ders veren hikayeler

    1.
  1. anlamlı bir mesaj içeren insanın ders çıkardığı hikayelerdir.

    Hintli yasli bir usta, ciraginin surekli herseyden
    > sikayet etmesinden bikmistir. Bir gun ciragini tuz almaya
    > gonderir.
    > Hayatindaki herseyden mutsuz olan cirak dondugunde,
    > yasli usta ona, bir avuctuzu,bir bardak suya atip icmesini soyler.
    > Cirak, yasli adaminsoyledigini yapar ama icer icmez agzindakileri
    > tukurmeye baslar.
    > Tadi nasil? diye soran yasli adama ofkeyle aci diye
    > cevap verir.
    > Usta kikirdeyerek ciragini kolundan tutar ve disari
    > cikarir. Sessizce az ilerdeki golun kiyisina goturur ve
    > ciragina bu kez debir avuc tuzu gole atip, golden su icmesini soyler.
    > Soyleneni yapan cirak, agzinin kenarlarindan akan suyu koluyla
    > silerken, usta ayni soruyu sorar:Tadi nasil?
    > Ferahlatici diye cevap verir genc cirak. Tuzun tadini
    > aldin mi?diye sorar yasli adam,
    > Hayir diye cevaplar ciragi. Bunun uzerine yasli adam,
    > suyun yanina diz cokmus olan ciraginin yanina oturur ve
    > soyle der:
    >
    > Yasamdaki acilar tuz gibidir, ne azdir, ne de cok.
    > Acinin miktari hep aynidir. Ancak bu acinin siddeti, neyin icine
    > konulduguna baglidir.. Acin oldugunda yapman gereken tek sey aci
    > veren seyle ilgili hislerini genisletmektir. Onun icin
    > sen de artik bardak olmayi birak, göl olmaya calis
    10 ...
  2. 26.
  3. Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. "Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?" diye sordu.
    Öğrenciler, '50gr!' .... '100gr!' .... '125gr' cevabını verdiler.
    "Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem" dedi profesör ve devam etti: "Ama, benim sorum şu: Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?"
    - Hiçbir şey - Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
    - Kolunuz ağrımaya başlardı.
    - Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
    - Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
    Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
    - Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı? Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar: "Hayır."
    - Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
    Profesör ikinci bir soru daha sordu:
    - Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
    - Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
    Profesör beklediği cevabı almıştı.
    Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı: "Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz.
    Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız. Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye, 'Bardağı yere bırak' olmalıdır." -alıntıdır
    7 ...
  4. 10.
  5. Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
    bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
    gibi hareketler yapan birini görür.
    Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
    vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
    adam olduğunu fark eder.

    Genç adama yaklaşır:
    - Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
    Genç adam yanıtlar;
    - Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
    Onları suya atmazsam ölecekler.
    Yazar sorar;
    - Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
    Ne fark eder ki?
    Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
    daha alır, okyanusa fırlatır.
    - Onun için fark etti ama...
    5 ...
  6. 14.
  7. Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu.
    Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.
    Dinlenmek ve kitabını okumak için VIP salonunda bir koltuğa yerleşti.
    Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı.
    Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:
    Sinir birşey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı onu yumruklardım diye düşündü.
    Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.
    Nihayet son kurabiye kalınca kadın 'Bu küstah adam şimdi ne yapacak' diye düşündü.
    Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi
    Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.
    Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.
    Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.
    Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı,
    Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı.
    Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.

    Taş atıldıktan sonra!

    Söz ağızdan çıktıktan sonra!

    Fırsat kaçtıktan sonra!

    Zaman geçtikten sonra!
    5 ...
  8. 8.
  9. Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlanda da aynı illet vardı; fakat o hastalıktan mucizevî şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı!" dedi. Kollarınan serum takılıp birinden öbürüne kan nakli yapılmaya başlandı. Kan nakli ilerlerken, çocuk, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu. Bir an geldi, gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu: "Doktor amca, hemen mi öleceğim?..." Böyle bir soru doktoru şaşırtmış, ablasını da ağlatmıştı. Meğer minik yavru, doktoru yanlış anlamış, ablasına vücudundaki bütün kanları verip, öleceğini sanmıştı. Meğer o, ablası yaşasın diye, kendi ölümünü göze almıştı; bütün kanını vermeye evet demişti, yeter ki ablası canlı kalsın, ölmesin.
    5 ...
  10. 6.
  11. Patates bahçesi

    Nebraskada yaşlı bir adam yaşıyordu. Patates ekmek için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, fakat bu o yaştaki biri için çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve durumunu anlattı:

    Sevgili David,

    Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.

    Sevgiler, Baban.

    Yaşlı adam birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı:

    Babacığım, sakın bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm!

    Sevgiler, David

    Ertesi gün sabaha karşı FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdı ama herhengi bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

    Babacığım, Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.

    Sevgiler, David.

    *****
    can atakli
    6 ...
  12. 11.
  13. Bir gün Avrupanın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablo belliki oldukça pahalıdır.

    Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o mağazaya gider. Şanslıdır tablo hala satılmamıştır .içeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve "Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum. Tüm paramda bu kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve resmi satar.

    Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.

    Mağazada adamın arkadaşlarıda vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar.

    -Sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?

    Adam cevap verir:

    -Evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim. Ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim.
    5 ...
  14. 4.
  15. Kavanozdaki hayat

    Profesör, felsefe dersinde büyükçe bir kavanozu masanın üstüne koymuş ve içerisini tenis topları ile doldurmuş. Öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sormuş.

    Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade etmişler. Bu sefer çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza dökmüş, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmuş.

    Öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sormuş profesör. Öğrenciler :Evet doldu demişler."

    Profesör bu kez kumu yavaşça kavanoza dökmüş. Kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurmuş. Tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sormuş.

    Öğrenciler de koro halinde "Evet, bu kez gerçekten doldu" demişler. Gülümsemiş profesör ve masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi kavanoza boşaltmış. Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurmuş.

    Profesör "Eveeet" diyerek: "Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım. Şöyle ki; bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; dininiz, ibadetleriniz, aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız vs. Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl taşları ise daha az önemli olanlar; işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerli. Vaktimizi ve enerjimizi ufak tefek şeylere harcar, israf edersek, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sıhhatinize dikkat edin. Eşinize ilgi gösterin. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Kavanoza öncelikle tenis toplarını yerleştirin. Hayatınızdaki incelikleri sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur!" demiş. Bu arada bir öğrenci parmağını kaldırmış ve sormuş: "Peki, o iki fincan kahve nedir hocam?" Profesör bilge tavırlarıyla eklemiş: “Bu soruyu sorduğuna sevindim. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek vakti ayırın!"
    4 ...
  16. 24.
  17. Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu... Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: “Kımıldamayın! Para devletindir, ama hayatınız sizindir.”
    Herkes sessizce yatar… Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı”dır.
    Söylermisiniz Asıl Soyguncu kim?
    Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek…
    Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada... Soyguncu bağırır: “Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!”
    Bunun adı “Profesyonellik”tir. işin neyse onun üzerinde yoğunlaş!
    Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): “Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. Daha yaşlı olanı der ki: “Çok aptalsın be! Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.”
    Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kâğıt diplomalardan çok daha önemlidir.
    Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra şube müdürü, şube şefine hemen polisi aramasını söylemiş. Şef demiş ki: “Durun hele müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?”
    Buna “Dalgayı yakalamak” derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!
    Müdür der ki: “Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!”
    Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir.
    Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış!
    Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… Tekrar tekrar saymışlar. Bakmışlar hepi topu 20 milyon! Çok kızmışlar bu işe:
    “Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!”
    Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir…
    Banka müdürü çok mutludur. Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için...
    Buna “Fırsatları kullanmak” derler. Kazanmak için risk almak gerekir.
    PEKi, GERÇEK SOYGUNCULAR KiMLER ŞiMDi?
    4 ...
  18. 12.
  19. Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve
    mücevher ustası olmaya karar vermiş. "Bu mesleği yapacaksam,
    iyi bir mücevher ustası olmalıyım" diye düşünmüş ve ülkedeki
    en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş,
    yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından
    kabul edilmiş. "Anlat, dinliyorum" demiş usta. Genç adam
    anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir
    mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış.

    Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri
    bitince de ona bir taş uzatmış, "Bu bir yeşim taşıdır" dedikten
    sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış.
    "Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma.
    Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle" demiş ve
    şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.

    Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen
    annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da
    kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk
    konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi
    artıyormuş. Günler geçmeye başlamış. Genç adam
    sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

    "Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister.
    Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak.
    Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım,
    böyle bir eziyetle nasıl yaşarım. Bu ne biçim ustalık.
    Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı."
    diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene
    ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

    Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş.
    Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat
    kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp
    taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş.

    Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu,
    her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış.
    Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra,
    büyük ustanın karşısına çıkmış.
    Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince,
    genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun,
    bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği
    gururla elini uzatmış, avucunu açmış.

    "işte taşın" demiş, "Bir yıl boyunca avucumda taşıdım,
    şimdi ne yapacağım?" Yaşlı usta sakin bir sesle cevap
    vermiş: "Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da
    aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın."
    Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini
    kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış.

    Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış,
    mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana
    böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra
    söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken,
    yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış.
    Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp
    çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı
    biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş:
    "BU TAŞ, YEŞiM TAŞI DEĞiL USTA!".
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük