Vaktiyle "köylü"lülüğü aşamamış yoksul halk yığınlarından kopuk görünmek istemeyen varlıklı kişiler bile; olduklarından daha mütevazı bir izlenim yaratmaya, özel arabalarından "bizim külüstür Düldül" diye söz etmeye özen gösterirlerdi.
Adam başına düşen ulusal gelir birimindeki artışlar da dahil, çeşitli etkilerin esintisi altında, genel bir burjuvalaşma sürecine geçilmesiyle; hem "sonradan görme"liğin havalı hödüklüğü, hem olduğundan daha zengin görünmenin cakalı şişinmeciliği, hızla yaygınlaşmaya başladı.
* * *
Adamın biri, çoktandır görmediği bir dostuna rastlamış:
- Yahu kaç yıl oldu karşılaşmayalı Yusuf'cuğum, demiş; söyle bakalım nasılsın, nasıl gidiyor işler?
Eski dostu:
- Hemen şunu söyleyeyim ki, demiş; artık adım Yusuf değil, Özbiş. Özbiş adı, Yusuf'tan daha sosyetik. Nasıl mı gidiyor işler; olağanüstü iyi... Muazzam bir para kazandım; bıraktım çalışmayı malışmayı. Deniz kıyısında, iç içe salonları olan 10 odalı bir villa aldım. Sabahları önce denize giriyorum, sonra da verandanın üstünde yatıyorum. Öğleden sonra da, yine bir kez daha giriyorum denize, bir hayli yüzdükten sonra, verandanın üstüne çıkıyorum. Bazen geceleri de, şayet hava güzelse, verandanın üstünde uyuyorum...
Eski adıyla Yusuf'un, yeni adıyla Özbiş'in, yıllar öncesinden kalma arkadaşı:
- Kutlarım seni dostum, demiş; doğrusu harikasın...
Akşam eve dönünce de, karısına anlatmaya baylamış Yusuf'la nasıl karşılaştığını:
- Büyük paralar kazanmış, şimdi çok tatlı bir hayat yaşıyor... Kendisi de, karısı da adlarını değiştirmişler. Yusuf, daha sosyetik olan Özbiş adını almış; karısı Leman da, Veranda olmuş...
* * *
Dr. Ercan Alpagut'un anlattığı bir fıkra:
Büyük bir yapının üst kat inşaatında; biri italyan, biri ispanyol, biri de Belçikalı 3 işçi çalışıyormuş...
Bir öğle yemeği tatilinde italyan:
- Her gün pizza, her gün pizza... Bıktım artık her gün pizza yemekten, demiş; yarın da pizza gelirse, kendimi iskeleden aşağı atacağım...
Yanındaki ispanyol:
- Ben de, demiş; her gün paella yemekten usandım. Her gün paella, her gün paella... Yarın da paella gelirse, ben de atacağım kendimi aşağıya...
Belçikalı:
- Ben de midye yemekten usandım, demiş; her gün midye, her gün midye... Yarın da midye olursa, atıyorum kendimi aşağıya ben de...
* * *
Ertesi gün öğle yemeğinde italyana yine pizza, ispanyola paella gelmiş; Belçikalının ki de yine midye...
Öfkesinden deliye dönen italyan, atıvermiş kendini en üst kattan aşağı ve ölmüş. ispanyol da atmış kendini, o da ölmüş. Belçikalı, o da atmış kendini aşağı ve ölmüş o da...
* * *
italyan, ispanyol, Belçikalı; 3 inşaat işçisinin de cenazeleri birlikte kaldırılıyormuş.
italyan işçinin karısı, ağlıyor baygınlıklar geçiriyormuş:
- Ah keşke her gün pizza yapmasaydım, diye...
ispanyolun karısı da, hüngür hüngür ağlıyormuş:
- Keşke ben de her gün paella yapmasaydım, diye...
Belçikalının karısı, suratı asık, buz gibi duruyormuş.
Sormuşlar kendisine:
- Siz de her gün kocanıza midye göndermekten pişman mısınız, diye...
Belçikalı işçinin karısı, boynunu bükmüş:
- Bizimki, demiş; yemeğini her gün kendi yapardı...
* * *
Güvenlik kuvvetleri, gerçekleştirdikleri 98 operasyonda, "yasadışı silahlı çıkar örgütü" diye tanımlanan 39 çeteyi çökertip, 1000 kişi tutuklatmışlar...
Üstesinden gelinemeyen en belalı kaçakçı çeteleri; mafya-politikacı-bürokrat üçgeninden oluşan akaryakıt kaçakçılarının örgütlediği çetelermiş...
Ne var ki, işadamları da yakınıyormuş akaryakıt kaçakçılığından, politikacılar da, bürokratlar da...
Üst düzey emniyet görevlilerinden bazı uzmanlar ise, bunlardan bazılarının yakınmalarını buz gibi bir tavırla dinliyorlarmış.
Çünkü biliyorlarmış kaçakçılığı da bizzat onların yaptıklarını ve fırsat buldukça da yakındıklarını...
* * *
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
- istanbul'un trafik sorununu çözmek için, hazırlanmakta olan tünelli köprülü yeni planlamalar hakkında ne düşünüyorsun?
Hoca:
- Hani, demiş; bir bankadaki parasal olanakları ve "fleksibilite"yi göstermek için sık sık yayımlanan bir reklam var. Genç ve güzel bir hanım, genç bir beye bankanın "fleksibilite"sini anlatmak isterken; adamın önce bir ayağını ensesine götürüp koyuyor, sonra sağ kolunu sol kulağının arkasından ayağının üstüne; derken öteki ayağını da kaldırıp, onu da adamın ensesine öteki ayağının çaprazına yerleştiriyor ve sonra da geriye çekilip duruma şöyle bir bakıyor... Sanırım istanbul'un çeşit çeşit tünelli ve köprülü yeni planı da, bankanın reklamına taş çıkartacak sonunda...
* * *
Faruk Nafiz'den bir şiirle bitirelim yazıyı:
Gözlerim, gözlerinde dinlenirken eriyor;
Eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
Zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.
Yanında damla damla bittiğimi duyarım;
Yoklarım yerinde mi, yüzüm, alnım, saçlarım...
Bir göğüs geçirerek, derim ki yine varım,
Ama bir rüya gibi şimdi kaybolacağım.
Bir gün için, içimde neyim varsa alacak;
Varlığım bir su olup kabından boşalacak.
Benden sana hatıra yalnız şunlar kalacak:
Boş bir yağın, elbisem, gömleğim, boyunbağım.