denizi izlemek kyısında, güzel bir şey. izlenilen dakikaların devamında yüzme duygusu içine giriyor insan. suya baka baka düşünceler su misali akıp gidiyor. en çokta maviliği gözleri dolduruyor. kıyıya uzanıp gökyüzüyle bakıştığında insan dünyanın alanı o kadar genişliyor ki, aynı oranda düşüncelerin hızı yavaşlamaya başlıyor. ne kadar daralırsa alan o kadar serileşiyor düşünce. kesik, birbirinden kopuk olarak. insanın önü ne kadar uzanıyorsa sonsuzluğa, o kadar boşvermişliğin rahatlığı sarıyor ruhu. denizin olmadığı şehirler var dünyada. denizi bilmeden yaşamak o şehirlerde, nasıl bir duygudur bilmem, bir fikir yürütürsem boşluktur. denizi bildikten sonra denizi olmayan bir şehirde uzun süre kalmak işkencedir ruh için. deniz kenarında oturan insanların, şehrin iç kesimlerinde ve apartmanlarla çevrili sokaklarında vakit geçirenlere oranla daha sakin yapılı insanlar olduklarını söylemişti biri, kim olduğunu hatırlamıyorum. bu doğru. ne zaman deniz kenarında uzun süre vakit gerçirsem, geçirsek daha ılımlı bir ruh hali içine giriyor peşinden gelen günlerde insan. banyo yapmak zevklidir mesela fakat yüzmek kadar bedeni özgürlüğüne kavuşturmaz. ya da evlerin önüne şu son yıllarda yapılan suni göletler. onca ağacın, çiçeklerin içinde, bir deniz görüntüsü kadar ferahlatmaz.
her sabah balkona çıkıp denizi görmek, onunla selamlaşmak, ya da yanına kadar gidip ayakları suyun içine sokup, kumsala uzanıp gökyüzüyle ikisini perspektifte birleştirmek sanki yeniden yaşatıyor insanı, hiç ölümü akla getirmeyen, duygulara düşüncelere karşı umursamaz bir hale sokuyor benliği. mavinin sonsuzluğu temsil etmesinin sebebi bu mudur bilmem. ama yaşattığı bu. su ve mavi. deniz ve gökyüzü. aynı anlamları içinde taşıyan dünyalılar. en azından dünyada rahat bir nefes alınacak yerler var. deniz kıyısında denizi izlemek gibi. güzel bir seyir, güzel esintiler bırakıyor insanın içine; bedava, karşılıksız, sonsuz.