Dersinize giren öğretmenlerin bildikleri iki kelime ingilizceyle "ehehe ben de ingilizce biliyorum. " mesajı vermelerine katlanmaktır.
Okuldaki mevcudu en az olan sınıf olunduğu için muhtemelen sonradan sınıfa dönüştürülmüş yerlerde ders işlemektir.
"Mütercim tercüman olacağım." dediğinde "o ne? Parası iyi mi?" , "ingilizce öğretmeni olacağım. " dediğinde "artık öğretmenler atanamıyor." gibi söylemlere alışmak ve bir süre sonra cidden hiç takmamaya başlamaktır.
sınıfımdaki 4 dildaşımla bir araya gelip "the languagers" leri oluşturmamızı sağlayan, insanın ufkunu genişleten, sosyal ağlarda yazılan ingilizce özlü sözleri okuyup anlayıp diğer insanların diyemediği "vay bee" kelimesini ağzınızdan çıkarttıran, tek kelimeyle harika bir bölüm. Lakin ben bile halen ne meslek edineceğime karar verememiş durumdayım sınava kaldı 1 yıl.
ayricaliktir. sinifiniz en fazla 15 kisi olur. ne mufettis ugrar, ne de arama yapilir. duvarlardaki posterlerle, tahtaya tutturulmus buzdolabi susleri ve dolaplarda dantellerle sinifiniz siniftan baska heryere benzer. kucuk siniflar gormek icin habire sinifin onune dizilir.
minibüste, sokakta, markette kısacası her türlü kamuya açık alanda arkadaşınla kimse anlamadan konuşabilmektir. ancak bu durum insanların size kötü kötü bakmasına sebep olur.
Sınıfta kendi sesinizin yankısıyla konuşmanız demektir. 8 kişilik sınıfta diğer bölümlerden izole bir şekilde usul usul mezun olursunuz. Lakin "anlayan ama konuşamayan" bir insan topluluğunun içinde direkt ingilizce'ye geçemezsiniz çünkü aha bir şey gizliyor düşüncesiyle kulak misafirleri tarafından çokça dinlenirsiniz. Hayal o yani.
"dilci" olmanın hem güzel, hem de kötü yanları bulunmakta.
bir yandan ösym'nin size sözelci muamelesi yapmasına sinir olursunuz, diğer yandan bilmediği halde "ingilizce biliyorum ben" diyerek saçmalayan insanlara ağzının payını verince haz alırsınız.
bir yandan devlette öğretmenlik haricinde kesin bir yeriniz bulunmadığını düşünüp yeterince ilgi görmediğinizi hatırlarsınız, diğer yandan dili gerçekten bildiğiniz için önünüzün herkesten daha açık olduğunu fark edip sevinirsiniz.
bir yandan okulda en az öğrenci bulunan sınıfta olduğunuz için (belki) güçsüz hissedersiniz, diğer yandan aslında bu şekilde dersi daha verimli şekilde işlediğinizi ve daha çok öğrendiğinizi fark edersiniz.
günlük hayatta yabancı diliniz ile kişilerin yardımına koşabildiğinizde mutlu olursunuz.
arkadaşlarınıza dil konusunda yardım edebilirsiniz (aşırı istirmara da maruz kalabilirsiniz..)
"dilci" olduğunuzu büyüklerinize sürekli açıklamak zorunda kaldığınızda usanabilirsiniz.
altyazı olmadan film izlemenin keyfine varabilirsiniz.
internet ortamında diğer insanlardan çok daha fazla kaynağı anlama fırsatı bulduğunuz için, genellikle onlardan daha fazla şey bilirsiniz.
gerek az önceki maddede belirtilenden dolayı, gerekse ders materyali olarak bir çok farklı konuda metinler kullanıldığı için genel kültürünüz ortalamadan her zaman daha yüksek olur.
uzun lafın kısası; bölümü okurken bazen "ulan, ileride ne yapıcam ben?" diye düşünerek canınızı sıkabilirsiniz, bazen de aslında dili derinlemesine öğrenince hayatınızın nasıl daha eğlenceli hâle geldiğini fark edebilirsiniz.
işsiz kalma korkusu ve yabancı dil bilmenin verdiği havayı birleştirince ortaya çıkan durumdur bence. anadolu liselerinde sayısalcılar ve eşitciler genelde normal insanlardır, dilciler ortama göre daha havalıdır.
izlediğiniz diziler, filmler ve okuduğunuz kitaplar yaşıtlarınızın genel olarak az da olsa üstündedir. tabii gidip boktan aşk kitapları okumak da size kalmış bir şey, kendini geliştiren insanı kimse durduramaz. he derseniz ki ben öğretmen olup maaşıma bakmak istiyorum sikerim kültürü, o zaman türkiye'nin eğitim kalitesinin zaten öyle ilerlediğini göreceksiniz. kalifiye öğretmen neredeyse kalmadı, eğitim fakülteleri sadece diploma odaklı çalışıyor.
sonuç olarak, dil okumak çok eğlenceli iştir, lise hayatınız gerçekten zevkli geçer. oyun oynamak, film izlemek gibi aktiviteler ders yerine geçer çoğu zaman. seçin, seçtirin.