depresyonu yenme yolları

entry2 galeri0
    1.
  1. merhaba kardeşlerim.
    burada kendi hayatımda başardığım, belki de en önemli şeyi, paylaşmak istiyorum. sanırım 20 günlük çaylak cezası da bunda etkili olabilir eheh. bazen çok küfür ediyorum neyse.

    öncelikle ben bipolar 2 bozukluğu hastasıyım. en azından doktorumun görüşü bu yönde. yani majör depresyon dönemlerinin hipomaniden -yani aşırı neşeli ve kontrolsüz dönemlerden- daha fazla görüldüğü ve intihar olaylarının sık yaşandığı bir hastalık.
    ama ben bu hastalığı yendiğimi düşünüyorum millet!
    uzun zamandır atak geçirmiyorum ve gelen o atakları ise çok sonraları öğrendiklerim ile daha az kayıp vererek yerle bir ediyorum. belki de hipomanik bir haldeyim ama farkında bile değilim asdf.

    gelelim öğrendiklerimi anlatmaya. biraz uzun bir yazı olacak sanırım ama depresyon kadar acı verici bir hastalıktan kurtulmak isteyen kardeşlerim için çok yararlı olacağına inanıyorum. lütfen okuyun.

    yaraladığım kaynaklar:
    bertnard russell - mutlu olma sanatı
    viktor e frankl - hayatın anlamı ve psikoterapi
    iyi hissetmek - david burn
    ve felsefi bir akım olan varoluşçuluk

    -------------------------------------------------------

    evet. "insanlar neden mutsuz olurlar?" diyor russell amcamız. devamında diyor ki "...mutsuzluklarının nedenleri bireysel psikoloji ve toplum düzeninde yatıyor..."
    ayrıca hayatımızda asla sahip olamayacağımız şeylerin, mesela bir konu hakkında tartışmaya kapalı bir şekilde bilgi sahibi olmak gibi şeylerin peşinde koşmak. çünkü her geçen gün bilgilerimiz tazeleniyor, bundan dolayı bunların peşinden koşmayı bırakmak gerektiğini söylüyor. bu durum vazgeçmek değil. bu imkansız hayallerin peşinden koşup ışığın yarattığı gölgemizin peşinden koşmaktır. hayal etmek bizi ayakta tutar ve umut verir. ama asla ulaşılamayacak bir hayali önümüze hedef koyarsak maalesef mutsuz olmaya başlarız. bir çeşit zindanda yaşarız. hatta russell "isteklerimizin bazılarını karşılayamamak mutluluğun ayrılmaz bir bütünüdür." der.

    diğer bir problem ise insanların iç dünyalarındaki sorunlarla çok fazla zaman geçirmesi. hemen her gün sadece sorunlarını düşünen ve sürekli bunlar hakkında kafa yoran birisi çözüme odaklanamaz. hayatınızda hiçbir zaman sorunlara takılmayın; devamlı çözüme odaklanın. elbette sorunları göz ardı etmek tek başına saçma bir davranış. sorunların nedenlerini de ortaya çıkararak onları yok edersek yolumuz daha da aydınlık bir hale gelir. kendiniz bir çeşit antivirüs taraması yapın!

    bir diğer mutsuzluk problemine gelelim. russell amcam buna byron mutsuzluğu diyor. özetle "çok bilen çok mutsuz olur" düşüncesi. russell bu düşünceye koca bir "hassssiktir oradan" çekiyor ve şunu söylüyor: "ileri sürülenler ne olursa olsun, mantık, mutluluğa ambargo konulmasına karşı çıkar. üzgünlüklerinin evren hakkında olduğunu ileri sürenler bence atı arabanın arkasına koşmaktadırlar; gerçekte mutsuzlukları bilmedikleri başka bir nedende yatar."
    bu yüzden "çok biliyorum ve bilinçliyim ühühü" demenin neden saçma olduğunu gördük. mantıklı bir insan öğrendikleri ile kendi hayatını çöpe atamaz. insanın mantığı kendi hayatını, en basit ve kolay şekilde, nasıl yaşayacağına odaklanması üzerine kurulmalıdır. mantığı, mutsuzluğa denk görmek 1=0 demek kadar saçmadır.

    "bugünkü haliyle uygar insanoğlu nefrete dostluktan daha fazla eğilimlidir. çünkü yaşamından hoşnut değildir, çünkü yaşamının anlamını yitirdiğini, dünya nimetlerini başkalarının yediğini ve onlardan faydalanamadığını düşünür." şeklinde yazıyor mutlu olma sanatı adlı kitabında. bu cümle tanıdık geldi değil mi? hepimiz kendi hayatımızın cidden boktan olduğunu ama diğer insanların az ya da çok sizden mutlu olduklarını ve rahat bir hayata sahip olduğunu düşünürüz. bunu kanıtlamak için elimizde sağlam kanıtlar olmasa dahi buna inanırız. tv dizileri, filmler ve magazin bizi bu düşünceye mecbur bırakır.
    kimsenin hayatı mükemmel değil kardeşlerim. eminim bill gates bile "amına koyayım lan bu hayatın" diyordur ara ara. bunu kendimize kabul ettirmemiz gerekiyor. hayat mükemmel bir yer değil ve her şey tam anlamıyla mükemmel olsaydı yaşadığımız hayatın hiçbir anlamı olamazdı. çünkü sıradan bir hayvandan ne farkımız kalırdı ki?

    şimdi biraz kader konusundan bahsedelim. "kaderden daha güçlü olan, kaderin yükünü sarsılmadan sırtlayan cesarettir." sözün sahibini bilmiyorum ama içinde kader inancı taşıyan her insan kendisinde bu cesareti bulmak zorundadır. inançlı bir insansanız kaderin veya yazgının sizin elinizde olmadığını ve mutsuzluklarının sizin suçunuz olmadığını fark etmeniz gerekiyor.
    eğer kader inancınız yoksa bu kez devreye varoluşçuluk giriyor. bu felsefeye göre "insan dünyaya bir şekilde atılır ve özünü kendisi yaratır. varoluşunun anlamını ve eylemlerini kendisi belirler; bir oyun hamuru gibi hayatına şekil verir." aslında bu fikre inançlı kimseler de katılabilir. hayatımızda yaşanan hiçbir olayı tek başına kadere bağlamak ve harekete geçmemek büyük aptallık olurdu doğrusu.

    şimdi biraz da anlamsızlık hissi üzerinde konuşalım. benim de en çok sorun yaşadığım konu bu ve zaman zaman hala daha bu konu hakkında kendimle çok sayıda tartışmaya giriyorum. (bu arada yazmaktan dolayı boynum ağrıdı be) frankl -toplama kampından sağma çıkan bir psikoterapist- "kişinin hayatının anlamını kendi varlığı ile gerçekleştirmesi gerekir" diyor. devam eden sayfada ki bu kısım gerçekten önemli şunu yazmış: "duygular argüman olma özelliği taşımazlar. birinin yorgun düşmüşlüğü, söz konusu hayat yolunun bir yerinde 'buraya kadar' demesinin nedeni olamaz."
    daha sonra "demek ki daha en baştan zevk ve haz için yaşamak mümkün değildir. hayat bunun için mi vardır?" der.
    şimdi franklı abimin hayatın anlamı ve psikoterapi adlı kitabından hayatın anlamı konusunda aldığım notları paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum.

    "hayata anlam kazandırma bakımından haz bir hiçtir, kaldı ki haz almama hayatın anlamını yok edecek bir durum da değildir."

    "mutluluk hiçbir zaman amaç olamaz, olmaması gerekir; mutluluk sadece bir sonuçtur, bir şeylerin sonucu."

    "mutluluğun kapısı dışarı açılır; mutluluğa ulaşmak için dışarıdan yüklenen kişiye geçit vermez."

    "hayatın anlamı nedir ki diye sormak bize düşmüyor. sorular soran, bize sorular yönelten hayatın kendisidir. sorgulanan bizleriz."

    "ömür boyu hapse mahkum edilen bir siyah, şeytan adasına nakledilmektedir. Leviathan adlı gemi okyanustayken bir yangın patlak verir. durum gereği siyah mahkumun zincirleri çıkarılır ve yangın söndürme katılması için talimat verilir. siyah mahkum 10 insanın hayatını kurtarır. dönüşte cezası bağışlanır.
    bu adama, gemiye binmeden önce, marsilya limanında, bundan böyle hayatının sürmesinin bir anlamı olup olmadığını soracak olsalardı, muhtemelen olmadığı anlamında başını sallardı; ne bekliyor olabilirdi ki onu gelecekte."

    "eylem çember çapının büyüklüğü değildir. belirleyici olan; daha çok çemberin içinin doldurulup doldurulmadığıdır."

    "mutsuzluğumun üzerine bastığımda daha da yükselirim."

    ve dahası o kitapta yer alıyor. açıkçası yazmaktan sıkıldım ve yeterince uzun oldu eheh.
    demek istediğimi umarım anlamışsınızdır kardeşlerim. hayatımız basit bir oyun hamurundan ibaret ve biz ona şekil verdikçe anlam kazanacaktır. eylemlerimiz ona şekil verecek en önemli unsurdur ve bu yüzden asla harekete geçmeyi ihmal etmemiz gerekir.

    bir diğer konusu ise şudur ki; bizler dünyaya boş bir kağıt gibi geliyoruz. içini doldurup kendi özümüzü yani varlığımızı-insanlığımızı yaratmak bizim elimizde. hayat tamamen biziz. anlam da tam olarak biziz ve daha önce dediğim gibi eylemlerimizdir.
    5 ...
  2. 2.
  3. kardeşim girdin mi çıkamıyorsun şuana kadar bir çözüm yolu bulamadım .
    ama gerçekten insanı çok fazla etkiliyor , keşke kesin olarak bir çözüm yolu olsa da kurtulsak şu lanet şeyden.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük