deniz keyfinizi kabusa dönüştürecek durumdur. mevsim yazdır; hava sıcaktır. plaj kavrulan kumların etkisi ile hamam gibi, kızlar cıbıl cıbıl, gençler neşe dolu. inersin plaja elinde mevsime girerken yeni aldıgın havlun, serersin müsait bir gölgeye. herşey yolunda gibidir. ama aklına gelmeyen aksilik denizde seni beklemektedir. denize girilmiş ferahlanmıştır. açıklardan geri dönme vakti gelmiştir. o talihsiz an gelir çatar.
- deniz de çok güzelmiş abla. (erken konuşma dur daha ) valla iyi ki gelelim demişsin. biraz kalabalık o kadar. ama göl gibi vall...(o sırada tuzla tersanesinden denize bırakılmış gibi yanıbaşımdan geçen kalyon büyüklüğündeki bok kütlesi görülür) puuuuu. bu ne allah kahretsin ya...
yüzsen bir dert koşsan ayrı dert. meret de sanki güdümlü füze gibi takip ediyor seni. sağa sapıyorum peşimde sola sapıyorum peşimde. chemical brothers ın believe klibinin organik hali. kabus gibi. yeni nesil korku filmi. jaws ın bok versiyonu. o sırada benim gibi talihsiz şekilde etrafta yüzen herkes kaçışmakta. spielberg gelse jaws ın son serisini büyük bir doğallıkla çeker o derece bir panik. e tabi özel efektle malum bokun yerine köpekbalığını yerleştirsin bir zahmet.
yurdum insanın denizi farklı amaçlarla kullandığını bir kere daha gözler önüne seren gerçek.
sıcak bir ağustos günü buz gibi sularda yüzmenin keyfini çıkarırken aniden kasıklardan mideye doğru bir sancı girer sonrasında denize epeyce uzak olan eve bakar ve "amaaaannnn" diyip salıvermenin bir sonucudur. **
hayatımın en iğrenç anını yaşamama vesile olan hadisedir. efendim daha yaşça küçük ve beyin olarak da küçük olduğum bir döneme denk gelmiş ve beni derinden etkilemiş bir mevzuyu paylaşmak, bir anı defteri olarak sözlük konusuna iyi bir örnek olacaktır.
denizde o çocukluğun verdiği deli heyecan ile şapada şupada ile yüzülmektedir. kollar ve bacaklar desenkronize bir şekilde hareket ederken aynı zamanda da etrafta insanların olmadığı bir bölgeye giderek maksimum hareketlilik ve su sıçratma, minimum düzeyde de insanlardan fırça, paylama elde edilir. bu terkedilmiş bölgede ise ileride ufukta -tabii ki bir çocuk için ufuk bir kaç kulaç ilerisidir- bir kütle görülür. yüzerek yaklaşılır ve görülür ki bir tahta çubuk. çocuk olmanın verdiği merak ve oyun hissi ile tahta çubuğa el uzatılır ve yakalanır. işte bu anda o tahta çubuk ortadan ikiye ayrılır. meğersem o tahta çubuk denilen şey denizde yüzen kocaman bir bok parçası imiş. muhtemelen oraya gelen turistlerin kabız olanlarından birinin denizde bıraktığı nadide bir eser idi. tabii elimle bir bok parçasını tamamen kavramış olmanın -ki çocuk eli küçüktür, bok da kocamandı, maşallah tüm elimle kavradım boku- verdiği his ile, tek el havada olmak suretiyle yüzerek kıyıya çıkıp tuvalete koşturup elleri 354 kere yıkadım. (bkz: kusuratlı sayı verince inandırıcı olmak). hayatımın en kötü tecrübelerinden birini yaşamış olarak ileriki nesillere, kullanmaları için bir atasözü yaratmama vesile olmuştur bu olay;
her bok denizde yüzmez. açık büfeli bir tesisin plajında görülmesi muhtemel yağ dolu bok çeşididir. eğer denizde bir bok görülebiliyorsa yüzüyor demektir. eğer bir bok yüzüyorsa yağ dolu demektir. ve eğer o boku görüyorsanız, kulaç mesafenizde güneş altında dalgaların naifliği tadında ince ince salınıyor demektir ki..insanlardan nefret etmeniz için sekizinci belki bininci bir sebeptir. keza bu bok ya denizde sıçılmıştır.. ya da tüm arıtım tesislerinden kütlesini kaybetmeden açık denize salmıştır rotasını..her iki halde de o göt saygıyı haktmektedir. ..hemen araca binilmeli, insansız bir koya tüm çadır ve fasilitasyonlar en az beş günlüğüne serilmelidir