Bir konu hakkında hüküm koyabilmek için öncelikle o konu ile ilgili temel yapıyı ortaya koymak gerekir. Zira asıl olan zihnimizde canlanan veriler değil, varlığın ve kavramın bizzat kendisi veya varlık ve kavram üzerinde yetkili olan varlığın ortaya koyduğu bilgidir.
Devletin dini olur mu sorusuna cevap verebilmek için de kavramlara ve varlıklara bakmak gerekir.
Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Devlet varlık amacı nedeni ile yönettiği toplumu şekillendirir, kurallar koyar, uygulatır ve aksi davranışta bulunanları güç kullanarak cezalandırır. Yani devlet, devlete bağlı olanlar üzerinde güç ve kudret sahibidir. Zaten güç ve kudreti yoksa ortada devlet de yok demektir.
Din, üyelerine bir bağlılık amacı, bireylerin eylemlerinin kişisel ve sosyal sonuçlarını yargılayabilecekleri bir davranış kuralları bütünü ve bireylerin gruplarını ve evreni bağlayabilecekleri (açıklayabilecekleri) bir düşünce çerçevesi veren bir düşünce, his ve eylem sistemidir. Din, inanç sistemi üzerine kurulu olan bir yaşam biçimidir. Yani dini kurallar insanların yaşamlarını, hareketlerini ve düşüncelerini yönetir ve yönlendirir. Hayatınızı yaşarken vicdani olarak, ruhsal nedenlerle, belli kurallara bağlı olarak yaşıyorsanız, adı olsun olmasın aslında bir din yaşıyorsunuz demektir. Kişi, hiçbir dine inanmadığını söylese dahi, ortada zorunlu bir otorite olmamasına kaşın, hayatını şekillendirirken vicdani kurallara bağlı hareket ediyorsa dini inancı var demektir.
Devlet ve din kavramlarını bir arada ele aldığımızda her ikisinin de insan hayatını şekillendiren bir yapı olduğu görülecektir. Dünya üzerindeki insanlara baktığımızda neredeyse tamamının bir dini inanca sahip olduğu görülecektir. Şu halde devlet ve din kavramının her ikisi de insanların yaşam şekline müdahale ettiğine göre bir çatışma olması kaçınılmazdır. Bu durumda ya devlet dinin alanına girerek din üzerinde baskı ve hakimiyet kuracak ya da devlet dine uyarak dine göre hareket edecektir. Bu karşılaşmada başka ihtimal olmadığı gibi, din ve devlet işlerinin ayrı olmasının da fiili olarak bir karşılığı yoktur. Ütopik ve bir söylemden öte değildir.
Buradaki bir başka dikkat edilmesi gereken nokta, devlet denen kurumun işleyişinde yer alan varlıkların da insan olmasıdır. Şöyle ki bir tarafta devlet üzerinde söz sahibi olan bir grup insan, diğer tarafta ise devlet yönetimine tabi olan başka bir grup insan vardır. Devleti yönetenler de insan olduğuna göre insan olmanın getirdiği özellikleri dolaylı olarak devlet de gösterecektir. Kanun koyucu insanlar inanç değerlerini aldıkları kararlara yansıtacaklardır. Din tanımında olduğu gibi, vicdani olarak içindeki sesi dinleyerek hareket eden her insan aslında bir inanca sahip demektir. Sonuç olarak, devletin tamamen inançtan bağımsız olarak yönetilmesi sözde olsa da fiili olarak mümkün değildir.
Meseleye dini açıdan bakılacağında her inanç sisteminin devlete bakışının farklı olduğu görülecektir. Bir Müslüman olarak diğer dinlerin detayına girmeden meseleye islam çerçevesinden bakalım.
islam, ilahi dinlerin sonuncusudur. islam’ın iki temel kaynağı vardır. Birincisi Kuranı Kerim, ikincisi peygamberin yaşamı, sözleri ve davranışlarıdır. Peygamberin yaşamı, Kuranın ve dolayısı ile islam’ın hayat içerisinde uygulanmasının fiili örneğidir.
Bir kişinin Müslüman olabilmesi için Allah’ın hükümlerinin tamamını kabul etmesi gerekir. Yani Müslümanım diyen kişi işine gelsin veya gelmesin, mantıklı olsun veya olmasın, Kuranı Kerimde yer alan altı binin üzerindeki her bir ayetin Allahtan geldiğini ve hiç tereddütsüz buradaki emirlere uymakla yükümlü olduğunu bilmek ve buna göre hareket etmek zorundadır. Benzer durum peygamberin yaptığı ve söylediği şüphesiz ortada olan söylem ve davranışlar için de geçerlidir.
Kuranı Kerimde, miras, ceza, devletlerarası ilişkiler, ekonomik ve mali sistem, yaşam vb. pek çok konuda emir veren, hüküm koyan ayetler vardır. Bu ayetlerin gereğini bir ferdin yerine getirmesi mümkün değildir. Örneğin suçsuz yere insan öldüren kişinin öldürülmesi, hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, eşkıyalık yapanın öldürülmesi, faizin yasak oluşu gibi. Bu hükümler ancak bir devlet ve otorite tarafından uygulanabilir.
Peygamberin hayatı incelendiğinde islam’ın Medine’de devlet yapısına büründüğü ve Allah’ın emirlerinin devlet olarak uygulandığı görülecektir. Bu konuda herhangi bir şüphe ve tereddüt yoktur.
Sonuç olarak islam’a göre devlet de dine uygun olarak yönetilmek zorundadır. Hem mantıken de bu durum böyledir. Zira öyle bir Allah düşünün ki, tüm kâinatı ve insanı yaratmış, her şey üzerinde güç ve kudret sahibi olsun, ancak toplumu şekillendirme ve güç kullanma yetkisine sahip olan bu kadar önemli bir yapı olan devlet üzerinde söz sahibi olmasın, insanların toplumsal hayatını kendi fikirlerine bıraksın.
Şimdi bu noktadan sonra devletin dini olmaz veya olmamalıdır diyebilir misiniz, tabi ki diyebilirsiniz. Ancak bu durumda Müslüman olamayacağınızı da bilmelisiniz. Zira islam açıkça devlet yönetimine müdahalede bulunur ve Kuran’ın tek bir hükmünü bile kabul etmeyen kâfirdir. Bu konu hiç şüphesiz açıktır. Tüm bunlara rağmen hala din devlete karışmamalı diyebilirsiniz. Bu durumda mahşer günü dinle devletin ayrı yapılar olduğuna Allah’ı ikna etmeye çalışabilirsiniz. Tabi gücünüz yeterse. Ha zaten hesap gününe inanmıyorsanız, Müslüman olmadığınız için bu dünyada her türlü şeyi deme özgürlüğüne sahipsiniz.
Devletin türüne bağlıdır. Demokratik bir ülkede olmaz, olmamalıdır. Herkes istediği inancı seçmekte özgürdür. ister allaha taparsın, ister makarnaya. Kişiye kalmış. Yargılanmaması gerekir.