karşımıza çıkabiliyor yazmak kelimesi. hamuru da yazarız, kâsemizi de! büyüyü ifade eder mesela, büyü de yazılır. örneklerini çoğaltmak mümkün ama burada asıl önemli olan türkçenin bu zenginliği karşısındaki tahribatımız, özensiz kullanımlarla yıpranan dilimiz bu zenginlik karşısında bizi acizleştirmiyor mu?
ilhan berk için yazmak bir cehennemdir. mesela. yazacak çok şeyi olup kalemi eline aldığında silahını çeken bir asker kadar onu hünerli kullanmak elbette ustalık gerektirir ve yazmak bir cehenneme dönüşebilir. ya da yazacak hiçbir şeyi olmayandır cehennemin kendisi belki de asıl cehennem yazamamaktır. oysa kendime susamadığım zamanlar yazarım ben.
insan yazmaya başlayınca içindeki hüzünle de dost olur mu bilinmez ama yalan söylerken de yazdığımız çoğu taklalarımız olmuştur, yazma, bırak bu işleri diye çıkışırız çoğu kez.
yazmak kelimesini aslında ne kadar çok kullandığımızın ne kadar farkındayız acaba? peki hayatımızda fiili olarak sürekli tükettiğimiz bu durumu yazmak ne demektir? diye etrafımızdakilere sorarsak bir çırpıda cevap verebilen kaç kişi bulabiliriz sizce?
bence yazmak, ölmeyi öldürmektir. ölüm hangi şairi öldürmüştür, ölümsüzlüğü yakalayan hangi düşünür bunu hangi yolla sağlamıştır, kayıtlara geçmeyen hangi tarih gerçekliğini korumuştur
ölü ozanlar derneği filminde robin williamsın destansı bir performansla canlandırdığı ingilizce öğretmeni john keating içimdeki barbarca çığlığı dünyanın çatısından haykırıyorum. kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir. millet, kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. çünkü ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar zor olur. thereau demiştir ki:çoğu insan hayatını büyük bir çaresizlik içerisinde geçirir. siz böyle olmayın! bırakın bunu! gibi sözlerle vurguluyor yazmanın önemini.
önce yazmaya özendireceksin. sonra kendi sesini bulmasını sağlayacaksın. yazar okuyacak didinecek, kendi sesini arayacak, hep daha iyiyi amaçlayacak, düşünecek, hayatı analiz edip kağıda dökecek kitap yazacak, okutamayacak. dağıtın diyecek, dağılın diyecekler. onun hakkında öyle yazma şöyle yaz diyecekler, sus payın olacak. sen çok yazdın geç biraz içerde yat dinlen bakalım diyecekler hadi koçum, aslansın, sen yazarsın diyenler meğer hakkaten yazıyorlarmış onu göreceksin!
oldu! başka işim yoktu zaten, bir de bunları düşüneceğim öyle mi? üstelik parasal değere dönüşmesi çok zor bir alanda hep daha iyi yazıyı, düşünceyi bulmak için didinip duracağım! üç kuruş olursa ona, o da olmazsa keyiften yazacağım öyle mi? huzurlu dünyama huzursuzluk vaat ediyorsun yani! sen benim hayatımı cehenneme mi çevirmek istiyorsun? deli misin ilhan berk!
-evet, yazmak deliliktir aslında.
bir insan kendi sesini nasıl bulur? yiğidin yoğurt yemesi gibi bir şey mi bu? çok gerekli midir kişinin kendi sesini bulmaya çabalaması? yazmak bir ihtiyaçtır, zorunluluktur. hava gibi, su gibi olmazsa olmaz bir eylemdir. hayatla derdi olan insanın yapacağı iştir. görev verilmeden görev edinmektir yazmak. iyi bir yazı birikerek ve zamanla yolunu, sesini bulur. herkes yazmak zorunda değildir elbet ama herkes okumak zorundadır, okumayan yazamaz çünkü, düşünemez, itiraz edemez, hakkını arayamaz, kültürel besinini alamaz. mesela sait faik delirmemek için imdat çekici olarak kullanmıştır bunu
kılıçlarınızla alamadıklarınızı kalemlerinizle alabileceğiniz bir silahtır yazmak. özgürlüğü tutar gibi sıkı sıkı sarılırsınız ona. sevgiliye sarılır gibi. biteni vardır, bir insanın tükenişi gibi tükenir, dokunur açarsınız onu, yeniden dirilir. bir insanı yontmak gibi yenilersiniz kaleminizi. tükeneni de vardır, gücü tükenen bir insan gibi destek olursunuz paranızı paylaşırsınız ya da dostluğunuzu, öfkenizi belki kendine gelir dirilir. mürekkebi olursunuz kaleminizin, sesiniz olur avuçlarınızda.
ciddiyetle yazmalı insan, yazmanın zahmetinden en ufak bir taviz vermeden freudun en eski mektuplarından birinde emil flussa dediği üzere, onları saklayın, destekleyin, koruyun, ne olacağı bilinmez notunu altlarına düşerek tarihe hediye edercesine iyi bakın yazdıklarınıza. sözün uçtuğunu, yazının kaldığını bilerek yazın.
birbirimizi dinlemeye ne kadar tahammülsüz olduğumuzu görüyorum. bir düşüncenin diğer düşünceyi dinlemekten çok ezmeye çalışmak gibi bir üstünlük çabası içinde olduğunu görüyorum. kimsenin birbirini dinlemeye vakit ayırmadığı dünyada, günden güne herkesin teslim olduğu kaçınılmaz durumu ifade ediyor artık yazmak. karşında bir şeyler anlatmaya çalışanı sessizce, bölmeden, pür dikkat dinlemenin bir hüner olduğu günleri yaşıyoruz. oysa dinlemek doğal bir özellik olmalıydı ama nesli tükenen her şey gibi dinlemek de bulunması zor bir hüner olarak hayatımızda artık. yazmak bu yüzden de bir ihtiyaç.
hayatımızda bizimle iç içe olan ama yazmaya başlamadan tanımlayamadığımız o kadar çok kavram var ki, bahsi geçtiğinde yazmak yazmaktır işte demekten öteye gitmiyor ifade çabamız ve yazmaya başlayınca da bambaşka bir şey çıkıyor ortaya. kadraja giren görüntünün kendini ifade şansı doğuyor bir nevi.
yazmak spor yapmaktır, beynimizi zinde tutar. kalemle kağıtta yürüyüşe çıkmaktır. dilini kaleme dolamaktır. kiminin yarasına merhem, kiminin merheminin yarası olan kelimeler vardır. douglas adamsa göre oldukça kolay bir eylemdir, tek yapmanız gereken alnınız kanayana kadar boş bir kağıda bakmaktır..
bir dünya yaratmak, ütopyası size ait düzenin tanrısı olmak, kaderini sizin yazdığınız ancak her bir kalem oynatmanın arkasından neyin geleceğini de merak ettiginiz o belki de saliselik duygu için bile yazmaya değen anlar vardır.
hayallerinizi yeryüzüne indirebilirsiniz. yazmaya başlamak için bir kalem ve bir kağıttan fazlasına ihtiyacınız da olabilir. ama yazmaktan korkmayın.
yayımlanmamış olmasının hiç önemi yok. bu iş soluk alabilmek için yapılır.
samuel beckett
mürekkebiniz bol olsun...
Elma yok mu? çilekli şeftali de olur.
-olabilir.
ama ben bu hikayeyi yazmayacağım.
.
kumsalda bir ayna yosunlar sarılmış ahtapot kollarına, ağır ve tek başına. yoo, yanlış anlamayın sakın! şayet ben burada, sizlere bir hikaye yazmıyorum. gerçekten. kahve yapıyorum. evet evet sadece kahve yapıyorum ben. hemde sütlü orta şekerli bir balık kahvesi. oturup aynanın karşısına içelim diye, kumsalı kana kana.
yüzüyorum arada. uçuyorum aslında, her kulaçta. ne de olsa yüzmek ile uçmak aynı değil midir?
- meçhul
ama neden canım, ikisinde de yaşanan hayatlara en tepeden bakmıyor musun? uçamayanlar yüzmeli bence. yalnız sakın ha, söyleyelim onlara unutmasınlar yüzerken aynalarını ellerinde, neme lazım sonra balıkcıklar görüpte kendilerini, anlarlar birer yemekten ibaret, rakıda da balık olduklarını. aman! üzülürler filan. yazık. dikkatli olmak gerek tabi.
nesimi? ne diyordum ben? ha, evet uçmak ile yüzmek aynı şeydir deyip duruyordum en düz mantığından. halbuki ikisinde de dünyalarına en tepeden baktığın başrol karakterlerinin sinirleri vardır. tabii canım, balıklar da sinirlenir, olta takılınca ağzına.
hadi balıkcıklar bağıralım en baştan?
elma yok mu? çilekli şeftali de olur.
Unutmak; Unutmak o kadar zor ki; Eskiden unut gitsin derdin ya keşke şimdi de diyebilsen; insanın hayalleri, umutları, beklentileri vardır hepsi bir çırpıda yok olur. Keşke onu görmez, tanımaz olsaydım dersin; Onu tanıdığın güne lanet edersin; Ne kadar lanet etsende o sevgi hep içinde vardır, geçmezde; Sen unut diyordun ya; Unutmak gerçekten çok zor; Kalbime bir hançer gibi saplandın onu çıkarıp atamıyorum. Çıkarmama, söküp atmama yardım et; Beni bu amansız dertten kurtar; Her gün bu acıdan yanmaktansa bir kere yanar insan daha iyi; Seni bana bağlayan ne? Gülüşün mü? Konuşman mı? Duruşun mu? Sen hep unut derdin ya yine aklıma geldin. Ben seni unutamıyorum; Seni gördüğüm güne lanet ediyorum.
Kış uykusundan uyanırcasına
bu rüyadan uyanmak istiyorum.
Duyduklarıma, gördüklerime kendim bile inanmak istemiyorum.
Kiminle vaktimi geçirmişim kendime inanamıyorum.
Gururumu bir kenara atıp,
tüm benliğimle sana açılmışken
senden bunu hiç beklemezdim.
Seni göklere çıkarmışken
hiç beklemediğim anda
gözümde yerle bir oldun.
Sen kıymet bilmedin
ama ben yinede sana kötü diyemiyorum.
Gönlüme söz geçiremiyorum.
Eskiden ne kadar masumduk. Büyüdük ve kirlendi dünya. Düşüncelerimiz, fikirlerimiz kirlendi. Eski saflığı kalmadı. Çocukluğumuz ne kadar güzeldi. Saf, temiz kalpli düşünürdük; Şimdiyse bütün düşüncelerimize cinlik, bir kurnazlık girdi;
Keşke hepimiz aynı kalabilsek; Çocuk saflığında; Gerçekten çok yalanla doldu dünya; iki kelimeden biri yalan; Kendini çocuk saflığından bozmayan insan kalmadı dense yeri; Ah çocukluk yılları; El değmemiş, taze gonca güle benzeyen çocukluk; Keşke çocuk kalabilsek, saflıkla.
Hayat hiç anlamadığın zamanlarda seni sevindirir, hiç anlamadığın zamanlarda da üzer. Üzülürsün keşke yanında olabilse istersin; Ama dönüşü olmayan yola gitmiştir; Bir daha hiç dönüşü olmayan yola;
Fotoğraflardan özlem gidermek istersin ama olmaz, içindeki acıyı dindirmeye yetmez; En sıkıştığın zamanlarda yanında olmasını istersin; Elini tutacak sıcacık bir yürek olsun istersin… Başın dara düştüğünde ona anlatmak istersin içinden geçenleri; Ama o artık senin yanında yoktur, bir daha da geri gelmeyeceğini bile bile istersin işte; Üzüldüğün de, heyecanlandığın da, sevindiğin de o artık yoktur; O seni artık gökyüzünde yıldızların arasından izleyecek,derdine derman olacaktır;Sonsuzluk kervanına ait olmuştur çünkü o artık; Sonu bilinmeyen bir yolun yolcusudur; Arkasında onu sevenleri gözü yaşlı bırakmıştır artık; Keşke hayat acı tarafını bize bu şekilde göstermese; Sevdiklerimiz yanımızda olsa.
Duygulara yenik düşmekle başladı her şey. El-pençe olunması istendi, ele geçirildi bir bir düşler..
Biri 20'li yaşların başındadır, diğeri ise 20'li yaşların sonundaydı. Biri aydınlığa çevirmişken yüzünü, diğeri hep hile hurda peşindeydi. Riya ve ince çizgisi olaya hep hakimdi... Boyalar çalındı, birlikteliğe. Şak-şakcılar fırsat kolladı söz sahibi olabilmek için. Şedit kader hep tetikteydi... Anlık heveslerin kurbanı olmamak adına hep bir direnme hep bir protestlik vardır küçüğün kanında. Biri gidiş yolundayken diğeri hep dönüş yolundaydı...
Çark böyle dönerdi,
Böyle işlerdi hayat...
içten içe tezat...
Oyunlar zıtlık üzerinden hakimiyetini kurardı iki gencin üzerinde. Biri sever, diğeri sever gibi yapar.
"Bırakma beni" cümlesini her gün daha çok dile pelesenk eder diğer genç... Saatler günleri kovalar, günler haftaları, haftalarsa ayları. "Bırakma beni" sözlerinin anlamı bir bir değişir. Sıkılganlık başlar. Gerekçesi, hayat!
"Gitmek" kelimesi var olur yoktan. Bakışlar etrafa dağılır. Sis yeri olur yeryüzü, görmemezliğe başlanır hatalar. Yine de sabır vardı, bitişlere oynamak ağır bastı...
"Kaybetmek" tanımı girdi peşi sıra işin içine. Peydah oldu, korku! Terk ve etmek kelimesi birleşti yazgılarında... Sonucu düşünülmeden başlanan bir oyun gibi iflas bayrağını önce kaldırdı, sevgi... Yok oldu birliktelik. Mülga oldu sevgi... Mesnetsizmiş sevgili...
Asılsız kalplerde bir kıçlık yer bulabilmek için, savaş açmaktı; sevgi.
Tam sudan çıkarken, su yutmak gibi.
Sevgiye doyarken, gidişin gelmesi gibi;
Boğazında düğümlenmekti aşk,
Tek lokma...
Belki de tanıma kapalıydı...
Ezberciliğe düşman...
izah ettirirdi ama, yine de ezberlettirdi.
Mıh gibi işlerdi benliğe...
"Sev, sevin, sevdir" üçlüsünden ibaret değildi,
Yanılgıydı kalplerde var olmak.
Kesinlikle; acıydı.
inanmak,
Düşünmek,
Yazmak,
Dinletmek,
Eylemleriyle ters düşüldüğünde düşmanlık başlardı. Kılıçını kuşanan yaşam, adımızı ağzında paralar, can yakardı...
Zaman ilerlerdi... Saat gongu 22:30'u gösterdi. Çevrildi bakışlar tekrardan zamana; 30 dakikada kaybetmek nasıl bir şeymiş tanımı yapıldı... Biri 20'li yaşların başında öldü böylece diğeriyse sonlarında... Vebali ise, kaybetmekti...
ilk etkinliklerini gerçekleştiriyorlar. Okuma atölyesi kurup yaşar kemalin mübadele dönemini anlatan ada hikayesini sesli bir şekilde bölüm bölüm sırayla okuyacaklarmış. insanları okumaya ve yazmaya teşvik etmekle kişisel çabalarını gösteriyorlar. izmir'de yıllardır adını yaşatabilmiş dıgıl sanat kafeyle ortak bir etkinlik gerçekleştireceklermiş. Bu da etkinlik şeysi...