astigmat olan bir kadın olabilir. yakını da uzağı da göremez. yakına bakınca bir işe yaramadığını anlar. bari uzağa bakayım da bir "halt" sansınlar mantığıyla uzağa bakar.
hemen yanına yaklaşılıp uzun uzun sohbet etme arzusu doğuran kadındır; uzun ve dolu dolu yaşadığı geçmişine bakıyordur veya yaşayamadığı...
ancak anlatacak çok şeyi vardır, sürekli konuşan kadından daha ziyade. özlemleri, pişmanlıkları vardır belki de. kaybettiği değerli bir şeyi vardır, onu düşünüyordur...
dinlenesi ya da yanında uzaklara dalınası kadındır.
düşünen kadındır. beyninden bin tane olay geçiyordur. sosyal, siyasi, gelecek... herşeyi düşünüyordur. benim de sürekli takındığım durumdur ama elimde değil. "yine neye daldın?" sorusu ile kendime gelirim. bu ülke de bir yanım hüzün benim.
irisi heyecandan büyümüş olan gözlerim, bir nefes kadar uzağındayken ve hatta gözlerimiz birbirine temas ederken, zamanın zaman olmaktan sıyrıldığı küçücük bir an parçasında, onun gözlerinin keskin açılarında gördüğüm kendi gözlerimi, onun uzakları olmaktan kurtulamamış halde yakalıyorum. evet, gözlerimin içine bakarken uzaklara dalıyor aslında. bana bakarken, aslında o geçmişte kalmış, hatıraların kara zindanlarında müebbet hükümlere sürülmüş anılarını düşündüğünü anlıyorum o an. fakat ümitsizce susuyorum, bu gördüğüm gerçeği söyleyemiyorum ona. gözlerimde gördüğü, belki kırmızı bir şarabı içtiği, belki tophaneden denize karşı naneli bir nargileyi tüttürdüğü, belki istiklal caddesini etrafındaki kalabalığa bakmaksızın turladığı, belki şehrin ışıklarında gözlerinin kamaştığı, belki haliçe tepeden bakan bir manzaradan resim çektirdiği, belki tortellini makarnasının dibini getiremediği, ya da rüyasında mutluluğa gittiği anılarının çoğunda başka birisi var yanında, ben değil. oysa benim gözlerime bakıyor yalancı gözleriyle. sen benim her şeyimsin derken sarfettiği yalancı sözleri de kuşanarak. yanımda olmasına rağmen başka yerlere, geçmiş mutluluklara atıyor kalbi. sonra başkası oluyor o. sonra ben başkası oluyorum. sonra, şehirler arası bir terminalin bekleme salonunda, denize bakan bir çay bahçesinin uç tarafındaki bir sandalyede, gecenin yıldızlarla donatıldığı bir istanbul ruhunda; başka bir kadın olarak başka başka hallerde ama hep uzaklara bakarken görüyorum onu. ben de başka birisi olduğum için artık, o başka kadının , başka kadınların o olmamasına üzülmüyorum. belki ben de onun gibi geçmişe gidiyorum bazen de geleceğin o kadar mutlu olamayacağını hissedip, işte ona üzülüyorum. sonra başkası olmuş haline, gözlerime bakan gözlerine tekrar dikkat kesiliyorum ve kendimi o sözü geçen uzaklar olarak görüyorum da, işte asıl ona üzülüyorum, hayata geç kalmışlığıma...
görüyorum bu kadınları minibüsde, vapurda, yolda ve kaldırımda, bazense bir kır yürüyüşünde. gözlerinden hüzün akıyor, çaresizlik ağlıyor sevilmeyi umarak. kimisi sevgilisinden ayrılmışlığın, kimisi kocasını kaybetmişliğin, kimisi de 27 yaşın getirdiği evde kalmışlığın tedirginliğiyle "benim de ayağına patik örebileceğim bir çocuğum olacak mı acaba? hiç kıyamam ona, üşümesin ayakları" düşünceleriyle hayali bir evlada olan özlemin getirdiği etkiyle bakıyor sonu olmayan bilinmez uzaklara.
kimisinin yanına yaklaşıyorum, "merhabalar güzel bayan. sevgisizlik mi, yoksa çaresizlik mi size bu ıslak gözleri sunan" diye usulca kulaklarına fısıldıyorum. bu soru onları mutlu ediyor biliyor musunuz? sahra çölünün kum tanelerinin arasında 17 yaş doğum gününde hediye edilmiş, ancak o günün akşamı kaybettiği yusufcuk şekilli küpesinin tekini bulmuş gencecik bir kızın gülümsemesi gibi bir gülümseme beliriyor dudaklarında imkansıza inanamayarak.
bir kahve içiyoruz bazen, bazense sıcak bir şöminenin başında kaderin şık çalımlarını konuşuyoruz. sevişmek manası hiç olmasa da hareketlerde, insan olduğumuz tanrının bir armağını gibi benliğimizde hissediliveriyor ansızın. ertesi sabah o kadın, güzelliğinin farkında olmayan, dünyanın en mutsuzu kendisini sanan, yüreğinin yangınlarını gecenin kör karanlığında, victor hugo'nun şarabının son yudumlarını içerken yazdığı mısralarıyla söndürecek bir erkeğin hayalinin gerçekten var olabileceğini uman kadın, belki bir otobüse biniyor, belki de bir şehirler arası otobüse. müzik çalarında ise sevimli melodiler var.
bense çalışma masamın başında iki gün önce yaptığım hesaplarımı karıştırken gördüğüm bir harf ile dalıyorum beyaz kağıda. aslında ne kadar uzak ve ne kadar yakınız biz. bir daha hiç buluşamayacak olsak da ne kadar seviyoruz birbirimizi biz. beyaz teninin kokusu ne kadar da sahici.