kırmızı bir gemi güvertesinde
durur tanıdık bir kız.
yüzünde bahar tazeliği,
gözlerinde ufka uzanan sıcak ifadesi.
bu hayatta bildiğim ve sevdiğim
öylece kıpırtısız ve herşeyin özeti.
başının hemen üstünde
çığlık çığlık esen
kırmızı güzel bayrak
pot pot vururken kendine,
onda ise bambaşka bir hava...
bir sünger okyanusun dibinden
yumuşacık yüzünü yalar.
inci mercan gözlerinde parlar.
sen orada dururken
kayıtsız ve dim dik
saçların bana
gözlerin ufka
lodosda terkeder seni.
şimdi içimde
yükselen beyaz bir Bodrum evi.
ve taraça gözlerimde açar sardunyalar.
uyanırım
deniz körü gözlerimle sana. *
portakalım:
susamışım biraz
içim de bir hayli ezik.
ve gönlüm feraha susamış aç
benliğim de hasrettir sana.
çok içilmiş gecelerin
uyanılan sabahı gibi
serine susamış ağzım dilim
işte o kadar açım vahşi tabiatına.
eski bir ahşap kilerin
tam ortasındandan yuvarlanan
bütün o sıkıcı renklere de tezat
koşturarak bana gelen
turuncudur alize kokun.
soyarken seni
derinlerin akça pak
ve dilimlerin birbirine
yapışık güzel birçok hayat.
gözlerim okşar önce seni
ellerim dokunur kabuk saçlarına
naz yapar vahşi benliğin
sonra bırakırsın bana kendini.
fıskiye acıların
gözlerimin beyazında belirir
kahve göz bebeklerimden
derinlerime iner tadın
ve yayılır senden
en sıcak en neşeli aramolar.
karınca karınca ilerler
bedenimde turuncu sıcaklığın.
önce uyuşur dizlerim
çikolata gibi erir benliğim.
sonra dökülürüm pul pul
öylece oracıkta sana. *
sonbaharda bir peru limanında
poyrazın içine işlediği yabancı
gri bir soğuk sana misafir mi canevinde
son nefesi çektiğin cigaranın
izmariti zehir mi yoksa dilinde?
su içerken yanan için
hala ateşli bak gözlerin
yudum yudum, için için
soğurken için
bana baksın sadece gözlerin.
içtiğin suda kıyına terkedeyim
sonra yine her yudumunda
zaten içindeyim.
geri geri vururken kıyılarında
alabora olmadan ben
sessiz sakin
işte bu su bizim
bizim... *
puslu bir şehrin
soğuk yalnız sokak lambaları.
kirli bir sokak köpeği aç
çıplak çamurlu ayakları
asfaltta bir canavar ve sıra sıra izleri.
derdest edilmiş çöpte kırık bir saat
krom kaplı akrep ve yelkovan
yelkovan korkuya beş var'ı gösteriyor
akrebi ise çoktan kırık.
sokaklarda bir cüce
elinde levyesiyle
kastırıyor sıra sıra evleri
pul pul derinlerden sökülen
sokağın işte bu çürük dişleri.
sokaklar ıssız
patlak ışıklar sönüyor
tren yayları gibi savruluyor
uykular sağa sola geriliyor. *
dört yanım duvar
kanatlarım törpülü
uçsam şuracığa
beni sahi vururlar mı?
beni sıyıran keskin bıçak
saplanırken ahşap kapıya
gözlerime bak n'olur
çıkar usulca oradan
kanatmadan geçmişi. *