edebiyatımızda 27 seneden beri seyyâh-ı fakîr evliyâ çelebi müstear adı ile yer alan ve yeni bir mizahi tarzın öncüsü olan, dilâver cebeci 1943 kelkit doğumludur. ankara üniversitesi ilahiyat fakültesi mezunu, istanbul üniversitesi iktisat fakültesi'nde master ve doktora yaptı. halen marmara üniversitesi ilahiyat fakültesi'nde öğretim üyesi.
sitare
çeşmek be-zen sitare
ezmen mekon kanare
nerden çıktın karşıma böyle sitare
efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
kirpiklerin yüreğime batıyor
telaşlı bir kalabalığın ortasında
ayaküstü konuşuyoruz
nedimin nigehban nergisleri gibi
üstümüzde bütün nazarlar
çok utanıyorum sitare
dün oturup hesap ettim
sen doğduğun zaman
ben bir askeri mektepte talebeymişim
sen bilmezsin sitare
burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
her akşam dokuzda yat borusu çalardı
yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
bir derin uykuya atardım kendimi
siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
bende onu alır anamın düşlerine kaçardım
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
seninle konuşurken sitare
aklıma yıldızlar dökülüyor
bir çaresiz zühre oluyorsun babil caddelerinde
ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
gökyüzü salkım salkım
zigguratlar tıklım tıklım
dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
gözlerine baktığım zaman sitare
bütün çöllere ay doğuyor
yoldaş ediyorum kendime imrül kaysı antereyi aşayı
en kuytu vahaları dolaşıyorum
hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş sitare
çadırla su arasında bir cılga var
o cılgada narin ayak izlerin var
durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
biliyorum içinde bir sızı var
bıçak ağzı gibi bir sızı var
bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
züheyrin suadı gibi keremsiz kılan
kuzeyden güneye
güneyden kuzeye
heyy! gidip geliyorum bu çöllerde
kureyşin heybetli ve inatçı develeri
hiç aldırmadan benim esmer sevdama
geviş getiriyorlar ufka bakarak
ben kaçıp yesribe sığınıyorum
yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
elif diyorum sitare, sineme elif çekiyorum
ah minel aşk-ı ve halatihi..
çok eski bir gerçektir bu biliyorum
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
ve ikimizde ıslanıyoruz
ben ne yağmurlar gördüm sitare
ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
o şehirde sırılsıklam gezerdim
bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
tapınaklar insanları safra gibi atardı
sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
gidip bir uygur çadırında göğü dinledim
kara bulutlar kükrerken bir kaşkar sabahında
oturup aprunçur tigin ile seni konuştuk
bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
kaşı karam, gözü karam, saçı karam
umay gibi yumuşak huylum
nerden çıktın karşıma böyle
sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
asyanın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
yığılıp kalmışım bu anadolu toprağına sitare
adam akıllı yorulmuşum
ellerin böyle olmamalıydı
ellerine acıyorum
ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
durup durup ıssız yerlerde
güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
daha çok işimiz var diyorum
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
kalp krizi nedeniyle geldiği Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alınan Cebeci, 28 mayıs 2008 cuma günü akşam saatlerinde hayatını kaybetti.
cenazesi, bugün (30 mayıs) cuma namazını müteakiben marmara üniversitesi ilahiyat fakültesi camii'nden kaldırılıp istanbul'da toprağa verilecek.
Sana bu mektubu bir gece yarisinda yaziyorum
Azatligin zirvesinde sohbete dalmis yildizlar
Zühre bir aski tutturmus Bâbil de kalan
Zavalli dünya habersiz, zavalli dünya sagir
Bir Hârûtla Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayip gidiyor yildizlardan birisi
Bir intikam fisegi gibi saplaniyor karanligin karnina
Senin namina yildizlari kiskaniyorum.
Kim bilir kaç isik yili uzakta
Öfkeyle kollarini çeviriyor yalanci fecir
Imanim gibi biliyorum vakit asilmak vaktidir
Ve taksim gazinolarinda trahomlu sairler
Misra ariyorlar masalarin altinda
Kanini içiyorlar bilmeden Cennet atlari nin
Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sariyorum
Dumani cigerlerime degil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasinda ne kadar dizginsiz at
Basliyorlar kosmaya kilcal damarlarimda
Sicak soluklari yalarken alnimi
Toynaklarini hissediyorum alyuvarlarimda.
Sana bu mektubu evimin balkonunda yaziyorum
Sag elimi koyuyorum tam yüregimin üstüne
Çankaya yokusunda söyledigimiz marsi duyuyorum
Ulu kayalar parçalaniyor beynimin bir yerinde
Bir yerinde demirden daglar eriyor
Atlas yelkenli gemileri unutmus birkaç levent
Viski kokulu bulvarlarda yavas yavas ölüyor
Istedigin o seccadeyi hemen gönderiyorum
Üstünde Kabe resmi ve anamin dualari var
Ve bildigin sebeplerden ben gelemiyorum.
Yine biliyorsun ki , Sevmedim ülküden baskasini
Basi dumanli daglari, dolunayi, ufuklari
Bir de Çankaya yokusunda rüzgara tutulmus saçlarini
Önce Allah, sonra genlerim sahit.
Sevgimi üçbin yil sonra dogacak torunuma yolluyorum
Trahomlu sairler dogruluyorlar masalarin altindan
Elleri fahiselerin karanlik saçlarinda
Benim kalemimden kan degil süt damliyor
Geceler boyu böyle gelecegi emziriyorum
Kahrolayim sevmedim ülküden baskasini
Bir de seni çok seviyorum
Bir ceviz ağacı,
bir duru pınar,
Ve gökte gümüş bilmeceler...
Vurur kutlu toprağın bağrında iki yürek,
Koşan bir atın soluğudur
Çeğen Tepesi nde geceler...
Çeğen Tepesi nde geceler,
Uzun, yorgun ve yeniktir...
Her bayram sabahı uyurken kuşlar,
Emer hürriyetin parmaklarını bir yılan.
Kızların parmakları inceciktir...
Kızların parmakları inceciktir,
Uzar gider o güzelim saçları;
Daha söylenmemiş türkülere...
Gözlerine koyu gölgeler indirmiş,
Buhara nın ağaçları...
Buhara nın ağaçları,
Ve göğe dua andıran bacalar...
Nerdesin ey dokuz şavklı yıldızım!
Sabrın sınırlarına dayandı,
Çeğen Tepesi nde geceler...
Türk islam motiflerini şiirlerinde nakış nakış işlemiş şairdir. şiirlerini okurken kah Mekke'desinizdir kah Tanrı dağlarında. Bilmem kaç bin yazarın bulunduğu sözlükte 10 entry'nin girilmiş olması üzüntü vericidir.
solcu değil diye ana akım türk edebiyatçılarının dahi kıymetini bilmediği şair. pek az kimsenin bildiği büyü adlı bir de piyesi vardır. bildiğim kadarıyla gümüşhanelidir. on numara adammış rahmetli.
Bir yaz gecesinde çıkalım samanyoluna
Ata bergüzerı yıldızlara konalım
Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar
Böyle ürkek değildi bakışların
Kirpiklerin böyle ıslak
Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim
''Çıkar gelirim o zorlu savaşlardan
Selçuk yurdunu sularken bereketli terim
Alp yüreğimin en bakir yerinde
Çınar fidanları gibi beslenir
Titrek, solgun, ölümcül ümitlerim''
Bana, sen yoksun, sen öldün diyorlar.
Bu kör acuna inat yedi iklimdeyim,
işte ellerini tutuyorum yaşanmamış bir çağın,
Ben güneşi kıskandıran gerçeğim.
Dayanılmaz ağrılar çekiyorum hey!
Masallarda da olsa bir gün çıkıp geleceğim
Bir sevgi büyütüyorum içimde tomur tomur
Gün görmemiş şiirlere gebeyim.
Gerilmiş bir yayım korkulardan azade;
En amansız savaşlara gireceğim.
Bu coşkun ozanları ben öğütledim böyle,
Nerede hasret kokan bir türkü varsa içindeyim.
Tutsak kızların avuçlarına yağıyorum her güz
Bir Kafkasya'dayım bir Çin'deyim.
Gök bıçaklar sapladım karanlığın karnına
Sürüsü yitmiş çobanların izindeyim.
içim içime sığmıyor, maytaplardan deliyim;
Bir bayrak dalgalansa yüceden;
"Hadi" dese birisi
Peşindeyim, vallahi peşindeyim.
Demiş büyük şair. Türk milliyetçisidir. Ne yazık ki her yerden, toplumun her zümresinden ve dahi türkçülerin içinden ağu çıkar oldu. Beş bin alperen şehit oldu, en son çakıroğlu uçmağa vardı ve hiçbir şey iyiye gitmiyor ne yazık ki. Kahramanlar yurdu yaşatmak için can verirken, o zehirli kaynaklar türk'ün bünyesini hasta ediyor. Köklü temizlik şart.
"Obam, yurdum talan oldu,
Destanlarım yalan oldu.
Yollar birer yılan oldu
Kervanlarım geçmez gayrı."
Obası, yurdu talan olmayan bilmez. Toprağı düşmanın elinde kalmayan bilmez. Mihrali bey ağıdı'nda dediği gibi: "oğul, köz düştüğü yeri yakar kime ne? Dert benimdir vallah, kime ne?"
"Hani mavi denizlerim,
Üç kıtada nal izlerim,
Kör mü oldu bu gözlerim?
Çaşıtları seçmez gayrı."
Yurdun her yeri etnik artıklar ve mankurt çaşıtlarla dolu. ne zaman silkinip ayağa kalkarız, bilinmez. Ama umutsuz değilim. bir gün bize çektirilen bütün acıların bedelini en ağır şekilde, misliyle ödeteceğiz!
Dilaver cebeci'nin hasret adlı şiirindeki bu ümitsiz, kederli ve acı dolu tavır, türk milliyetçilerini kamçılamak ve uyandırmak içindir. Üstadın tini şad olsun.
'' Bir yay istiyorum, usta... Nasıl mı olsun? Katı, hırslı, sağlam! Hem kemikten olsun. Benden başka kimse kuramasın onu. Kirişini öküz sırımından isterim. Gücüme dayanabilsin. Sonra bir sadak... Üstü işlemeli. En alımlı renklerle bir kaç minyatür çiz üstüne... Kenarlarında, bakanları sonsuzluğa ulaştıracak arabeskler olsun. Dur, daha bitmedi. En mühimi oklar... Tam kırk tane de ok isterim. Ne'olur, öyle sıradan şeyler olmasın. Nasıl anlatsam? Hani uçarken ıslık çalanlar var ya, işte onlardan olsun... Peteng Kal'ası önünde kullandıklarımızdan. Temreni öyle olmalı ki, dokuz kat gergedan derisi kalkanı ile dokuz çeriyi delip dokuz arşın yere gitmeli. Haydi ustam, göreyim seni...
- Bir kılıç istiyorum, usta... El ayası genişliğinde, iki arşın uzunluğunda, iki ağızlı olsun ki, sağ sol dinlemesin. Mümkün olduğu kadar hafif isterim. Şöyle başımın üstünde kirmen gibi döndürebilmeliyim. Çifte su veresin ha! Kolay kolay kedilmesin. Kabzasını gümüş kakmalı yap... Hamayıl kuşanacağım. Kın kayışını da ona göre isterim. Pırıl pırıl olsun. Şavkı gözlerimi almalı. Üstüne celi hat ile ' Korkunun ecele faydası yoktur ' diye yaz. Kabzasının ve kının süsleri nasıl mı olsun? Süs önemli değil ustacığım. Süslü de fena olmaz ama göreceği iş önemli aslında. Sen ona göre çalış. Örs üstünde döverken terin üzerine aksın. Daha da sağlam olacağına inanıyorum. Kısacası, dün gece düşümde elime aldığım gibi bir kılıç olsun. Düşlerimi bilirsin değil mi? Sen de mi öyle düşler görüyorsun? Hayret! Ama hayret edilecek şey değil bu. Görürsün, elbette görürsün. Sen bizim ustamız değil misin? Biz, hep aynı düşleri görürüz...
- Bir bozdoğan istiyorum, usta... Altı dilimli olsun. Dilimler kılıç gibi keskin olsun. Atımın terkisine asacağım. Topuz kısmı üç- dört kara okka çekmeli. Sapı elime iyi yatsın. Bir hamlede en sağlam tulgaları eciş bücüş etmeli. Süvarinin altındaki kaba döşlü aygırı yere çökertmeli.
- Bir kargı istiyorum, usta... Hafif ve dengeli... Gök çelikten bir temreni olsun ki, katı taşa bile bir karış işlesin. Temreninin altına siyah bir tuğ iliştir. Sevdiğim kızın saçları gibi... Rüzgarda tel tel olsun esip savrulsun. Acele olsun ustacığım. Beklemeye tahammülüm yok. Yalnızım, kimsesizim. Peşimde kin küpü yağılar dolaşıyor. Bir gün bir yerde belki hiç ummadığım bir yerde, ' Huraaa ' deyip üstüme atılabilirler. Sağdan, soldan, önden, geriden beni kuşatabilirler. Pusatlarım sağlam olmalı. Bu tuzaktan, bu çemberden döğüşe döğüşe sıyrılmalıyım. Uykunun, keyfin eğlencenin, zamanı değil usta! ' Su uyur da düşman uyumaz ' demişler. Beklemeye tahammülüm yok.
- Ve ey bilginin, tecrübenin, aklın ustası!.. Gelip kapına dayandım. Bana birşeyler öğret, ne'olur! Besmele çekip, önüne diz çökeyim. Bana Arapça öğret, Farsça öğret, Latince öğret... Denizleri, karaları, ırmakları, dağları, gölleri bilmeliyim. Her yerden haberim olsun istiyorum. Göklerden, yıldızlardan bile... Sonra beni kalp ilminin büyük ustasına götür. Hasılı beni baştan aşağı donat. Donanmaya o kadar muhtacım ki bilemezsin.. ''
Bozkurt Dergisi 1975
O çocuklar birer birer gittiler...
Soylu sevda türküleri dudaklarında,
Saclarında kurt nefesi rüzgârlar,
O çocuklar birer birer gittiler...
Bir tamu karanlığı keleplenirken bozkıra
Kehkeşenlardan yıildız gibi indiler.
Tutuşturdular yeniden küllenmiş ocakları,
Bacalardan duman duman tüttüler...
Bir ögünç hil'ati gibi giydiler güzelliği
Ufuklara oturup dolunayı sevdiler.
Uzun,siyah kirpiklerinde seyyareler yanardı,
Ağ buluttan atlarla ta Sidre'ye yettiler...
Onlar,Oğuz mayası gök ışığın erleri,
Onlar,ülkü çağının bahadır melekleri...
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri,
Haceru'l esved gözlerini gönlümüze resmettiler...
Eyvah biz kaldık Esfele safilinde!
Ahsen-i takvim üzre,onlar geçip gittiler...
her şiiri ayrı bir güzel olan yakın tarih edebiyatımızın güzide ismidir.
""Ümmü'l Kitab" üstüne yemin ederim;
Bir gün beni çağıracaksınız.
Yediye ve katlarına yemin olsun ki;
Bana muhtacsınız!
Bana muhtacsınız!
Bana muhtacsınız!"