geçenlerde bir arkadaşla konuşurken aslında benim için ne kadar anlamlı olduğunu farkettiğim yürüyüş tarzıdır.
küçücük yaşta yaşanan kötü olaylardan ve o küçük kalpte hissedilen acıdan kendini sorumlu hisseden bir baba ve o kalbi taşıyan kızı arasında geçer konuşma,
-kızım neden başını eğiyorsun
babaya bakılır gözleri dolmuştur, küçüksündür anlamazsın ama köü bir şey yaptığını düşünüp başını kaldırırsın.
- kızım kendimi affetmeyeceğim size yaşattıklarım için ama bu sözümü unutma hayatta başını eğmeni isteyecek çok insan olacak, en büyük derdinde bile sen dik yürü.
- peki baba, hem sende istemedin böyle olmasını, öyle deme. eğmem bidaha başımı üzülme...
babayla kız sarılır ve aradna yıllar geçer. karıncalara bakılıp parkta bi sigara içiliyorken düşünülür. yürürken hiç yere bakmıyorum ben , kimbilir kaç tanesini ezdim. anılar akla gelir, babayla yapılan o konuşma. düşünürsün, hayatta dik durmak için neleri ezip geçtiğini.. düşünürsün başını eğsen ezmemek için , ne kadar ezilirsin diye. bütün düşünceler çantaya çakmakla beraber atılır ve dik yürüyerek dönülür artık babanın olmadığı o eve.
ilkokuldaki çantalarımın ağırlığından mıdır bilmem yürürken genelde yapamadığım duruş. annem de bu konuda beni oldukça uyarsa da gerçekten otururken veya ayaktayken dik yürümeyi istemsiz bir şekilde yapmıyorum. bunun için sanırım bir fizyoterapiste gitmem gerekecek...