Gecenin vitrinine konulmuş
Büyük bir yakut parçasıydı sabah
Mahalle kahvelerinde
Sıcak çaydan adamların
Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla
Gençlerin güzellerinin makbul olduğu
Tek ülkeydi ülkem
Benimse yüreğim
Koltuk altına sıkıştırılmış,
Yenik bir tavla maçı ertesiydi.
Kumların görmeyeceği yerlerime dokunurdu sabah
Akşamdan kalma titrek ellerini
Sevecenlikle dolaştırırdı kirlenmiş atmosferimde
Dişler arasında çıtırdayan bir çekirdek gibi
Açardım gözlerimi birden
Kırık tahta masalara öykünür, bir sigara yakardım
Dudaklarıma yapışır, yakardı dudaklarımı
Gu-guk-guk! gu guk-guk! taneleri
Sarhoşluğuyla avunurdu tırnaklarım
Bardak diplerinden vişme-cin pıhtıları kazırdı
Her şey açıklığa kavuşurdu
Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde
Acemi ve pazartesi olurdu
Kara sürmeler çekerdim gözlerime
izinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya
Tartıl be abla! derlerdi
Karınca gibi ince belli çocuklar
Güvercinlere yem at
Sevgiline bir gül hediye et
Bulvar yolundan geçen otobüslere
Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi
Üzümlerden ayrı bir üzümdüm
Bilmezlerdi
Bir üzüm yüzsüzlüğüyle:
Tartın beni derdim
Tartardı çocuklardan biri
Binalar eğilir bakardı iç çekerek
Camları ışıldardı.
Küçük, nasırlı bir avuçtan
Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir
Alır yüzüme sürer
Güvercinlere emanet ederdim yüzümü
Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım
Kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana,
Çeyrek geçmişiyle övünen o topal.
Bir gül uzatırdı çocuklardan biri
Ellerimden güle yalnızlık batardı
içi bulanırdı yalnızlığımın
Kusardı serseriliğini en görkemli meydana.
daha önceleri iki kitap yan yana düşünce, bir “alternatif”in kendiliğinden oluştuğundan söz etmiştim. elbette şair şairin kurdu değildir, her şairin kendi özgül ağırlığı vardır, ama bu, kimi şairlere gerek şiir içi, gerek şiir dışı alanların ölçütleriyle değer biçildiğinde bazı anımsatmalar yapılmasına engel de değildir. seyhan erözçelik’in 1980 sonrasının kimi “iyi okullarda okumuş” şairlerine sadece “iyi şiir”i değil, hatta “isyan”ı da bağışladığına değinmiştim. didem madak, tezgâhtarlık yapmış, hukuk fakültesini zor şartlarda bitirmiş, anadolu’da savrulmuş ve yine trajik bir son ile, ama intihar ile değil, kanser ile bu dünyadan ayrılmış, yaşarken değeri yeterince bilinememiş bir arkadaş. gel gelelim, “iyi şiir” için “iyi okul” ve “iyi isyan”lar değil, bir coğrafyaya tutunmak ve “insani durum”u gözetmek gerektiğine “iyi” bir örnektir onun şiiri.
grapon kağitlari
didem madak / inkilap kitabevi yayınları, istanbul 2000.
didem madak’ın (1970-2011) ilk şiir kitabı. madak, “inkilâp 2000 şiir ödülü” almış bu kitabından sonra iki kitap daha yayımladı. bu kitaplarda da ilk kitabındaki söyleyiş özelliğini koruyarak istikrarlı çizgisini derinleştirdiği gözlemlendi.
grapon kağıtları’nın arka kapağında madak’ın dokuz eylül üniversitesi hukuk fakültesi’nde öğrenimini sürdürdüğü notu var. kitabın çıktığı tarihte otuz yaşında olduğunu düşünürsek, özellikle hukukçu şairlerin okul konusunda ağırdan almak kuralını onun da bozmadığını görüyoruz. oysa didem madak’ın şiiri, dönemin kalıp söyleyişlerinden kaçınmak açısından kural dışı sayılabilir, bu özelliktir ki, onun 1990’larda yazmaya başlayan adlar arasında en dikkate değerlerden biri olduğu konusunda genel bir sözbirliği oluşmasına yol açmıştı.
didem madak şiirinde ilk bakışta göze çarpan iki temel özellik, açıklık ve sıcaklık (içtenlik). modernizmi tarihsizleştiren metafor cümbüşlerine katılmak yerine, sıcak hayatın izlerinden yola çıkan, yeri geldiğinde anlatmaktan da çekinmeyen, kıvamında metaforu da yoklayan dizelerle yol alıyor, benzetmek tuhaf sayılmazsa, hem iskeleti hem eti olan bir yapı kuruyor. daha doğru bir deyişle, didem madak şiirinde sözün yüklü oluşu, yapıyla kaynaşıyor ve kendi iskeletini kuruyor. şiirlerinde çoğu kez baştan sonra tematik eksene sadık kalınıyor, bunda en büyük etken daha şiir başlıklarından başlayan “gönderge”lerin yaşantı odaklı olması, yaşantıdan alıp somuta gönderme niteliği taşıması. “annemle ilgili şeyler” şiiri, bunun tipik örneklerinden biri: “hatırlar mısın? / mavi saçlı bir tanrı gibi severdim burdur gölü’nü / o göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü. / vişne bahçeleriyle dolu, / neşeli bir şehre benzerdi senin sesin. / bazen ölmek istiyorum / beni yeniden doğurman için. / iri, ekşi bir vişne tanesi gibi.”
“vişne bahçeleriyle dolu şehir” imgesine bir işaret koyalım, çünkü diğer şiirlerinde “dut ağacı altında okunan romanlar” “dereotu kokan oğlanlar” .”kedi ve kasımpatı kokuyor bütün sokaklar”... gibi yaşantılara ya da imgelere de rast geleceğiz. bu da, didem madak şiirini, şairlerin şehirli de olsalar ağaçları tanıdıkları bir evreye tarihliyor. ömer naci soykan, iyonyalı şehirli filozofların bütün ağaçları tanıdıklarına dair ilginç bir yazı yayımlamıştı. iyonyalı didem madak o filozofların izinde. şehir doğa ile sarmal bir olgu didem madak şiirinde. farklı şiirlerde kişileştirilmiş, metafora öğe olmuş izmirli öğeler soluk alıp veriyor: “kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana” “bastırıldı nihayet hayatın kadife kalesinde çıkan isyan” “yüzüm güvercinlere emanet” şiirinin altına italikle “bu şiirdeki gu-guk-guk sözcükleri / kumrular taklit edilerek okunacaktır” notu düşülmüş, “mimesis”e okuru da dahil etme kaygısı söz konusu.. “kedilerin alışkanlıkları” şiirinde ise “bir tekir kedi ile beraber / seyrediyorum hayatı” diyor, aslında seyretmiyor, paylaşıyor.
öte yandan didem madak şiirinde kültürel öğeler de geniş yer tutuyor. bazen bir edebiyat metni ilk ateşi tutuşturmakla kalmıyor, tematik ekseni de örüyor. sözgelimi, “çalıkuşu’nun z raporu” şiirinde zaman “zeyniler köyünde çalıkuşu zamanı”. bir başka şiir, “polyanna’ya mektuplar”. “sevgili polyanna / sen bu mektubu okurken / soğuk bir doğu sokağında / acılarla yüklü bir faytonla dolaşıyor olacağım /... / kömürümüz bitti tam kışın ortasında / toz hatıra ve talaş bastık sobaya”.cemal süreya, “gurbet yavrum garba düşmektir” demişti, ya garplıysanız? ergen kızların iki temsil figürü, çalıkuşu ve polyanna sadece “genç kızlık” süreci gereği değil, bu “şarka düşme” olgusu ve yaşantısı gereği de “hep buluğ çağındayım” diyen şair öznenin kapısını çalmış görünüyor.
didem madak şiirine sızan kültürel öğeler edebiyat metinleriyle sınırlı değil. belki şarkıların payı daha çok. kimi şiirlerde, sözüne ezgilerin tınısından bir şeyler katmak istiyor. sözü bir noktadan sonra ezgilere bırakmak biçiminde değil, ezgileri yaşantının özgül bir anına tanık göstermek biçiminde dönüşler söz konusu: “bugün kalbimi eski bir plak gibi / öyle çok tersine çevirdim ki” dizeleriyle başlayan “iris’in ölümü” şiiri, sonraki dört matriste (dize kümesinde) “bazı şarkılar vardır” vurgusuyla ezgilerin canlandırdığı öyle görüntüler anımsatıyor ki, benzerlerine ancak tanpınar’da rastlanır.
“enkaz kaldırma çalışmaları” şiirinin, “bir tezgâhtar parçasıyım ben / üç kuruşluk acıya müdahele edemem” diye başlamasına aldanmamak gerek: hayatının erken bir devresindeki tezgâhtarlık deneyimi aslında şair özneye gözlem zenginliği kadar beylik deyişle “feleğin çemberinden geçmişlik” de katmış, kitabın bu en “melankolik” şiiri dolayısıyla bir aşkınlık bilinci içeriyor, çalışan kadınların temsiline atanıyor.
grapon kağıtları’nın “somut”la sarmal ilişkisi onu sık sık insanla ve insanlarla da buluşturuyor. başta anne, “kardeşime, işıl’a” diye kitabın adandığı ve “ay işıl’a sığışmıştı” anı şiirinin de konusu olan, başka şiirlerde de karşımıza çıkan işıl, “kurabiye” şiirinin belki kurmaca ama dostların ortalaması olduğunu düşündüren kalbiye’si, “kaç zamandan” şiirinin baştan sona söyleştiği ayla abla, şiirleri “sıcak hayat”a eklemleyen figürlerin en önemlileri.
edebiyatımızın en güzel lirik şiirlerinden biri de bu kitapta: “şimdiden bir hatırasın”. ses olarak zeki müren’in ünlü şarkısı “şimdi uzaklardasın”ı anımsatan, belki de o besteden izlenim kapmış ve bir yandan da leyla erbil’e gönderme yaparcasına “mektup aşklarına” adanmış bu şiir, kimi mazmunları okşayan yanlarına, sitemkâr havasına rağmen, eski olguyu yeni bir coşkuyla, çağrışımlar uyandırarak, anıları çağırarak, uyuyanı uyandırarak dile taşıyabiliyor: “şimdiden bir hatırasın / bulutsa, tozsa, uçarsa / bütün (aşklar) paranteze alınsın” açılış dizeleriyle “ey aşk sen / artık bazı şarkılar kadar yaralısın.” kapanış dizeleri arasını özetlemek mümkün görünmüyor. buradan didem madak şiirinin bir yapısal özelliğine geçebiliriz: yer yer sözü uzatan “anlatı”ya yaslanmasına rağmen çağrışım yükleriyle özete gelmez dizeler söylüyor. altmış dört sayfalık kitapta toplam on sekiz şiir var, her şiir iki ya da üç sayfa tutmuş. şiirlerin orta uzunlukta olması ve özgür çağrışımlara açılması, kendi biçimini yoğurarak mimarisini kurabildiği için sarkıklığa dönüşmüyor.
enver ercan’ın editörlüğünde yayımlanan kitabın desende mavi, lacivert, yazılarda turuncu renkler kullanılarak hazırlanmış kapağını aret gıcır yapmış. arka kapakta şairin “vesikalık” denebilecek çok küçük fotoğrafının üstünde yer alan sunuş çok değişik ve özgül, şairin kaleminden çıkmış olması muhtemel: “bu kitapta yer alan şahıs ve mekânların gerçekle alâkaları tamdır. kahramanları hep yanlış ata oynayanlardır: kediler, kadınlar, muhabbet kuşları, gözyaşları...hepsi sahiden vardır ve bir dönem yaşamışlardır. şiirden hazzetmeyenler, ‘grapon kağıtları’nı yılbaşı ve diğer ehemmiyetli günlerde evi süslemek için kullanabilirler ya da bir ruh çağırma seansında, inatçı ruhlara seslenen uyduruk şarkılar olarak mırıldanabilirler.
yalnızlığı ve yalnız kalmışlığı en iyi anlatanlardandır didem madak. o benim dert ortağım.
''ortam şiire acaip müsait efendimiz
acaip bir atmosfer yarattınız
kar yağdı, yüzümün yolları kapandı.
hayır, tuzlama çalışması yapmıyorum efendimiz.
ne bir kimseyi göresim var, ne konuşasım var bir kimseyle.''
insanlar öldüler, hep öldüler, bir gün öldüler
anlaşılmaz!
gecenin çekmecesinde unutuldular sonra
bir inci kolye gibi dağılmış boncukları.
belki bir gün balkona çıkar
blok flütle çocuk şarkıları çalarım
''dostluğun biz sevgisiyle toplanırız burada''
sizler, bizler, ne bileyim herkesler...
insanlara uyanmalarını kim söylüyor füsun
kim sabah oldu diyor onlara?
bana artık büyü diyorlar
bütün renkleri mezun etmişler hayatlarından
karanlığa emekli öğretmenler gibi sanki insanlar.
bilirsin işte füsun gidişinden bu yana
hüzün sektöründe bilfiil yirmi üç sene görev yaptım!
infaza götürürken bari üstbenlerim
gözüme bir gökkuşağı bağlasalar.
bir gece kalkıp bütün ışıkları yakacağım füsun
şiirime ışıktan bir nokta koyacağım!
Acıklı sözler kraliçesiyim ben, yağmur bir daktilo kız kadar hızlı, hızlı daha hızlı,
Fazla vaktim kalmadı,
Artık ifadem alınmalı.
Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
Beni bir sütyen lastiğiyle asın.
inanın kendimin
"yokluğunda çok kitap okudum"
Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim,
Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
Kalbim neden ben?
Sırf sevinsin diye seni bir kere bile,
Elinden tutup parka götürmedim.
Hüzünlü bir hayat hikayesi ve bir döneme damga vuran şiirlerin sahibi.
Allah rahmet eylesin.
kendisini ve şiirlerini fark ettiğimde çok mutlu olmuştum en nihayetinde bizim topraklardan kadın şair çıkmaz çünkü toplumsal olarak ne yazık ki şiirin kadına yazılan bir şey olduğunu düşünüyoruz.
" Asaletimde sizin olsun baylar, rezaletimde. beni bir sütyen lastiğiyle asın." gibi şahane bir laf etmiştir.
duygulandiran dizeleri vardir, basarili yazar.
...
derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
annem
ki beyaz bir kadındır
ölüsünü şiirle yıkadım.
bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
acının ortasında acısız olmayı,
kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım...
Bir şair. En güzelinden. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2011554/+
...
seni sevince pazara çıktım sevinçten enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
oturup ağladım sonra, şaşırdın.
bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
canımın acısıydın.
...
"ah polyanna
içimde hep aynı şarkıyı çalan bir laterna:
cancağızım basma perdeme
bir çiçek de sen olsaydın
kaçarken yangın merdivenlerine
keşke grapon kağıtları assaydın."
"Lokum getirmişti ve kitap,
Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa.
Onu da tam buradan attım.
Ben ne de olsa yakıp yıkanlar listesinde
Ölü yada diri arananlardanım.
Bir Doğuş şarkısı söyletiyorum bazen hayatıma:
“Aramızda uçurumlar söz konusuyken”
Uçurumlarda tenzilat varken hazır
Uçalım, hadi uçalım
Ben nasıl olsa
Bu müsveddelerin ortasında yalnızım. "
Şiirleri Öküz, Ludingirra ve Sombahar dergilerinde yayımlandı. ilk kitabı olan Grapon Kâğıtları inkılap Kitabevi Şiir Ödülü’nü kazandı. Kanser nedeniyle 41 yaşında yaşamını yitirdi.
insan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!