bir anlık hissedilen büyük üzüntünün yersiz olduğunu görüp, karşıt duyguların ani değişimlerine maruz kalmaktır.
düşüncesi bile insanı yeterince olumsuz etkilerken, bu durumda olanların psikolojisini kısa süreliğine de olsa anlamanızı sağlar. hayatta en sevdiğiniz insanı kaybetmek, fazlasıyla duygusal çöküş yaşatır her bünyede. kabul edilemez bir süre zaten, her şey hayal olarak, sadece bir rüyadan ibaret olarak algılanır. hiç olmamış gibi. böyle bir durum başıma geldiğinden değil, samimi tanıdığımızı kaybettiğimiz için söylüyorum.
lise zamanlarım. her şey gayet düzenli hayatımda, sıradanlık hakim ama sıkıcı değil. annem 5 yaşında sandığı şahsıma fazlasıyla ilgili. gerçi şimdide öyle, 30 yaşında da öyle olacak gibime geliyor. anne işte, yetmez mi bu kelime her şeyi anlatmaya? ama babamın yeri ayrı. o, sevgisini içinde yaşayan, ilgisiz gibi davranan ama son derece endişeli, her daim desteğini eksik etmeyen, sevgisi ölçülemez hayat parçam. şimdi size ailemi anlatmaya gelmedim tabii, yaşanmış bir hikayesi var ki bu başlık açıldı.*
otobüsten inip, tek hamlede çantamı sırtıma geçirdim. yürüdükçe ağırlaşıyor, sanki arkadan biri sürekli kitap ekliyor anasını satim. yorgunluk işte. 2 saat boş derste, zamanı olabildiğince dolgun yaşamayabilmek için maçta o kadar koşarsan olacağı bu. mahalleme vardığımda sürekli gördüğüm tanıdık yüzler arasında eve doğru yürümeye devam ediyorum. kapının önüne vardığımda zile bastığım halde kapıyı açan yok. müzik eşliğinde elektrik süpürgesi sesi geliyor. duymaz tabi annem zilin sesini. kesilmesini bekliyorum 5 dakika kadar sesin, sonra tekrar zile abanıyorum işaret parmağımla. nihayet, kapı açılıyor. içeri girdiğimde koltuklar yerlerinden oynatılmış halde. kapsamlı temizlik var anlaşılan.*
akşama kadar oyalanıyorum etrafta. babam geliyor sonunda işten. hasta ama birkaç gündür. grip olmuş, üstünde bir halsizlik var. geldiği gibi yemekten sonra yorgunluğunu üstünden atmak için biraz uzanır. ama sonra kalkar, sosyalleşmek adına kahveye gidip 2 çay içer, arkadaşlarıyla sohbet edip geri gelirdi. bu sefer öyle olmadı. yatış o yatış. arada uyandı ama tuvalete, su içmeye falan kalktı. çıkmadı yani dışarı bu sefer. saatte 00:00 civarlarına gelince ben de yatmamın gerektiğini anlıyorum. zaten onlar çoktan uyumuşlar. ışığı kapatıp yatağıma yatıyorum. uykuya daldıktan kısa süre sonra annemin yüksek sesi duyuyorum.
"hikmet! hikmet uyansana!"
üzerimden anın sersemliğini atmaya başlarken yine annemin sesi:
"oğuz! oğuz koş babana bir şey olmuş!"
normalde binbir güçlükle, olabildiğince ağır hareketler sergileyerek uyandığım yataktan fırlıyorum birden. o sırada bacağım yatağın tahtasına çarpıyor. acıyı şiddetli şekilde hissediyorum ama umursamıyorum. evin içinde beygir gibi koşuyorum kısacık mesafede yatak odasına doğru. kapıdan girerken refleks olarak elim hemen ışığa gidiyor, yakıyorum lambayı. annem, babamı uyandırmaya çalışıyor.
"hikmet! hikmet uyansana!
ama yok böyle bir ses. öyle bir acıklı, öyle bir hüzünlü konuştuğunu duymamıştım daha önceden annemden. ben de:
- baba!baba!baba!
kelimeleri eşliğinde hafif sallıyorum babamı kolundan bastırıp. o arada moral felç zaten, gözlerim doluyor. endişe, hüzün, üzüntü ve daha fazlası. bütün duygular birbirine karışıyor. sonra babam gözlerini alan ışık eşliğinde hafif kısık olarak açıyor;