bir kaç gün önce bitirdiğim, bana pek çok cümlenin altını çizdiren goethe romanı.
"Yemin ederim, salt gelecek günden bir beklentim, bir umudum olsun diye, sabah uyanınca bazen bir gündelikçi olmayı arzuluyorum."
"ben yalnız ve yalnız onu, böylesine içten, böylesine derinden severken, ondan başka birini ne tanıyor, ne biliyorken, ne de başka birine sahipken, nasıl olup da bir başkası onu sevebiliyor, sevmeye yelteniyor, işte buna bir türlü aklım almıyor."
"dün ben giderken, elini uzatarak dedi ki: hoşçakal, sevgili werther! -sevgili werther! bana ilk defa sevgili diye hitap ediyordu ve bu iliğime, kemiğime işledi. kendi kendime her türlü şeyi konuşurken, birden şöyle dedim: iyi geceler, sevgili werther! sonra da kendime güldüm."
werther'in, düşsel dostu wilhelm'e yazdığı mektuplar şeklindedir. kitabın en etkileyici yanı werther'in intihar edeceği silahları lotte'nin temizlemiş olmasını intiharı için onay olarak görmesidir.
--spoiler--
gülerek, "ah, bizim akıllı geçinenlerimiz!" dedim. "ihtiras, sarhoşluk, delilik, işinize nasıl gelirse öyle dersiniz. sizde bir duygusuzluk, bir vurdumduymazlık var ey ahlakçılar! kimini sarhoş diye azarlar, kiminden deli diye yüz çevirir, hatta papazlar gibi daha ileri giderek sizi de onlar gibi yaratmadığı için yobazlar gibi tanrıya şükredersiniz. ben birkaç kere sarhoş oldum., delilik derecesine yakın ihtiraslara kapıldım. ama ikisinden de pişmanlık duymuyorum. çünkü böylelikle, büyük ve imkansız işler başarmış bütün üstün insanlara neden sarhoş ve deli dendiğini anlamış oldum.
günlük hayatımızda da, kendi isteğince, üstün ve beklenmeyen bir iş tutturmuş olan her insanın arkasından sarhoş, deli diye çağırıldığını işitmek çekilmez bir şey. utanın ey akıllılar! utanın, bilgiçler!"
çok can yakan yürek parçalayan bir kitap. arada alır insan eline tekrar tekrar sayfalara göz gezdirir. ve düşünür acaba kendisi de aşkı sonsuzlaştırmalı ve kendini öldürmeli midir ? ve ever sanırım yapmalıdır. sanırım kendimizi öldürmeliyiz, öldürmeliyim.
ilham kaynaklarını goethe'nin hayatından alan eser.
--spoiler--
Roman özellikle, Goethe'nin 1771'den 1774'e kadar olan yaşanmışlıklarının arka planını oluşturmaktadır: Aynı zamanda öncelikli olarak, 1772 yazında Johann Christian Kestner'in eşi olan Charlotte Buff'a duyduğu hastalıklı, ümitsiz aşkı ve bir elçilik sekreteri olan Karl Wilhelm Jerusalem'in, Palatinalı meslek arkadaşının eşine karşı olan hüsran dolu aşkından dolayı, 30 Ekim 1772'de Kestner'in ödünç verdiği bir silahla intihar etmesi, romanın ana hatlarını belirlemektedir. Tüm bunları, Goethe'nin 1774 yılında başlayıp, Werther'in taslağının oluşmasından kısa bir süre sonra, italyan fakat Frankfurt/Main'de yaşamakta olan tüccar Peter Anton Brento ile evlenen Maximiliane von La Roche'a karşı sonradan kendisini hayal kırıklığına uğratan aşkı takip etmektedir.
--spoiler--
--spoiler--
Aslında, bezelye ayıklamışım, mercimek ayıklamışım, ne fark eder hepsi bir değil mi şu dünyada, her şeyin ucu bir saçmalığa dayanır. Kendi istek ve ihtiyacı dışında yaranmak, para kazanmak, ün salmak veya buna benzer şeyler uğruna çalışan bir kimse gerçekten de budaladır
--spoiler--
bir döneme damgasını vurmuş goethe eseri. öyle ki dönemin, sokakları istila eden mavi ceket sarı pantolonlu gençleri bir neslin werther'den ne kadar etkilendiğinin göstergesidir. ayrıca intihar eden bir kişinin cebinden yine bu kitap çıkmıştır. bundan yakınan yetkili insanlar, sonu iyi biten werther'leri bile yayınlatmıştır.
sevdiğim birine açılıp red cevabı ertesinde okumaya başladığım özellikle son 25 sayfasında bildiğin hıç kıra hıçkıra ağladığım wertherin ' senin için ölmek varsa onuda yaparız be yarim ' diyerek intihar ettiği insanı harbi harbi bunalıma sokabilecek şahane kitap.**
--spoiler--
senin ellerim değmiş bu tabancaya tozlarını sen silmişsin. binlerce kez her yerini öpüyorum şimdi... senin ellerin onlara değmiş. gökten inen meleğim... işimi kolaylaştırıyorsun.
sen,lotte tabancayı elime tutuşturan sensin ... ölümüm senin elinden olsun istiyordum, istediğim olacak...
--spoiler--
"asi ruhumu yatıştırmak için ne çok ninni söylüyorum bilsen, zira bu yürekten daha uygunsuz, daha havai bir şey görmemişsindir. benim sıkıntılardan rahata, tatlı hüzünlerden uğursuz tutkulara geçişimi görme zahmetine bu kadar sık katlanan sana bunu söylemem gerekli mi? yüreğime hasta bir çocuk gibi bakıyorum; o istediğini yapıyor."
şu anda bir film izledim adı (bkz: goethe'nin ilk aşkı) film bitti ve bir baktım başlık en olmuş! tesadüfün bu kadarı... bu kitabı okuduğumda pek hoşuma gitmemişti ama bu filmi izledikten sonra bu kitabı bir daha okuyasım geldi...
ansızın eli elime değse, masanın altında yanlışlıkla ayaklarımız birbirine dokunsa, damarlarımdaki bütün kan coşuyor. ateşe dokunmuş gibi geri çekiliyorum. sonra gizli bir güç beni yine ileri itiyor. başım dönüyor, bütün duygularım altüst oluyor. ah, masumluğu, ruhunun temizliği yüzünden, bu ufak tefek, önemsiz görünen samimi davranışların beni ne kadar üzdüğünü anlamıyor. konuşurken elini elimin üstüne koyması, güzel soluğu, soluğuma karışırcasına bana yaklaşması... bunlar bana kendimi unutturuyor, şimşek çarpmış gibi oluyorum. ama, wilhelm! bu saflığa, bu güvene karşı hiç yüzsüzlük edebilir miyim! beni anlıyorsun. hayır, benim kalbim o kadar bozuk değil. ama zayıf! oldukça zayıf! bu da bir bozukluk değil mi? o, benim için kutsaldır. onun karşısında kötü niyetler susuverir. onun yanında olduğum zaman bana neler oluyor, bilmem. sanki ruhum kabına sığmıyor, taşıyor. piyanoda bir melek tatlılığı ile, inanılmayacak kadar hoş ve içten çaldığı bir melodi var. bu onun en sevdiği şarkı. daha bunu çalmaya başlar başlamaz bütün acılarım, perişanlığım vekaramsar düşüncelerim kaybolup gidiyor.
eskiden müziğin sihirli bir kuvvet taşıdığının düşünülmesi bana hiç de imkansızmış gibi görünmüyor. bu basit şarkı bana öyle dokunuyor ki! bana bunu dinleteceği zamanı nasıl da buluyor! tam da kafama kurşun sıkacak halde oluyorum. fakat onu dinledikçe ruhumun şaşkınlığı ve karanlığı dağılıyor, yeniden rahatça soluk almaya başlıyorum.
--spoiler--
--spoiler--
bundan önce birkaç kez daha, onu bu kadar sık görmemeyi tasarlamıştım. ama, hiç elden gelir mi? bir gün bile bu isteğe karşı koyamıyorum. her gün kendi kendime söz veriyorum: yarın ona gitmeyeceğim. fakate rtesi gün yine esaslı bir sebeple ve nasıl olduğunu anlayamadan kendimi onun yanında buluyorum.
--spoiler--
gerçekten sıkıcıdır. bu kadar övülmesinin nedeni popülerliğini korumasıdır,başka bir şey değil. kürk mantolu madonnayı okuyun bunun yerine, edebiyat neymiş anlayın. 100 küsür sayfalık kitapta cımbızla seçilip hayat felsefesi yapabileceğiniz 3-5 cümle var diye o kitaba şaheser diyemezsiniz. oysa sabahattin ali nin kitabında her cümle, her satır bir ders niteliğinde.
" bazıları için insan yaşamı yalnızca bir düşten ibaret, nereye gidersem gideyim, bu duygu benim de peşimi hiç bırakmıyor. insanın faaliyet içindeki, araştıran yeteneklerinin engellenerek sınırlandığını görünce; tüm mesleklerin zavallı yaşamımızı uzatmaktan başka bir amacı olmayan gereksinimleri karşılamaya yaradığını ve bir de arasında sıkışıp kalınan duvarlara renkli figürler ve aydınlık manzaralar resmedildiği için meraklarımızla ilgili bazı noktalardaki tüm avuntuların yalnızca düşsel bir teslimiyet olduğunu gözlemlediğimde- bunların hepsi wilhelm, beni dilsizleştiriyor. ancak kendi içime dönersem bir dünya buluyorum."
Hayata bu kadar pozitif bir gözle bakmış Goethe'nin Werther'i öldürmesini biraz ilginç bulduğum kitaptır. Tabii o dönemde kendini aşk acısı yüzünden öldüren bir adamdan etkilenerek kitabı da böyle bir sonra bitirmeye karar vermiş. Ama kendi aşk hikayesi olan Werther'i ölümle bitirdiği halde, yaşamayı değerli görmüş ve reelde kendi yaşamına son vermemiştir. iyi etmiştir aslında. Kitaptan şöyle de bir cümleyle bendenizi etkilemiştir:"Söyle bana, Wilhelm, âşık olmadıktan sonra kalbimiz ne işe yarar ki? Işıksız karagöz feneri ne kadar fayda verebilirse, o kadar..."
goethe kendisini wertherleştirip iç dünyasını ve aşkını anlatmıştır , mavi sarı elbiseler içinde intihar eden werther goethenin acısına kısa süreli depresan olmuş olsada bir çağı intihar eylemini düşünmeye sevk etmiştir.