AKP-MHP ittifakının türbanı üniversitelerde serbest bırakmak için anayasa değişikliğini gündeme getirmeleriyle pekişen Sünni islamı yayma politikası, laik kesim tarafından "devletin dini olmaz" itirazıyla eleştirildi.
"Devletin dini olmaz" değerlendirmesi doğrudur, fakat Türkiye'de devletin dinciliğini AKP ile sınırlamak eksik ve yanlıştır. Çünkü, Türkiye'de devletin dini hemen her dönem olmuştur. AKP iktidarının yaptığı bunu, ABD'nin Ortadoğu'da kendisine biçtiği taşeronluk rolüne hizmet edecek ve kendi iktidarını pekiştirecek şekilde daha fazla öne çıkarmak ve geliştirmektir. Fakat, bu gerçek, AKP iktidarından önce devletin, laik bir devlet olduğu anlamına gelmez.
Türkiye'de devletin her zaman dini olmuştur. Bu din Sünniliktir. Devletin dini kullanması, salt eğitimle sınırlı kalmamıştır. Sünnilik yaşamın birçok alanında devlet tarafından desteklenmiş ve gelişmesine yardım edilmiş ve asıl önemlisi, toplumsal yaşam bu inanca göre şekillendirilmiştir.
Devletin resmi bir dininin olması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar dayanır. Feodal devletin, burjuva demokratik devrimleriyle yıkarak kendi iktidarını kuran Avrupa kapitalist ülkelerinde, burjuvazi aynı zamanda dinin devletin üzerindeki egemenliğine de son verdi. Feodalizmde sistemin en etkili kurumu olan kiliselerin, kapitalizmle birlikte etkileri sınırlandı, egemenliklerini burjuvaziye kaptırdılar.
Fakat, Türkiye'de bu süreç burjuva demokratik devrimlerini yapan ülkelerden farklı yaşanmıştır.
Bu çatışma hiç kuşkusuz ülkemizde de Kurtuluş Savaşı'nı izleyen yıllarda küçük-burjuva diktatörlüğüyle feodal kesimler arasında da yaşanmıştır. Kemalist devrimler "yukarıdan aşağıya" geliştirilen devrimlerdir. Bu noktada da Kemalist iktidar, bir yandan dincilikle, dinciliğin kurumlarıyla çatışmış ama bir yandan da onları kullanmak istemişttir. Bu paradoks, neredeyse cumhuriyet tarihi boyunca süren bir paradoks olmaya devam etmiştir. iktidarlar da, tabandaki dinci gericilik de dini kullanmış, çatışma çeşitli dönemlerde öne çıkmış ve bugüne kadar da süregelmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, "tekke ve zaviyelerin kapatılması", "ezanın Türkçe okunması" gibi, dinin etkisini sınırlayan kimi adımlar atılsa da, sonuca ulaştırılamadığı için, bunlar cumhuriyetin laik bir sistem olarak şekillenmesini sağlamaya yetmemiştir.
Sonraki dönemde de, yeni-sömürgecilik ilişkileri ile geliştirilen çarpık kapitalist yapı içinde, işbirlikçi tekelci burjuvazi, iktidarını feodalizmle paylaşmak zorunda kalmış, oligarşik yapı içinde, feodal unsurlar da iktidar gücü olarak yer almıştır. Feodalizmin tasfiye edilememesi, dinin de tasfiye edilememesi anlamına gelmektedir.
Anlattığımız bu süreç, ülkemizde devletin dininin olmasının nedenlerinden birisidir.
Diğer bir neden, oligarşinin Sünniliği, kendi iktidarını pekiştirmek için kullanmasıdır. Oligarşi, Sünniliği kullanarak diğer muhalif kesimleri baskı altında tutmuştur. Oligarşi Sünni tabandan iktidarına kitle desteği oluşturma politikası izlemiştir. Türkiye'de sınıflar mücadelesinin gelişmesi ile birlikte de, milliyetçiliğin, şovenizmin yanında Sünni dinciliği de özel olarak geliştirmiş, desteklemiş, sınıflar mücadelesinin karşısına çıkarmıştır.
Bu gerçekler ışığında düşünüldüğünde, dinciliğin Türkiye'de salt AKP gibi dinci iktidarlar tarafından geliştirilmediği, bunun bir devlet politikası olarak süreklilik gösterdiği görülecektir. Zaten açıkça görüleceği gibi, din, devlet yapısı içinde Diyanet ‹şleri Başkanlığı şeklinde kurumlaşmıştır. Diyanet ‹şleri, "devletle din işlerinin ayrılması"nı değil, tam aksine iç içe geçmesini ifade eden bir kurumdur.
Bu yanıyla değerlendirildiğinde, laikçilerin "AKP politikalarının laik devletin yapısını bozduğu" şeklinde değerlendirmeleri gerçeği ifade etmemektedir. Böyle yansıtmak isteyenlerin bir kısmı devleti çözümleyemeyenler, bir kısmı da devletin mevcut yapısından rahatsızlık duymayıp, sadece dinciliğin AKP'nin iktidarını güçlendirecek şekilde kullanılmasına itiraz edenlerdir. Dinin başka türlü kullanılmasına itirazları yoktur.
Laik devletlerin yapısı böyle olamaz. Elbette, laik devlet demek, kişilerin inanç özgürlüğünün yasaklanması demek değildir. Fakat laik devlet, farklı dini inançlar arasında ayrım yapan, birini benimseyip diğerlerini dışlayan, birini destekleyip diğerlerini baskı altına alan bir devlet de olamaz. Böyle yapan devletin dini var demektir.
Yine laik devlet, toplumun dinin etkisi altında, geri bıraktırılmasına karşı programlı bir şekilde mücadele eder. Toplumsal yapıyı dinin etkisi altından kurtarıp, en genel anlamda da olsa bilime yönlendirir. Tekrar belirtirsek, bu süreci baskı ile değil, uzun vadeli bir eğitim ve toplumsal yapıda yaratacağı dönüşümle sonuca ulaştırır.
Fakat açıktır ki, Türkiye'de AKP iktidarından önce de böyle bir politika olmamıştır. AKP iktidarının bu noktada yaptığı dinciliği daha fazla geliştirmek, devlet kurumlarında ve toplumda daha fazla egemen hale getirmektir.
Bu Düzeni Laik Olarak
Tanımlayanlar, Gerçekte
Laikliği Savunamazlar
"Devletin dini var mıdır, yok mudur, Türkiye Cumhuriyeti laik midir değil midir?" tartışmasını, anayasa üzerinden, milletvekillerinin mecliste ettikleri "Laik cumhuriyete bağlı kalacağım" yeminleri üzerinden değerlendirmeye çalışanlar da, soruna biçimsel yaklaşmaktadırlar.
Evet, anayasalar bir devletin yapısını ifade eden yazılı belgelerdir. Fakat, bu demek değildir ki, anayasalarda ne yazıyorsa devletin yapısı da bire bir odur. Örneğin, anayasada "yönetim biçimi demokrasidir" diye yazabilir, fakat devletin niteliği faşist olabilir. Bunun gibi anayasada laik diye yazar, fakat devletin niteliğinde dincilik olabilir.
Laik düşünceyi savunan veya savunduğunu söyleyen kimi kesimlerin, AKP'nin dinciliği geliştirmeye yönelik politikalarına karşı gösterdikleri tepki, bu yanıyla da etkisiz kalmaktadır.
Çünkü, devletin dinciliğini AKP ile başlatıp, mevcut devletin yapısını laik diye tanımlamak, bu kesimleri, devletin dini kullanmasının tüm biçimlerine ve kurumlarına karşı mücadele etmekten de alıkoymaktadır. Örneğin, bu kesimler, bugün MHP'nin türbana destek vermesi, ordunun etkili bir tepki göstermemesi örneklerinde olduğu gibi, laikliği savunmasını bekledikleri çeşitli kesimlerin tavrına şaşırmaktadırlar.
Bunun nedenlerinden biri de, devlet-din ilişkisinde yaptıkları sığ değerlendirmelerdir. Sistemin yapısını doğru tahlil etmiş olsalardı, geçmişten günümüze Sünniliğin devlet dini olarak nasıl sahiplenildiğini, dinin düzen tarafından nasıl kullanıldığını, toplumsal yapıda nasıl örgütlendiğini, "yeşil kuşak" projelerinden günümüze kadar dinin emperyalizm tarafından nasıl kullanıldığını tahlil etmiş olsalardı, ortaya çıkan tavırlara şaşırmayacaklardı. Durum böyle olduğunda, bu kesimler laik bir sistemin savunucusu da olamamaktadırlar. Çünkü laiklik diye tanımladıkları sistem, dini Sünnilik olan bir sistem olmaktan öteye gidememektedir.
Çözüm, 12 Yıllık
Zorunlu Eğitim Mi?
Mevcut sistemin dışında düşünemeyen, dolayısıyla AKP'nin türban üzerinden geliştirdiği politikaya karşı politika üretemeyen anlayışın bir biçimi de, reformist sol cephede görülmektedir.
Bu kesimlerin temsilcilerinden ÖDP anlayışı, "12 yıllık temel bilimsel eğitim zorunlu kılınmalı" düşüncesiyle AKP'nin eğitimde dinciliği geliştirme anlayışının karşısına alternatif ürettiğini iddia etmektedir.
Hatırlanacaktır, laikçi kesim geçmişte 8 yıllık eğitime de çok büyük misyon yüklemişti. Şubat 1997 MGK toplantısında "8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim" kararı alınmış ve Anasol-D hükümeti o zaman bunu "cumhuriyet tarihinin en büyük devrimlerinden birisi" olarak değerlendirmişti. Fakat, görüldü ki, kendi başına 8 yıllık eğitim, ne dinciliğin gelişmesine engel oldu, ne de toplumda bilinç seviyesini yükseltti. Farklı olması da düşünülemez. Eğitimin muhtevasından bağımsız olarak, 8 yıllık eğitim ya da 12 yıllık eğitim, dinci eğitimin alternatifi değildir. Ancak eğitimin muhtevasının değişmesi ile birlikte, zorunlu eğitimin süresi de, bir anlam ifade edecektir. Eğitimin muhtevası ise, sistemin yapısından bağımsız olarak düşünülemez.
Dolayısıyla, 12 yıllık eğitim önerisinin de ÖDP anlayışının iddia ettiği gibi bir alternatif üretme yanı yoktur. Yine mevcut türban çatışması tarif edilerek, deniyor ki, "Özgürlükçü sol bu kamplaşmanın karşısına üçüncü yolu çıkarıyor: Özgürlükçü laiklik." Ek olarak, devletin bütün dinlere eşit mesafede olması, Sünniliği desteklememesi de alternatif diye öneriliyor.
Bunların bir kısmı, örneğin toplumun belli kesimlerinin, demokratik talepler olarak gündeme getirebileceği talepler olabilir. Fakat, bu taleplerin mevcut kesimlerin çatışmasının karşısında bir üçüncü yol, bir alternatif olma özelliği zerre kadar yoktur.
Tersine, bu önerileri bir alternatif gibi sunmak mevcut çatışmanın niteliğini de anlamamış olmayı gerektirir. Örneğin 12 yıllık eğitimi, aynı şekilde AKP'de uygulayabilir, CHP'de uygulayabilir. Bunun ismini onlar da "temel bilimsel eğitim" koyabilir. Ve örneğin AKP'nin elinde 12 yıllık zorunlu eğitim, tam da dinci kadrolaşmaya hizmet edecek şekilde bir araç olabilir. Dolayısıyla bu önerileri alternatif olarak getirmek, bir alternatif önermemektir. Düzeniçi düşünen anlayış aslında bir alternatif önermemenin politikasını yapmaktadır.
Sorunu sistemden bağımsız değerlendiren bakış açısı, laiklik değerlendirmesinde de kendini gösteriyor. Sanki, mevcut sistemdeki baskı "laiklik" kavramından kaynaklanıyormuş gibi, alternatif olarak "özgürlükçü laiklik" öneriyor. Bugün ülkede laiklik adına baskı uygulanıyorsa, bu laiklik baskıcı olduğu için değil sistemin niteliğiyle ilgilidir. Ya da bu sistem içinde "özgürlükçü laiklik" denildi diye otomatikman, özgürlükçülük gelmez.
Fakat, ÖDP anlayışı geçmişte "özgürlükçü sosyalizm" tanımı yaparak, sosyalizmin baskıcı bir sistem olduğu propagandalarına hizmet ettiği gibi şimdi de, dinciliğin "laiklik baskıcılıktır" çerçevesinde yaptığı propagandaya destek vermiş, dahası kendisi bir alternatif görüş ortaya koyamamış olmaktadır.
Eğer AKP politikalarına bir alternatif üretilecekse, bu mevcut sistemin dışında bir alternatif olacaktır.
2008.02.10
yoktur. hele türkiye cumhuriyeti devletinin hiç yoktur. çünkü her ne kadar engellenmeye çalışılsa da laik bir yönetim sürdürülmektedir. dikkatinizi çekerim devlet diyorum hükümet değil. çünkü hükümetler geçicidir devlet kalıcıdır.
çoğunluğun kabul ettiği varsayılan dindir.
evet,bir devletin herhangi bir dini desteklemesi, finansörlüğünü yapması din ve vicdan özgürlüğüne aykırıdır.
ama, devletlerin varlığını sorgulamak yerine dinlerini, ideolojilerini, sınırlarını, bayraklarını tartışmak, o devletlerin varoluş felsefelerine aykırıdır.
her devlet, o devletteki "seçilmiş" "seçkin" tabaka tarafından yönetilir.
ve her devlet çoğunluğun ezici gücünü kullanıp azınlıkların yaşam haklarını yoksayarak varolabilir ancak.