az önce izlediğim beni benden almış, uzaklara götürüp orada bırakmış, wim wenders'ın yönetmenliğini yaptığı şiirsel güzellikte bir filmdir kendileri. ingilizce adı; 'wings of desire', türkçe adı ise; 'arzunun kanatları' dır.
ayrıca da ; "city of angels" adlı iğrenç hollywood filmi bu filmden esinlenmiştir.
bir wim wenders filmi. 1987 tarihinde çekilmiş film berlin üzerinde gezen ve insan olmaya karar veren melekler üzerinedir. siyah - beyaz ve renkli olarak çekilmiştir. başrollerinde bruno ganz ve solveig dommartin oynamaktadır. devamı için;
(bkz: in weiter ferne so nah)
bir alman filmidir. "city of angels" filmine esin kaynağı olmuş olması kuvvetle muhtemel olan film hollywood sosu içermediğinden daha şiirseldir. peter falk (komiser colombo abimiz) filmin bonuslarındandır.
Çocuk, çocukken
kollarını sallayarak yürürdü.
Derenin ırmak olmasını isterdi...
ırmağın da sel...
ve şu birikintinin de deniz olmasını.
Çocuk çocukken...
çocuk olduğunu bilmezdi.
Her şey yaşam doluydu.
Ve tüm yaşam birdi.
Çocuk çocukken...
hiçbir şey hakkında fikri yoktu
Alışkanlıkları yoktu.
Bağdaş kurup otururdu.
Sonra koşmaya başlardı.
Saçının bir tutamı hiç yatmazdı,
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi.
Şuna bak.
Burada, açık havada,
insanın kafasını ışığa doğru
kaldırmasının avuntusu.
Güneşin aydınlattığı renkleri...
insanların gözlerinde
görmenin avuntusu.
Sonunda çılgın, sonunda artık yalnız değil.
Sonunda çılgın, sonunda özgür.
Sonunda çılgın, sonunda huzurlu.
Sonunda çılgın ve sonunda içsel bir ışık.
Cannesta Wim Wenderse en iyi yönetmen ödülünü kazandıran film.Şiirsel ve naif bir film.Yönetmenin ilk olarak Paris,texas filmini izlediğim için şiirselliği bu kadar yüksek bir film beklemiyordum.Diyaloglar ve "Çocukluk Şarkısı" şiiri muhteşem.Hafızamdan silinmeyecek bir film.Filmdeki renk geçisi de o kadar yerli yerinde ki.Yönetmenlik ve görüntü yönetmenliği de olağanüstüydü.Şiirsel sinema seyircisinin mutlaka izlemesi gereken bir yapım.Tarkovski ve Theo Angelopoulos karışımı bir film tadında.
herkesin izlemekten keyif alacağı bir film değil. sanat filmlerine aşina olan ve seven benim gibiler ise yine de alman kültürüne vakıf değillerse yüzde yüz filme nüfuz edemeyeceklerdir. alman olmak bir yana bir de berlinli olmak var. berlin, bilhassa duvar zamanı iki parçalı berlin, başlı başına bir hayat tarzına sahip. nereye gidersem gideyim berlin'de hep bir bavulum var deyişi bunu anlatıyor. almancanın yeri geldiğinde ne kadar şiirsel olabileceğini bu filmde görüyorsunuz. bruno ganz her zamanki gibi mükemmel.filmin sonunda kadınla,erkeğin ilk kez bir araya geldikleri anda, hanıımefendi ''ben artık bir bütünüm'' diyor. burada ganz sözcüğünü kullanmasından işkillenerek, sözlüğe baktım. ganz almancada bütün anlamına geliyormuş.
beni uzun zaman sonra orgazma ulaştıran filmlerden birisi.. öyle laf olsun diye değil bildiğin beynim tam anlamıyla orgazm oldu. sinemanın ne denli gerçek -belki de en kıymetli- bir sanat olduğunu ispatlayan şaheserlerden. kesinlikle izlenmeli.
özellikle meleklerin bir oto galeride lüks bir bmw'nin içinde oturup karşılıklı gün içinde ne yaptıkları bizim eski meleğin enfes diyaloğu:
yağmurun altında şemsiyesini kapatıp kendini ıslanmaya bırakan bir kadın yolcu. öğretmenine eğrelti otunun topraktan nasıl çıktığını anlatan bir öğrenci. buna şaşıran bir öğretmen. varlığımı hissedince saatine dokunan. kör bir kadın. böyle ruhani bir şekilde yaşamak, sonsuza dek her gün insanların arasına karışmak çok güzel. hayaletliği ispatlamak. ama bazen bu sonsuz, ruhani varlığımdan sıkılıyorum. sonsuza dek her şeyin üstünde süzülmek istemiyorum, üstümde bir ağırlık hissetmek istiyorum. içimdeki sınırsızlığı kaldırıp, beni toprağa bağlasın. her adımda ya da rüzgar esintisinde, her zamanki gibi "daima" ve "sonsuza dek" değil. kağıt oynanan bir masaya oturmak, selamlanmak. bir baş işareti yeter. şimdiye kadar katılmış olsak da bu göstermelikti. aslında geceleri boks maçlarına göstermelik olarak katıldık. sonra göstermelik olarak balık tuttuk. sofralarda göstermelik olarak oturduk, orada yedik ve içtik ama göstermelik. kuzular kızarttık ve şarapları beklettik. dışarda çöl çadırının yanında, hepsi göstermelik. hemen bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum. ama uzun bir günden sonra, philip marlowe gibi eve gelip, kediyi beslemek güzel olurdu. ateşinin çıkması, gazeteden parmaklarının boyanması, sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek. bir boyun veya kulak çizgisinden etkilenmek. yalan söylemek, istediğin kadar. yürürken iskeletinin de beraber geldiğini hissedebilmek. her şeyi bilmek yerine, tahmin etmek zorunda kalmak. "ah"... "oh".."ah" ve "yo" diyebilmek. evet ve amin yerine. evet. bir kere de olsa kötülükten heyecan duymak. geçen insanlardan dünyanın tüm kötü ruhlarını ve şeytanlarını alıp, onları dünyaya saçabilmek. yabani biri olmak. ya da en sonunda masanın altında, ayakkabılarını çıkarabilmeyi hissetmek. ya da parmaklarını oynatabilmek. yalın ayak, böyle. yalnız kalmak, oluruna bırakmak, ciddi olmak. ancak, ciddi kalabildiğimiz ölçüde yabani olabiliriz. bakmaktan başka bir şey yapma. topla, kanıtla, doğrula, koru. ruh olarak kal. mesafeli ol, sözüne sadık kal.
sonra; filmin başında, ortasında ve sonunda geçen peter handke'nin müthiş şiiri:
derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın sel,
bir su birikintisinin de deniz olmasını.
çocuk henüz çocukken çocuk olduğunu bilmezdi.
her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
çocuk henüz çocukken hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
alışkanlıkları yoktu
bağdaş kurup otururdu, sonra koşmaya başlardı.
saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi…
çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti.
neden ben benim de sen değilim,
neden buradayım da orada değilim.
zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor.
güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?
gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım sadece dünyadan önceki dünyanın bir görüntüsü mü?
gerçekten kötülük var mı?
gerçekten kötü insanlar var mı?
nasıl olur da ben olan ben olmadan önce var değildim ve nasıl olur da ben olan ben, bir zaman sonra ben olmayacağım…
çocuk daha henüz çocukken ıspanağı, bezelyeyi, sütlacı ve karnabaharı ağzında geveleyip dururdu,
ama şimdi hepsini yiyor, üstelik mecburiyetten değil.
çocuk henüz çocukken bir keresinde yabancı bir yatakta uyandı.
şimdi tekrar tekrar uyanıyor.
bütün insanlar güzel görünürdü, şimdi ise sadece bazıları.
cenneti gözünün önüne getirebiliyordu, şimdi ise tahmin ediyor.
hiçliği düşünmezdi, bugün ondan ürküyor.
çocuk henüz çocukken hevesle oyun oynardı,
şimdi ise ancak yaptığı işle heyecanlanıyor.
çocuk daha henüz çocukken elma ve ekmek yemek yeterliydi.
bu bugün de böyle.
dutlar ellerini doldururdu, bugün ki gibi
taze cevizler buruşuk bir tat bırakırdı ağzında, hala bırakıyor.
çocuk henüz çocukken bir dağın doruğuna vardığında biraz daha yükseğini arzululardı hep,
büyük bir şehir gördüğünde daha büyüğünü isterdi, bugün de böyle bu.
coşkuyla ağaçların dallarına tırmanırdı tepedeki kirazları toplamak için, bugün de böyle bu.
kızarırdı yüzü yabancıların gözü üstündeyken, bugün de bu değişmedi.
sabırsızca ilk düşen karı beklerdi,
bugün de yaptığı gibi.
çocuk daha henüz çocukken
zıpkın gibi bir çomak fırlattı ağaca
bugün hala titrer çomak o ağaçta.
ve tabii, filmin sonunda trapezci kızın söyledikleri:
yalnız ve ciddi değildim hiç. zaten zaman ciddiyetsizdir. hiç yalnız kalmadım ben. ne tek başımayken ne de biriyle beraberken. aslında artık yalnız olmak isterdim. çünkü yalnızlık şu demektir: 'artık bir bütünüm' işte bu gece ben de nihayet yalnızım. tesadüfler artık bitmeli.
yazgı diye bir şey var mı bilmiyorum ama karar verme diye bir ley var. bak biz zamanız şimdi..
Kafamdaki o sıradan "olaylar silsilesi filmi" ön yargısıyla yaklaştığımdan ilk 40 dakika acayip anlamsız, ve hatta sıkıcı gelmişti. hemen her an olaylar ne zaman başlayacak, ekşın yoğ mu ekşın? gibi sorular sorduğumdan doğal olarak sıkıcılık kaçınılmazdı.
Sonra işlerin o şekilde olmadığını anladım. Karşımda acayip felsefik, sanatsal, (belki biraz) dram yüklü bir film gelmişti karşıma. Filmden çok görsel şiir gibiydi. O derinlik, o yoğunluk.. kolay kolay anlatılamaz, sanmıyorum.
--spoiler--
Filmde genel olarak insan olmak isteyen bir melek, 80'lerin sonlarındaki yorgun, bitkin ve dert yüklü alman insanı ele alınmış. uzun uzun yazasım var, ama yazamıyorum. Film öyle bir olay yani.
--spoiler--
1987 alman ve fransız ortak yapımı olan filmde toplam 6 dil konuşuluyor( çoğunlukla almanca). daha garibi film ara ara siyah-beyaz ara ara renkli oluyor.
eline patlamış mısırını alıp islenecek filmlerden kesinlikle değildir. Her cümlesi farklı içeriklerde düşünülmeye değer bir film açıkcası. Bu yüzden aktif bir izleyiciye hitap ediyor.
--spoiler--
ancak ciddi kalabildiğimiz ölçüde yabani olabiliriz.
--spoiler--
--spoiler--
Zaman her yarayı iyileştirir. Ama ya zamanın kendisi bir hastalıksa?Sanki acının bir geçmişi yok.
--spoiler--
--spoiler--
her şey gerçek olamayacak kadar güzelleştiğinde bitiveriyor.
--spoiler--
--spoiler--
burada bir yabancıyım ama yine de her şey çok tanıdık.
--spoiler--
--spoiler--
Yaşamımı nasıl devam ettireceğim? Belki de asıl soru bu değil. NAsıl düşüneceğim? O kadar az şey biliyorum ki... Belki de çok meraklı oldupumdandır.
--spoiler--
--spoiler--
Kahramanlarım artık savaşçılar ve krallar değil. Barışın unsurları, birbirine denk unsurlar. Ama kimse barış hakkında epik bir şarkı söylemeyi başaramadı. Bu barışta ne vardır ki pek uzun sürmez ve ondan pek bahsedilmez.
--spoiler--
--spoiler--
insanlık bir kez öykücüsünü kaybetti mi çocukluğunu da kaybetmiş olur.
--spoiler--
!! ve şu şiir:
derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın sel,
bir su birikintisinin de deniz olmasını.
çocuk henüz çocukken çocuk olduğunu bilmezdi.
her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
çocuk henüz çocukken hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
alışkanlıkları yoktu
bağdaş kurup otururdu, sonra koşmaya başlardı.
saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi…
çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti.
neden ben benim de sen değilim,
neden buradayım da orada değilim.
zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor.
güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?
gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım sadece dünyadan önceki dünyanın bir görüntüsü mü?
gerçekten kötülük var mı?
gerçekten kötü insanlar var mı?
nasıl olur da ben olan ben olmadan önce var değildim ve nasıl olur da ben olan ben, bir zaman sonra ben olmayacağım…
çocuk daha henüz çocukken ıspanağı, bezelyeyi, sütlacı ve karnabaharı ağzında geveleyip dururdu,
ama şimdi hepsini yiyor, üstelik mecburiyetten değil.
çocuk henüz çocukken bir keresinde yabancı bir yatakta uyandı.
şimdi tekrar tekrar uyanıyor.
bütün insanlar güzel görünürdü, şimdi ise sadece bazıları.
cenneti gözünün önüne getirebiliyordu, şimdi ise tahmin ediyor.
hiçliği düşünmezdi, bugün ondan ürküyor.
çocuk henüz çocukken hevesle oyun oynardı,
şimdi ise ancak yaptığı işle heyecanlanıyor.
çocuk daha henüz çocukken elma ve ekmek yemek yeterliydi.
bu bugün de böyle.
dutlar ellerini doldururdu, bugün ki gibi
taze cevizler buruşuk bir tat bırakırdı ağzında, hala bırakıyor.
çocuk henüz çocukken bir dağın doruğuna vardığında biraz daha yükseğini arzululardı hep,
büyük bir şehir gördüğünde daha büyüğünü isterdi, bugün de böyle bu.
coşkuyla ağaçların dallarına tırmanırdı tepedeki kirazları toplamak için, bugün de böyle bu.
kızarırdı yüzü yabancıların gözü üstündeyken, bugün de bu değişmedi.
sabırsızca ilk düşen karı beklerdi,
bugün de yaptığı gibi.
çocuk daha henüz çocukken
zıpkın gibi bir çomak fırlattı ağaca
bugün hala titrer çomak o ağaçta.
Berlin'in üzerindeki gök. Wings of desire diye ingilizceye çevrilmesi filmin ismine müdahale etme hakkını kendinde gören çevirmen küstahlığının türklere özgü olmadığını görmemizi sağlamıştır.