ikisi de birbirini besler. iletişim bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyaç da çoğunlukla dil ile sağlanır. Bu durumun kültür boyutunu da unutmamak lazım ki bence bu hepsinden daha önemlidir.
ihtiyaç doğrultusunda insanlar onu ifade etmeye çalışır e bu da yaşanılan toplumdaki durumlarda ortaya çıkar sonuç olarak birbirini de etkilerler.
Çokta kesin bir çizgiyle evet belirler demenin doğru kabul edilmesi oldukça tartışmalıdır. Çünkü Eski Yunan döneminden bu yana süregelen "dilin mi düşünceyi yönetiği yoksa düşüncenin mi dili yönettiği" ikilemi, günümzde dil bilimcilerin yanında felsefe, antropoloji hatta gelişim psikolojisi gibi disiplinlerin cevabını aradığı sorulardan biridir.
Bu yüzden bu konu oldukça açıklama gerektirir. Safir/Whorf varsayımına göre kişinin konuştuğu dil ile o kişiin dünyayı nasıl algıladığı ve nasıl davarandığı arasında sistemli bir ilişki vardır. Öte yandan Eski Yunan döneminde Eflatun ve Aristo düşüncenin dili belirlediği ve dilin yalnızca düşüncenin aktarım aracı olduğu görüşündeydiler.
Bu yüzden sorunun cevabının olumlu verilmesi durumunda dilin yalnızca duygu ve düşüncelerimizin aktarılmasında değil, şekillendirilmesinde de rol alan araçlardan biri olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Ancak bunu dorulayacak açık, deneysel ve bilimsel yeterli kanıt henüz yoktur.
Sosyolog olarak kendi şahsi fikrime göre bilimsel olarak dil düşünceye direk olmasa bile hem psiko hem de sosyal mekanızmalar üzerinden etki eder. Ki yaşadığımız zaman üzerinden bakarsak bu mekanızmalar içinde en güçlüsünün "semboller" olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyu merak edenler "Sembolik Etkileşimciliği" inceleyebilir.
Birde kültür kavramı var tabi. Toplumlara göre değişen bir yapı var. Bunu örneklendirmek gerekirse; "kara/siyah renk Türk kültüründe kötülük, ugursuzluk, sıkıntı, terslik, yas, ölüm, gizlilik vb. bildirse de Çin kültüründe güven ve kaliteyi, Yeni Zellanda’da yurtseverligi temsil etmekte; kültürümüzde aydınlık, temizlik, dürüstlük, sağık vb. bildiren beyaz renk ise italya’da ölüm ve cenaze, Hindistan’da mutsuzluk ve yas, Etiyopya’da hastalık vb. anlamlara gelebilmektedir."
Kendi dilimize gelecek olursak. Türkçe'yi çokta yermemek gerekir. Bakın dünyanın şu anda tespit edilen en eski yazılı belgelerinden biri Türkçe'dir.
Türk dili: MS 687- 692, Çoyr yazıtı.
Japonca : MS 712, Nihon Soki.
Ingilizce : En eski belgesi MS 8. yüzyıl..
Fransızca-Almanca : En eski belgeleri, 843 yılında 2 kardeş arasında bir antlaşmadır.
Italyanca : 17. yüzyılda oluşmuştur.
Macarca : Tihanyi Vakıfnamesi MS 1057.
Ancak Türkçe'nin en büyük bahtsızlığı maalesef alfabesinin sürekli değişime uğramasıdır. Türkçe değişik dönem ve coğrafyalarda Köktürk, Sogd, Uygur, Mani, Brahmi, Tibet, Süryani, Arap, Grek, Ermeni, ibrani, Latin ve Slav (Kiril) alfabeleriyle yazılmıstır. Yani 1350 yıllık bir sürede 13 değişik alfabeden bahsedebiliriz. Alfabe sorunu diğer gelişkin dillerde bizdeki kadar sorun olmamıştır.
Bir başka sorun... Türk tarihinin çok büyük bir dönemi göçler üzerinden işler. Bu en temel anlamda düşünceyi, dili ve tabi ki kültürü etkilemiştir. Tabi buna bugünden baktığımızda negatif bir yönden bahsetmemiz olasıdır.
Son olarak modern zamanlara gelirsek. Dilin ve düşüncenin gelişmesi buna serbestlik tanınan yani hoşgörülü bir ortamda mümkün olur. Oysa geçmişten gelen alışkanlıklarımız baskılamak üzerine kurulu. Bir başka önemli noktada ister modern zamanlar olsun isterse geçmiş tarih bizim yapımızda devlet, vatandaş ya da halk ayrı yapılar üzerinden ele alınmıştır. Yani hep bir kopukluk vardır. Bu da dili ve düşünceyi olumsuz etkilemiştir.