"Doğanın ve sebeplerin bilgisine yaklaşmak için attığımız her adımda Tanrı fikri de azamet ve yücelik kazanıyor: Bilimde ne kadar ilerlersek Tanrı da sanki o denli büyüyor ve öteye gidiyor. insanbiçimcilik ve putçuluk, insanlığın havsalasının toyluğunun zorunlu bir sonucu, çocuklara ve şairlere özgü bir ilahiyattı. Bir ahlak ilkesi yapılmadığı sürece ve eğer kanaat özgürlüğüne saygı duyulacaksa zararsız addedilebilecek bir hataydı bu ilahiyat. Fakat Tanrı’yı kendi imgesine göre yapan insan, daha sonra onu sahiplenmek de istedi. Ulvi Varlığı çarpıtmakla yetinmeyip, ona kendi mirası, malı, putu gibi muamele etti. Korkunç kisvelere sokulan Tanrı, her yerde insanın ve devletin malı haline geldi. işte yaşam biçimlerinin din tarafından yozlaştırılması böyle başladı ve kutsal savaşların ve bağnaz nefretlerin kaynağında bu vardır. Çok şükür herkesi kendi inancında serbest bırakmayı öğrendik; dinin sınırları dışında ahlaki kurallar arıyoruz. Tanrı’nın doğası ve özellikleri, ilahiyatın dogmaları, ruhların selameti ile ilgili hüküm vermeden önce, vakarla bilimin neye inanıp neyi reddetmemiz gerektiğini öğretmesini bekliyoruz artık. Tanrı, ruh, din, sonu gelmez tefekkürlerimizin, en vahim dalaletlerimizin, en feci sorunların değişmez konusu oldu. Bu sorunların çözümü her zaman denendi ve hep eksik kaldı. Bütün bu konularda hâlâ hataya düşebiliriz, fakat hiç değilse hatalarımız artık zararsızdır. inanç özgürlüğü ve dünyevi-dini ayrımıyla birlikte, hiçbir yasa, hiçbir siyasal ve medeni kurum dine dayandırılamayacağı için dini düşüncelerin toplumun gelişimi üzerindeki etkisi artık bütünüyle olumsuzdur."
Pierre-Joseph Proudhon