Vurgun yemiş misali gönlüm
Tutuldu aşka
Ciğerimden yanıyorum
ben bu defa başka
Bu yangın benle ölünceye dek...
Zannetme birgün
geri dönmek değil niyetim
Hasrete teslim oldum gelmeyeceğim...
1. çaresizliği temsil etmesi.
2. yaşanmış bir hikayeyi akla getirmesi;
büyük bir fabrikanın üretim bandındaki en önemli makine bozulur. en değme ustalar ne yaptılarsa makineyi çalıştıramazlar. fabrika müdürü servis çağırmak zorunda kalır ve ertesi gün genç bir makine mühendisi gelir. bir saat makinenin her yerini kontrol eder. daha sonra yarım kiloluk bir çekiç ister. getirilen çekiçle makinenin dibine indirir bitane. makine, ustaların hayretleri içinde çalışmaya başlar ve üretim bandı normale döner. genç mühendis faturayı kesip müdüre verir. müdür faturanın 1000 dolar olduğunu görünce köpürür.
insaf be arkadaş, bir çekiç darbesine 1000 dolar fazla değil mi, diye sorar.
genç mühendis açıklamayı yapar:
çekiçle vurmak 1 dolar,
çekici nereye vuracağını bilmek 999 dolar.
kötü bir şey diye bilinir. öyle sanılır birçok insan tarafından. ötelenir; söylemesi bile ürkütür çoğunu. oysa kötü değildir dibe vurmak, "doğru kullanımını" biliyorsanız hayat kurtarıcıdır hatta.
ben mesela, çocukluğumdan beri havuzda/denizde hep derin kısımlarda yüzmeye özenmişimdir o hep bir ceket gibi üstümde taşıdığım gereksiz özgüvenimle; sırf dibe vurup kendimi iterek yukarı fırlayabileyim diye. büyük adamlar gibi omuzlarımın üstünden itibaren havayla buluşayım diye, 1 saniyeliğine de olsa. o his o kadar hoşuma giderdi ki, tarifini bile tam yapamayabilirim. havuza çivileme atlardım hep. tabii balıklama atlamayı bilmememin de etkisi vardı bunda, ama konumuz bu değil. severdim yani o suyun içinde gelen "uçma", "yükselme" hissini. iyi hissettirirdi kendimi, bir karış boyumla "büyük" hissettirirdi, güçlü.
ama ben sadece çocukluğumda dibe vurmadım hayatta. havuzda denizde dibe vurmadım yalnızca. gerçek dibe vurmalarım da oldu benim, karaya çakılmalarım da oldu. doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbirini çocukluğumda olduğu gibi "bile isteye" yapmadım. hep dibe vurmaya sevk edildim daha ziyade. edilgen çatıyla vurdum o dibe. çeşitli kereler hem de, yanılmıyorsam üç defa tüm hayatım boyunca. benim dibe vurmalarımın sebebi hep "aşk"tı. sağlam dibe vurmalar ama, haklı dibe vurmalar. bu nedenle biraz da komik gelir bana bu durum. dünyada o kadar acı var ki, hastalık acısı, ölüm acısı, ölümcül hastalık acısı, sevdiğin birinin/bir akrabanın gözlerinin önünde, ellerinde öldüğünü görme acısı. trilyonlarca acı var. aşk acısı diyorsun, nasıl geçebilir kimi zaman/çoğu zaman bu acıların önüne. geçebiliyor sen de biliyorsun, kimi zaman ölen en yakınının acısını ikiye üçe beşe on beşe katlayabiliyor o acı. nasıl yaptığı meçhul.
şimdi düşünüyorum, eğer dibe vurmasaydım bundan uzuuun yıllar önce ilk defa, sonra geçen sene bu zamanlar, sonra bu zamanlardan bir süre sonra bi daha, nasıl olurdum şimdiye? o kadar acı, insanı bitirmeye yetmez mi? daha ne olması gerekir ki yani bi insanın hayatında, en azından "ruhsal" anlamda bitmesi için? eğer dibe vurmasaydım, eğer dipte kalmasaydım bir süre, eğer kimseye karşı hiçbir şey hissedememe halini yaşamasaydım, su içmek de dahil olmak üzere yaptığım hiçbir eylemden tat alamama hali olmasaydı, hepsi sonrasında gelen o "aydınlanma" olmasaydı nasıl şimdi ben, ben olurdum? bunları yaşamayıp, acımı yaşamadan, geçiştirmeye çalışarak, iyiymiş gibi/mutluymuş gibi yapsaydım nasıl unutabilirdim? nasıl iyileşebilirdim? iyileşemezdim, ben olamazdım tekrardan.
insanoğlu "ben'cil" bir mahluktur biliyor musunuz? ne olursa olsun, ne derse desin, ne yaşarsa yaşasın, farkında bile olmasa da hep daha çok kendini sever. her şeyden çok kendine önem verir, kendini önde tutar. bu yüzden acı çekmekten de sıkılır bir süre sonra. başka biri için kendini o halde görmekten sıkılır. eeeh der aynaya bakıp, yeter be! yeter o an hakikaten, yeter.
işte o yüzden herkes vurmalı dibe, hayatında en az bir kere. çünkü dibe vurmayınca, o haldeyken dipte değil de ortalarda bir yerde kalınca yaşamak daha zor oluyor, yaşanmıyor hatta, nefes alınmıyor. olan nefesini, yettiği kadarıyla o "dip"te bırakıp, biraz boğulduktan sonra yüzeye yenilenerek, tazelenerek çıkmak gerekiyor. ancak o şekilde devam edebiliyorsun hayata. gerçekten ancak o şekilde "tam" olabiliyorsun. "sen" olabiliyorsun. dipteki "sen" ise, senin viranen daha ziyade, kalıntıların. karıştırma sakın.
Gereklidir. Üzerinizde bir yük yoktur, durum stabildir. Kontrol altında olan hiçbir şey yoktur, dışarda bir hayat akıyordur, ancak umrunuzda olmaz. Gereklidir, zira bir şeyleri bırakıp yeniden ele almak gerekir. Adını ''depresyon'' koyarsınız, ''çöküntü'' koyarsınız veya başka bir şey koyarsınız. Ne koyarsanız koyun, ondan kaçmayın; onu yaşayın. Dibine kadar, tüm kasvetiyle yaşayın ve sonra tekrar yükselmeye başlayın.
insanın özgür halidir. Kaybedecek birşeyi yoktur. Kazanacağı şeyler onu bekler. Böyle zamanlarda güçlü olmalı insan. Unutmamalı ki gecenin en zifiri karanlığı , sabaha en yakın olan vakittedir.