küçük bir çocuğun uçurtmayı gördüğü andaki heyecanla almıştım kitabı . okumak isteyenler sürükleyici bir çizgi roman beklemesin . fakat çağına göre yazılması gereken ve el üstünde tutulan bir roman olması da aşikardır . ntv yayınları bir dostoyevski çizgi romanıyla devam ederse istediği kitleye ulaşabilir .
okuyanının zihninde çok net bir fotoğraf oluşturmayan, onun yerine okurun bir fotoğrafın negatifine bakar gibi esere bakmasına ve bir çok farklı anlam çıkarmasına neden olan franz kafka şaheseridir. okur, herhangi bir romanı bitirdiğinde siyah-beyaz, sepya, natural bir fotoğraf oluşur zihninde ya da başı sonu belli bir film izlemiş gibi olur. Dava'yı okuyanın zihninde bir film oluşacaksa, un chien andalou gibi olabilir. sürrealist yaklaşımlar, farklı metaforlar ile kitap her yoruma ve anlama açık bir derya gibidir.
bazısı, modern toplumda bireyin bürokrasi karşısındaki çaresizliği ve iktidar-birey çatışmasını işlediğini, bazısı aynı modern toplumdaki bireyin yalnızlığını, bazısıysa bastırılmış cinselliği bulur bu romanda.
kafka nın hayatını en çok etkileyen kişi kuşkusuz babası olmuştur. bu yüzden romanda baba otoritesinden dem vuranı da bulabilirsiniz. son olarak tanrının insana yüklediği -bireyin rızsı olmaksızın- görev ve sorumluluklardan bahsedilmiştir diyenler ki, bu yorum diğer görüşleri yok saymaksızın ve gözardı etmeksizin aslolan yorumdur diye düşünüyorum.hatta, bence roman baştan sona bu "varoluşsal sıkıntı"yı işlemektedir.
----spoiller----
josef k. bir sabah uyanır ve bir dava ile karşı karşıya olduğunu öğrenir. tutuksuz yargılanmakta ve gittiği her yerde gözetim altındadır, normal yaşantısını ise sürdürebilecektir. herkes bu davadan haberdardır ve josef k. bu davanın aslında asla bitmeyeceğini ve mahkeme ile uğraşanların bile sadece küçük rütbeli memurlara ulaşabileceğini öğrenir. asıl yüksek rütbeli -sistemi yaratan ve yönlendiren(ler)e- ise kimsenin ulaşamadığı gibi kendisinin de asla ulaşamayacağını anlar.
...
yargıçlar kendi resimlerini üstlerinin izniyle yaptırırlar ve her yargıç resminin kendisinden öncekiler gibi olmasını ister.
...
üç tür aklanma vardır: gerçek aklanma, sözde aklanma ve sürüncemede bırakma. gerçek aklanma en makbulü ancak sadece 1 kişi aklanmış ve onun hikayesi bir efsane. yani kuşkusuz olanaksız bir şey. k bu noktada : "bu, yargı konusundaki görüşümü doğruluyor. bu açıdan hiçbir şansım kalmadı. tek bir cellat, mahkemenin yerini tamamen doldurabilir." der.
diğer ikisi arasındaki farksa sözde aklanmanın büyük ama kısa süreli bir çaba, sürüncemede bırakmanın ise küçük ama devamlı bir çaba gerektirmesidir.
----spoiller----
insan dünyaya gelir belli bir süre kalır ve gider. bu böylece anlamsız bir varoluş olmamalıdır. bir nedeni bir anlamı olmalıdır. bu anlam arayışı bir noktada insanı tanrıya ulaştırır. o zaman bazı sorular cevap bulur, tanrının olduğunun ve bireyin kul olduğunun kabulüyle bir noktada anlamsızlık ortadan kalkar. (ya da albert camus gibi tanrıyı reddederek varoluşun anlamsızlığı ile absürd kavramını ortaya atar, başı göğe eğer ).
belki yeni bulunan yolda başka anlamsızlıklar çıkar fakat o zaman görev ve sorumluluklarla yüklenmiş kul olarak birey bu durumdan ne yaparsa yapsın kaçılamayacağını ve her daim her hareketinin yargılanacağını, ancak mahkeme gününe kadar eylemlerde özgür olduğunu bilir. ama her şeye rağmen insan olmanın getirdiği bir "ama niye" sorusu ile cebelleşmekten kendisini alamaz. öte yandan sartre ın dediği gibi "varolmak, susamadan içmek gibi bir şeydir" bir anlam da çıkabilir kitaptan.
kafka, eserlerini yayımlatmak için yazmamıştı. bu yüzden belki kendi sorularını kendi çıkmazlarını kimseye beğendirme, birilerince anlaşılma derdi olmaksızın kaleme almıştı, bir tür günlük gibi. eserlerindeki doğallık, samimiyet, karanlık, çıkmazlar ve bu kişisellik ve bu yüzdendir. Tamamen bir insan portresi çıkar karşımıza. iyi ki de böyle olmuştur.
franz kafka'nın dönüşümünden sonra okuduğum ikinci kitabı.
kitap o kadar kasvetli ve sürüncemede kalan bir yapıya sahiptir ki romanın ana karakteri josef k'ya yardım etme hissi uyandırır insanda.ama bu his sayfalar ilerledikçe daha da azalır ve josef k kaderine terk edilir,artık sembolik anlatımlarla ilişki kurarak insan kendisini düşünmeye başlar.
aslında yaşam ilerledikçe herkesin biraz daha josef k'nın durumuna düşme riski artar.sistemi,insanlar arasındaki ilişkileri,kendini sorgulamaya başlarsın ama aynı zamanda o sorguladığın şeylerle yaşamaya öyle alışırsın ki,akıl bir oraya bir buraya döner durur.hiçbir şey yerli yerine oturmaz,sanki herşey sürüncemede kalır.bir şeyle mücadele edersin ama onun ne olduğu başka ilişkiler,insanlar olaya müdahil oldukça,zaman geçtikçe öyle karmaşık hale gelir ki,sen de bir yerden sonra ona ayak uydurmak zorunda kalırsın.artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.iyi kötü o kadar karışmıştır ki,sıradan gelir herşey.başlangıçta isyan hali,zorunlu bir boyun eğmeye,daha sonraları ise artık tam anlamıyla kabullenilmiş bir sıradanlığa dönüşür.
kim bilir belki de son bir kurtuluştur.
kafka nın aşmış romanı.. josef k adlı kardesimiz bir sabah uyanır ve polis gorevlileri tarafından kendisine dava açıldıgını oğrenir ve olaylar gelişir.. orjinal adı der prozess dir.. ayrıca orson welles tarafından sinemaya uyarlanmışlığı vardır ki josef k rolunu anthony perkins canlandırır.. filmin basında orson welles filmin basında storyboardlar eşliğinde bir oyku anlatır.. oykunun sonunda ise soyle bir cumle kurar...
--spoiler--
bu oyku dava adlı romandan alınmıştır.. bu oykunun mantıgının,duslerin mantıgıyla aynı oldugu soylenir.. yada kabusların..
--spoiler--