"Harika bir film olmasa da "The Shadow of Vampire' (Vampirin Gölgesi) filmini yapmaktan çok keyif aldım. Çok iyi olmayan bir sihirbazı canlandırdığım 'The Great Buck Howard' (Muhteşem Howard) filmini yapmak çok keyifliydi. Komik olan ne biliyor musunuz, yapmaktan çok zevk aldığım ama umduğunuz gibi iyi çıkmayan işler oluyor. Şunun gibi yani: 'Tamam araba kaza yaptı ama yolculuk şahaneydi!' Ben kontrol edemeyeceğim ve fazla katkıda bulunamayacağım sonuçlarla ilgilenmem. Aktörken bir başkasının rüyasındaki figürsünüz. O, sizin rüyanız değil. Siz, o rüyanın yazarı değilsiniz. Onun yazarı Jane Campion, onun yazarı Stephen Frears, Wim Wenders ya da Robert Benton. Bunu kabul etmek ve teslim olmak gerekiyor." John Malkovich
Amerikalı yazar Paul Bowles'la 'Çölde Çay' (The Sheltering Sky) adlı filmi çekiyorduk. Bir gece Tanca'da ona, "Burada kalmaya ve Amerika'ya dönmemeye ne zaman karar verdin?" diye sordum. 40 yıldır orada yaşıyordu. Bana dehşet içinde baktı ve 'Karar vermedim ki. Bu konuyu düşünüyorum!" dedi. Ben de oyunculuk konusunda hep böyle hissettim. Hiçbir zaman bilinçli bir karar değildi.Tiyatroyu birlikte kurduğumuz arkadaşlarımla yollarımız kesişmeseydi, eminim oyuncu olmazdım. Üniversitedeyken oynadığım bazı oyunları görmüşler, katılmamı istediler. Bana tiyatro kurmak saçmalık gibi geldi. Ama madem bu kadar istekliler "Peki" dedim, "Birkaç ay denerim, duruma bakarım." Aylar, yıllar geçti hala duruma bakıyorum.
Kamera beni seviyor. Evet seviyor. Ama ben tiyatro kökenliyim, sahne oyuncusu olarak eğitim aldım. Ve gerçek evim tiyatro. Benim durumum şu: Aslında piyanistim, sonradan keman çalmayı öğrendim. Ama kemanı hiçbir zaman esas enstrümanım olarak kabul etmedim, sadece çalmayı bir şekilde becerdim. Ne var ki, tüm dünyada kemancı olarak tanınıyorum.Sinema bana çizgi gibi geliyor. Oysa tiyatro resim. Muazzam bir zaman, muazzam bir emek. John Malkovich
"Türkiye, Yunanistan'ın geldiği bu aşamaya 2001 krizinde gelmişti. Yunanistan belki Türkiye'den daha zor bir duruma geldi ama gerçeğe dokunmadı, bozmadı. Herşeyi yaşayabilir bir ülke ama gerçeğin genetiğiyle oynamaya başlarsanız Türkiye gibi olur. Türkiye toplumu 2001 krizinden sonra siyaseten ya da siyaset dışı şekilde gerçeği ile sınıfsal ve ahlaki sorunlarıyla yüzleşeceğine bunu görmezden geldi. Türkiye, sağcılığın yarattığı travmalardan yine sağcılığı seçerek kurtulmaya çalışırken Yunan toplumu ufkunu açmaya çalışıp en azından şansını denedi. Bir eşiğe gelindiğinde Türkiye gibi ülkelerde sonuç AKP olur, Rusya'da Putin olur. Türkiye'de Ali ismail, Berkin en utanç verici şekilde öldürülür, birkaç yürüyüş olur ama ertesi gün çocuklar öldürülmeye devam eder. Ama Yunanistan'da Alexis öldürülür Yunanistan yanar ve bir daha hükümet bırakın bir çocuk öldürmeyi, koluna bile dokunamaz."
(Zeki Demirkubuz)
"Bu ülkeyi seviyor musun? Bu soruyu duyunca içimden ağlamak geliyor. Çok dayak yemişsin ama sevmeye devam ediyorsun. Bunun bir açıklaması, bir adı var mı? Bütün kitaplarımda esas meselem bu: Bir ülke nedir, niye severiz? Bu kadar ağırsa bu sevgi, neden hala var? Bu, sevgi mi yoksa ruhuna mühürlenmiş kurtulamadığın bir bilgi mi? Bu ülke en çok onu seven çocuklarını döver. Sadece şimdi değil. Daha önce de böyleydi." Ece Temelkuran,Yazar
"Annenin dizinden tahrik olmak bireysel bir durumdur. Ama böyle bir şeyi söyleyen kişiye karşı ilk sorum "ne zamandır" olurdu. "Son iki aydır" derse, güncel olarak ne var diye bakarım. "Çocukluğumdan beri annemin dizleri beni uyarıyor" derse, başka objelerle yakınlaşmamış, annesinden hala ayrılamamış, yaşıyla uyumlu olmayan bağımlılığı olan veya bir kişi olarak değerlendiririm.
Türkiye'de yaşıyoruz. Dolayısı ile dini inançlarına çok bağlı kişiler görüyorum. Bazen depresyon, bazen de cinsel sorunlarla gelebiliyorlar. Ancak bu tür sözleri dini bağlılığı çok veya az olan birinin söylemesinde aradaki fark şudur: Dini bakımdan onu sürekli olarak kontrol eden bir çevrede büyümüş ve yaşamakta ise bu endişeleri o bağlamda bir takıntı olarak düşünebiliriz. Bunu genellemek ve sadece dini referanslarla açıklamak bizi geriletir. Hırsız olmayacağız, yalan söylemeyeceğiz, başkasının malına ve bedenine saldırıda bulunmayacağız. Ahlak budur. Bunları bozan bir kişi dindar mıymış değil miymiş beni ilgilendirmiyor.
Ben erkek olsam bu sözlere çok öfkelenir ve itiraz ederdim. Erkekler kendilerini kontrol etmekte bu kadar aciz, bu kadar yetersiz, bu kadar güçsüz mü? Açılmış bir kol, göğüs veya kısa etek gördüklerinde kendilerini kontrol edemeyip tecavüz mü ederler? Doğrusu burada erkeklerin bu ithamlara, suçlamalara karşı gelmelerini, ellerine pankartlar alıp sokağa çıkmalarını, tepki göstermelerini öneriyorum.
Bütün bu konuşmalar, bu sözcükler bizi kutuplara ayırır. Örtülü olanlar - örtüsüz olanlar. Erkeklerle sosyal ortamda beraber olan kadınlar ve diğerleri. Giderek genişletilmeye çalışılan gruplara "Onlar kötü" diye öğretiliyor. Daha muhafazakar grup diğerlerini kötü görmeyi, onlara 'uyguzsuz' diye bakmayı, çocukluktan itibaren içselleştirerek öğreniyor. Biz de sürekli "'hayır, ben ahlaksız değilim' demek durumunda kalıyoruz. işlemediğimiz suçun müdafaasındayız sürekli. Eteğimiz kısa olduğu ve erkeklerle yüzlerine bakarak konuştuğumuz için 'makul şüphelileriz.' Bu sözler, 'Kadınlar işsiz kalsın, evde otursun, kendi başlarına var olamasınlar' düşüncesiyle dile getiriliyor. Artık sinsilikten açığa çıkan bir komplonun parçası."
Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzadeleri bir hırsızlık, haksızlık, yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir suç işler, bir şey çalarlarsa onları cezalandırırlardı. Allah (c.c.)a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı, suçu, Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini de keserdim. Hz muhammed s.a.
"Son yedi yılda polis kurşunuyla can verenlerin sayısı 183. Ölenlerin 29'u sokakta dur ihtarına uymayanlar, 9 ise protesto gösterisindekiler. Ethem Sarısülük'ün öldürüldüğü Haziran 2013'te bugün görüşülen iç güvenlik paketi yürürlükte olsaydı , büyük olasılıkla onu vuran o polis yargılanmayacaktı bile." ismet Berkan
Hürriyet Gazetesi Yazarı
- Neden son yedi yıl? Çünkü eski cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'in Polis'in Vazife ve Selahiyetleri Kanunu'nu onaylayış tarihi 2 Haziran 2007 idi. O zaman da insan hakları kuruluşları ve bazı gazetecilerin sesleri kaynayıp gitmişti.
"Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zeyıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur." Mustafa Kemal Atatürk
Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur. F.
"Mit Müşteşarı Hakan Fidan'ın AKP'den milletvekili olmak için görevinden istifası...
Davutoğlu'nun buna destek vermesi..
Erdoğan'ın karşı çıkması...
Kendi durumu hakkında bir istihbarat değerlendirmesi zafiyetidir.
Kendi siyasal geleceği konusundaki açık bilgileri bile doğru değerlendiremeyen...
Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki ilişkileri anlayamayan...
Attığı adımları geri atmak zorunda kalan...
Bu nedenlerle ciddi bir prestij kaybına uğrayan bir kişinin, yeniden Türkiye'nin istihbarat örgütünün başına getirilmesi neyi gösteriyor acaba" Emre Kongar, Cumhuriyet
"Kürtler'e, radikal cihatçılara karşı savunmak için kendi ülkelerinin verilmesi gerekiyor. Ancak ben bir adım daha ileri gideceğim. Ben Kürdistan için yeni sınırlar çizeceğim ve onlara yeni bir ülkenin sözünü veriyorum
inanıyorum ki eğer onlara kendi ülkelerini vaat edersek onlar ölümüne savaşırlar. Bunu söylemek elbette gerçekleştirmekten daha kolaydır. Çünkü yeni bir ülkenin sınırlarını çizmek için Türkiye, Irak ve Suriye'den toprak alınması gerekecek." Rand Paul, 2016 ABD Başkanlık Seçimi Adaylarından, Cumhuriyetçi Parti Adayı
"Zaten başınızı örtmüyorsunuz, size tecavüz de mubah kötülük de mubah. Özgecan öldürüldüğünde siz koşarak eyleme gittiniz. O toprağın altında. Fatiha okudunuz mu? Siz de Özgecan gibi olursunuz." Leyla Yıldız ileri, Tokat Halil Rıfat Paşa Ortaokulu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
"Hayatın da tekrarı yoktur; bir şeyi yaşarsınız yanlışsa düzeltemezsiniz, ancak yeni bir tavır alırsınız.Çizgide de böyle, istemediğiniz bir yere gidiyorsa, ondan sonraki çizginizde onu dengeleyerek bir yere götürürsünüz" Tan Oral
"Evet, bu ülke kendi çocuklarını yedi hep, yemeğe de devam ediyor. Farklı olana tahammülü olmayan, kendine benzemeyeni dışlayan, yok etmeye çalışan, "Ne mozayiği ulan, mermer!" tepkisinde ifadesini bulan hoşgörüsüzlüğün ve uzlaşma kültüründen yoksunluğun damgasını bastığı bir ülkedir burası" Oya Baydar
Sevdiğin birinin ölümü ile tıkanıyorsun. "Bir de baksın yoksun" durumu... Tanımadığım insanların ölümü de boğazına oturuyor. Savaşlar, katliamlar... Ölümden sayılarla bahseden haberler... Utanç verici! Fena tıkanıyorsun öyle zamanlarda. O tıkanma insanları paramparça eden bir tıkanma. Bundan kurtulmanın tek yolunun yazmak olduğunu biliyorsun ama yazamıyorsun. Belki de bu yüzden en güzeli insanın kendi ölümü. Hiç ölmedim, bilemeyeceğim ama o durumde gerçek bir tıkanma yaşıyorsundur herhalde, bir daha yazamayacağın kesin en azından. Ama hiç değilse yazamamanın sıkıntısı ve sevdiğin birinin ölümüyle gelen keder yok. Yekta Kopan
"Türkiye'nin Ortadoğu'daki savaşa girmesi felaket olur, savaşa girmese dahi, israil'le kurduğu askeri ilişkiler, Türkiye'yi diplomatik ve lojistik olarak israil tarafında gösterir." Ahmet Davutoğlu, 2001 yılında verdiği bir röportajda
"Beyrut'ta yaşlı bir Ermeni ile tanışmıştım, sarılıp birlikte ağlamıştık. O Adana sürgününden kurtulanlardan birinin çocuğuydu. Ağlarken kırık dökük Türkçesiyle bana "hiç aklıma gelmezdi, soyumu tüketen bir soyun çocuğunun omzunda ağlıyorum" diyordu." Halil ibrahim Özcan