dinin geliş amacı neydi

    16.
  1. Dinin geliş amacı yaradanın adalet taksimini duyurmaktır. Doğru din hayatın ta karşılığıdır.
    4 ...
  2. 3.
  3. din, insanın dünyaya geliş amacının yani nasıl bir hayat sürmesi gerektiğinin onu yaratan rabbi tarafından belirlenen kurallarıdır.
    uyan hem dünyada hem ahirette mutluluğu yakalar.
    bu tür soru soranların dem vurdukları "dünyadaki kötülükler" bahsine gelince;

    allah(c.c) derki:

    "insanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır."(rum:30 - diyanet meali)

    ve

    " Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, o zaman da insan pek nankördür."(şura:48 - Diyanet meali)

    vesselam...
    4 ...
  4. 18.
  5. " Allah ın peygamberine savaşmaksızın kazandırdığı mallar Allah a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın diye Allah böyle emretmiştir. O peygamber size ne verdiyse onu alın neyi yasakladıysa ondan da sakının "

    Haşr 7.

    Ayet güncellendiği zaman bal gibi de milli gelirin nerelere harcanacağı konusu ortaya çıkıyor.

    Lakin günümüzde namazında, oruncunda; takkeli, cübbeli kişiler" ver Allah ın verdiğine vur Allah ın vurduğuna " adaletiyle; fakirden, yoksuldan, yetimden, yolda kalmıştan vergi alıp dev patronlara yatırım yapması için hibe veriyorlar. Biz ne yapalım?

    iktisat ve hukuk ayetleri direkt mana da gerçek hayata "şak" diye otururken iş fıkıha ve tefsire girince mana kül oluyor.
    Bu durum ise islam dünyasının daha çok sürüneceğini, ortaya birşey koyamadığı için tebliğde gerileyeceğini gösteriyor.
    Diyanetin, tarikatların ve cemaatların tanımladığı din hayatı karşılamıyor, bizzat müslümanları hayattan koparıp ruhbanlaştırıyor. Meydanı gayrimüslimlere bıraktırıyor.
    3 ...
  6. 4.
  7. insanların dünyayı anlamlandırma, toplumları sorunsuz şekilde işletmesi için kurulmuş saçma kurallar bütünüdür. bir amacı var tabi, boşuna kuruldu demiyoruz ama artık gereksinim yok çünkü ilkel aklın kalıntıları kendini aşmış vaziyette. uhrevi safsatalar ise hiçbir zaman bir şeyleri açıklamış değildir.
    2 ...
  8. 5.
  9. Bir deistin doğumuna hoşgeldiniz.
    2 ...
  10. 9.
  11. yoruma açıktır.
    bir psikolog, dinleri araştırmış, ve var oluş amacını anlatmak yerine şu cümleyi kurmuştur:
    "dinler o ya da bu şekilde var oldu. benim tek emin olduğum şey, din var olmasaydı bile bizim onu icad etmemiz gerekecekti."
    2 ...
  12. 21.
  13. insanların sorgulama mekanizmasını yok etmek ve dönemin hakim otoritesine itaati saglamaktı.
    1 ...
  14. 8.
  15. Allah bir şeyi yaratırken hayırlı neticeler vermesi için yaratmaktadır. Kainattaki düzene baktığımızda hiç bir eksikliğe ve başıbozukluğa rastlanmamakta ve kainattaki düzeni gören her akıl sahibi Allah'ın büyüklüğünü tesbih etmekten kendisini alamamaktadır.

    Ancak insanlar, kainatta yaratılan bu hayırlı şeyleri kendi iradeleriyle şerre çevirebilmektedirler.

    Mesela ateşin yaratılması hayırdır. Ancak bir insan gidip elini ateşin içine sokarsa, ateş o insan hakkında şer olmuş olur. Halbuki Allah ateşi, insanlar onunla ihtiyaçlarını görebilsinler diye yaratrmıştır. Ancak o insan kendi iradesiyle elini ateşe sokmuşsa artık, "Allah neden bu ateşi yaratmış, neden bu ateş benim elimi yaktı, Allah neden buna müsade etti?" gibi bir iddiada bulunmaz. Çünkü Allah'ın kainatta koymuş olduğu kanunlar vardır. Ona riayet edersen menfaat elde edersin, riayet etmezsen zarar görürsün. Bu misaller çoğaltılabilir.

    insana gelince, Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile Allah insanları kendisine ibadet etsinler diye yaratmış ve kötülüklerden, fuhşiyattan, azgınlıklardan uzak durmasını emretmiş ve buna uymayanları şiddetli bir azabla cezalandıracağını buyurmuş ve yüz binden fazla peygamber göndererek insanları her hususta ikaz etmiştir.

    Ancak vazifesini yapmayıp ve bu emirleri dinlemeyip hiçe sayan insanlar, elbette bu yapıklarının cezasını çekecektir.

    Allah'ın bu dünyada kötülüklere direkt engel olmaması ise, imtihan dünyasında olmamızdandır. Bu dünya bir imtihan salonudur ve yanlış yapana da doğru yapana da müsade edilmiştir. Eğer yanlış yapanlara müdahale olmasaydı bu imtihan salonunun bir anlamı olmazdı.

    Sevap işleyenlerin başına güller saçılsaydı ve günah işleyenlarin başına da dikenler atılsaydı, artık bu dünya bir imtihan salonu olmaktan çıkacaktı.

    Musibete uğrayan kişiye gelince, bu musibet netice itibariyle o insan hakkında rahmet olacaktır. Eğer günahları varsa onlara keffaret olacaktır. Günahı yoksa gelecekte işleyeceği günahlara keffaret olacaktır. Ayrıca başına gelen bu musibetler belki de onun cennete gitmesine vesile olacaktır. Yani Allah o musibetzede kuluna rahmetiyle muamele edecek, vereceği mükafatlar o musibeti hiçe indirecektir.

    Bizler olayların içyüzünü bilemediğimiz için, zahiren kötü olan bir olayı hemen kötüye yorumlayıp "neden bu böyle oldu, neden şöyle oldu" diye itiraz etmekteyiz. Elbette bela ve musibet istenilmez. Ancak geldiği zaman da isyan değil sabredip şükretmek ve mükafatını düşünüp "kahrında hoş lutfunda hoş" diyebilmektir. Bu kulluğun üst mertebesidir.

    Her musibet kahır değidir; her musibeti, her hastalığı yahut her felaketi mutlaka bir kahır tecellisi olarak görmemek lâzım.

    Bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:

    “Belâların en büyüğü peygamberlere, sonra evliyaya, sonra diğer has kullara gelir.” (bk. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:519;Hâkim, el-Müstedrek, 3/343; Müsned, 1/172, 174, 180, 185, 6:369)

    https://sorularlaislamiye...nyadaki-kotuluklere-neden
    1 ...
  16. 1.
  17. 13.
  18. Allah'ın adaleti er ya da geç mutlaka tahakkuk eder, kimsenin yaptığı yanına kalmaz.

    Öyle ise kimse gücüne, kuvvetine, zorbasına ve dayatmasına güvenerek kötülüğe yönelmesin. Unutmasın ki, Allah (imhal) eder, ama (ihmal) etmez. Yani mühlet verir, tövbe etmeyi bekler, ama asla yapanın yaptığını yanına bırakmaz. Bir de bakarsınız ki, gücüne kuvvetine güvenerek zulüm ve haksızlık yapanlar güvendikleri gücünü de kuvvetini de yitirmiş, yaptıklarının karşılığını görecek güçsüzlüğe düşmüşler, adalet yerini bulmaya başlamıştır.

    Bu tespitimizi mesaj yüklü tarihî bir olayla da netleştirelim isterseniz.

    Abbasilerin beşinci halifesi Harun Reşid, sarayının bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Yaprağı, kokusu, görünüşüyle dikkatini çeken gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir:

    -Bahçeye her geldiğimde bu güle bakarak dinleniyorum. Bunu özel korumaya al, suyunu sık ver, yapraklarını tezden dökmesin.

    Bahçıvan üzerine titremeye başlar gülün. Ne var ki, bir sabah bahçeye gelen bahçıvan bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini de gagalayarak yere düşürmüş, tek yaprak bırakmamış gülün başında. Telaşla koşar halifeye:

    -Sultanım der, üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, tek yaprak bırakmamış gülün başında.

    Tecrübe sahibi halife telaş etmeden cevap verir:

    -Üzülme efendi üzülme, der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz.

    Rahat bir nefes alan bahçıvan işine döner. Bir gün bakar ki, bir yılan yaprakları düşüren bülbülü yakalayıp ağzına almış, yutmak üzere otların arasında kayıp gidiyor. Heyecanla yine halifeye gelir:

    -Sultanım der, yaprakları yere düşüren bülbülü bir yılan yakalamış, götürürken gördüm. Sultan yine telaşsız:

    -Merak etme efendi der, yılanın yaptığı da yanına kalmaz.

    Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken otların arasında yılanı görür. Hemen elindeki küreğiyle darbe üstüne darbe indirerek yılanı orada öldürür. Sevinçle geldiği halifeye de durumu anlatır:

    -Sultanım der, bülbülü yakalayan yılanı ben de bahçede otlar arasında yakalayıp küreğimle öldürdüm.

    Harun Reşid yine sakin:

    -Bekle efendi bekle der, senin de yaptığın yanına kalmaz.

    Nitekim çok geçmez bahçıvan da rakip gördüğü bir başka bahçıvanı döver, hatalar yapar. Yakalayıp halifenin huzuruna çıkarıp cezalandırılmasını isterler. Halife emrini verir:

    -Atın bunu zindana!

    Yaka paça zindana doğru götürülürken geriye dönen bahçıvan şunları söyler:

    -Sultanım der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz dediniz, onu yılan yuttu. Yılanın yaptığı yanına kalmaz, dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, beni de sen zindana attırıyorsun. Herkesin yaptığı yanına kalmıyor da senin yaptığın mı yanına kalacak? Demek sana da bir yapan çıkacak. Öyle ise der, gel sen bana yapma ki bir başkası da sana yapmasın!..

    Bu değerlendirmeyi tebessümle dinleyen Harun Reşid, 'Doğru söyledin bahçıvan.' diyerek emrini verir:

    -Bırakın bahçıvanı, çiçekleri sulamaya devam etsin. Derler ki:

    -Yaptığı yanına kalır.

    -Hayır, hayır der, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Daha ağır şekliyle ahirette ödemeye tehir edilir. Ama gafil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kaldı sanırlar...

    -Evet. Kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yanına kaldı sanılanlar daha ağırıyla mahşerde ödemeye tehir edilirler. Ne var ki, gafil insanlar bunun farkına varamaz da yaptığı yanına kaldı sanırlar.

    Ne dersiniz, yaşananlar da bunu mu gösteriyor? Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, keşke yapmasaydık mı diyorlar şimdi?

    Velhasıl, Allah'ın koyduğu kanun değişmiyor, kimsenin yaptığı yanına kalmıyor.

    "Fatebiru ya ülil ebsar!" ibret alın ey basiret sahipleri!

    Cenâb-ı Hak Âdil’dir; yani adâlet sahibidir. Adâletle iş yapar, adâletle muâmele buyurur, haksızlık ve zulüm yapmaz. Allah ne hükümlerinde, ne emirlerinde, ne kahrında, ne gazabında, ne celâlinde, ne cezâsında zulmetmez; her işinde ve her fiilinde mutlak adâlet sahibidir. Âdil-i Hakîm olan Rabbimiz, adâletinin gereği olarak insana, sevaba ve cezâya esas olacak bir ihtiyar ve irâde vermiş, insanı irâdesinde hür bırakmış; ama mes’ûliyeti de omuzuna yüklemiştir.1 Âdiliyet tabirinin Cenâb-ı Hakk’ın hem ismine, hem fiiline, hem sıfatına, hem de şe’nine (mukaddes hâllerine) işâret ettiğini beyan eden2 Bedîüzzaman Hazretleri, zâlimin de mazlûmun da rûhunu alarak her ikisini de eşitleyen ölümden sonra; Allah’ın adâletinin zorunlu bir gereği olarak Mahkeme-i Kübrâ kurulacağını, hakkın yerini bulması bakımından Âdil isminin âhireti ve haşri ispat eden isimlerden olduğunu kaydeder.

    http://www.fikih.info/dun...serde-adaletin-tecellisi/
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük