yassıada duruşmaları, aylar süren bir hazırlık soruşturmasının ardından 14 ekim 1960'ta başladı. ilk olarak devrik cumhurbaşkanı celal bayar'ın yargılandığı, kamuoyunda "köpek davası" olarak anılan dava görüldü. davanın konusu, afganistan kralı tarafından bayar'a armağan edilen bir afgan tazısıydı. iddianameye göre bayar, bu hayvanı ederinin çok üstünde bir fiyatla alması için atatürk orman çiftliği'ne emir vermiş, gelen parayla bir köye çeşme yaptırmıştı. böylesine görkemli bir davanın bu kadar basit bir suçlamayla açılması dp'lileri rahatlatırken, karşı tarafta ise düş kırıklığına yol açmıştı. "dağ, fare doğurdu" diyenler oldu. bayar, bu davadan dört yıla mahkum oldu. adnan menderes'in payına ise bebek davası düşmüştü. menderes, evlilik dışı ilişkisinden doğan çocuğunu öldürtmekle suçlanıyordu. cemal gürsel, mahkemenin gizli biçimde görülmesini istese de bu reddedildi. ancak, beklenenin aksine bu dava, menderes'in aklandığı tek dava oldu. yüksek adalet divanı, başlangıçtaki köpek ve bebek davaları ile prim kaybetmişti. o kadar ki, devrik iktidar mensuplarının yargılanması gerektiğini savunan hukuk profesörleri bile "bu iş cıvıtıldı" diye dert yanıyorlardı. mahkeme heyeti ise kusuru soruşturma komisyonunda buluyordu. soruşturma komisyonu, kendilerine dört başı mamur bir anayasayı ihlal dosyası göndermemiş, bu nedenle öncelikle daha basit suçların davaları görülmüştü. 27 mayıs, başlangıçtaki köpek ve bebek davaları ile prim kaybederken, yeni bir kriz kapıdaydı.
27 mayıs'tan kısa bir süre sonra oluşturulan milli birlik komitesi kaynıyordu. rastlantı sonucu bir araya gelen komutanlar birbirine düşmüş, cemal madanoğlu ve alparslan türkeş'in başını çektiği gruplar birbirleriyle kavgaya tutuşmuştu. darbecilerin kendilerine lider seçtikleri cemal gürsel, madanoğlu'na yakın duruyordu ama iş bununla bitmiyordu. türkeş'in başını çektiği grup, mbk'de çoğunluktaydı. ayrışmanın temelinde iktidarı sivillere devretme düşüncesi vardı. madanoğlu grubu, en kısa zamanda seçimleri yapıp iktidarı sivillere devretmeyi savunurken, türkeş ise askeri yönetimin bir süre daha devam etmesini ve sürecin sonunda partileşip seçimlere katılmanın doğru olduğu görüşündeydi. türkeş'e göre hemen seçimlere gitmek, iktidarı ismet inönü'ye altın tepside sunmak olacaktı.
mbk içindeki bu gerginlik, kısa bir süre sonra her yere sıçradı. ağustos ayında, içlerinde genelkurmay başkanı ragıp gümüşpala'nın da olduğu 5000'e yakın subay emekli edildi. ardından sıra üniversitelere geldi. 147 üniversite hocası, mbk kararıyla üniversiteden uzaklaştırıldı. eleştiriler arttıkça basına kısıtlamalar konuldu. 27 mayısçılar, iktidarlarının tüm dayanaklarını birer birer karşısına alıyorlardı. artık durum büsbütün kontrolden çıkmıştı.
en sonunda 27 mayıs'ın iki cemal paşası; orgeneral gürsel ve tümgeneral madanoğlu, mbk içindeki karşıtlarını tasfiye etmeye karar verdi. durum öylesine bir hal almıştı ki, albay türkeş'in mısır'daki cemal abdülnasır'ın eski yoldaşı general muhammed necib'e yaptığı gibi bir tasfiyeyi yaşama geçireceğine ilişkin söylentiler ortalığı kaplamıştı. gürsel ve madanoğlu, türkeş'ten önce harekete geçmişler, türkeş ve arkadaşlarını mbk'den uzaklaştırmışlardı. 13 kasım 1960 günü alınan bir kararla mbk feshedilerek yeniden oluşturulmuş, türkeş ve 13 arkadaşı ordudan emekliye ayrılmış ve yurtdışındaki çeşitli büyükelçiliklerdeki görevlendirmelerle türkiye'den uzaklaştırılmışlardı. böylece 14'ler dosyası kapanmış oldu. yeniden oluşturulan mbk 23 subaydan oluşturulurken, türkeş ve arkadaşları bu yeni mbk'de yer almadı. bu tasfiyede chp genel başkanı inönü'nün de önemli rolü vardı. emekli bir asker olan inönü, bazı mbk üyeleriyle birebir görüşmüş, bir an önce seçimlerin yapılmasına taraftar olduğunu ve buna karşı olan herkesle mücadele edeceğini söylemişti.
mbk içindeki şahinlerin tasfiyesiyle birlikte ortam kısa süreliğine de olsa yumuşadı. kasım ayında eski dp'lilerin ailelerine görüş izni çıktı. bunu ocak ayında kurucu meclisin açılması izledi. kurucu meclis'te 27 mayıs öncesinin muhalefet partileri olan chp ve ckmp ile çeşitli toplum kesimlerinin temsilcileri bulunuyordu. askerler, bazı yetkilerini sivillere devretmeye başlamıştı. ardından yeni siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. adalet partisi, yeni türkiye partisi ve türkiye işçi partisi o günlerde kuruldu. en nihayetinde, 27 mayıs'ın üzerinden bir yıl geçtikten sonra 1961 anayasası, kurucu meclis'te kabul edildi. yeni anayasa, topluma yeni özgürlükler sunuyordu. 1961 anayasası, 9 temmuz 1961'deki halk oylamasında yüzde 61 ile kabul edildi.
dışarıda bunlar yaşanırken, yassıada'da hava giderek sertleşiyordu. istanbul'da yenikapı sahilinden yassıada'ya tünel kazıp sanıkların kaçırılacağı türünden söylentiler ortalığı kaplamıştı. cemal gürsel, sert bir çıkış yaparak, "böyle bir şeye girişenler, orada et ve kemik yığınından başka bir şey bulamayacaklar" demişti. yassıada'da başlangıçtaki köpek ve bebek davalarının yerini anayasayı ihlal, örtülü ödenek, topkapı ve yeşilhisar olayları, 6-7 eylül pogromu gibi suçlamalar almıştı. dp'liler, bu yargılamalarda zorlu anlar yaşıyorlardı. suçlamalardan en büyük payı ise adnan menderes alıyordu. bayar'ın mahkemeye yukarıdan bakan ve vakur tavrının aksine menderes'in uzlaşmacı ve aşırı nazik yaklaşımı, kısa sürede onu baş hedef durumuna getirmişti.
yassıada'da bunlar olurken ankara'da yassıada'ya dahi etki edecek bir kaynama yaşanıyordu. 14'lerin tasfiyesine karşın mbk'deki kaynama giderilememişti. seçimler tehlikeye girdiği gibi yassıada kararlarına müdahale tehlikesi de belirmişti. temel sorun, 27 mayıs'ın emir-komuta zinciri dışında yapılmasıydı. darbeyi başından sonuna dek bir grup kurmay subay yürütmüştü. mbk üyesi bir yarbayın genelkurmay başkanını yanına çağırması ile kıyamet kopuyordu. bu durumda ordu içinde mbk karşıtı bir eğilim, silahlı kuvvetler birliği (skb) adıyla örgütlendi. genelkurmay başkanı cevdet sunay'ın da içinde olduğu komutanlar, mbk üyesi komutanların ordudan ellerini çekip bütünüyle politikaya dahil olmalarını istiyordu. mbk'ye giremeyen talat aydemir gibi bazı subaylar da bu doğrultuda hareket ediyordu. mbk üyeleri ise güçlerini arkalarındaki silahlı güçten aldıklarının bilincindeydiler. bu yüzden ordudan ayrılmak istemiyorlardı. komutanlar arasındaki huzursuzluk, 6 haziran 1961'deki bir olayla su yüzüne çıktı. skb'nin önde gelen isimlerinden hava kuvvetleri komutanı irfan tansel, bakanlar kurulu kararıyla washington'a atandı. bunun üzerine hava kuvvetlerinin jetleri, çankaya köşkü üzerinde alçaktan uçuş yaptı. cemal gürsel, birkaç gün sonra tansel'i görevine iade etti. artık mbk'nin eski gücünde olmadığı açığa çıkmıştı.
1961 yazı biterken yassıada mahkemelerinde de sona yaklaşılmıştı. son sözü mbk söyleyecekti. mbk'nin başında idamlara karşı olan cemal gürsel vardı. cemal gürsel'in her şeye egemen olduğu sanılıyordu ama durum sanıldığından çok farklıydı. cemal gürsel, mbk'ye söz geçiremeyeceğini görünce mahkemeyi uyarmayı düşündü. 2 ağustos 1961 günü, yanına mbk'den altı üyeyi de alarak istanbul'un florya semtinde mahkeme başkanı salim başol ile görüştü. gürsel, başol'a türkiye'nin içinden geçtiği sürecin hassasiyetini anlatmış, mahkemenin karar verirken bunları göz önünde bulundurmasını ve en önemlisi de hiçbir gücün mahkemeye baskı yapmasına izin vermemelerini söylemişti. açıkça söylemiyordu ama idamlara karşıydı. ancak, hesaba katmadığı bir şey vardı. artık ankara gibi yassıada da cemal gürsel'in kontrolünden çıkmıştı. duruşmalar sürerken marmara açıklarındaki bir başka adada, imralı adasında mezarlar kazılmaya başlanmıştı bile.
eylül ayına girildiğinde geri sayım başlamıştı. artık idamlar kapıdaydı. 22 kişilik mbk'de 13 üye, tüm idamların yaşam boyu hapse çevrilmesini savunuyordu. idamların infaz edilmesini isteyen ise dokuz üye vardı. ancak, ortalık öylesine karışıktı ki bu dengeler her an bozulabilirdi. tam da o günlerde mbk üyelerinden suphi karaman ve ahmet yıldız, yanlarına eşlerini de alarak ismet inönü'yü ziyarete gittiler. kurtuluş savaşı komutanı olan ismet paşa'dan ordu üzerindeki prestijini kullanarak eski rakiplerini kurtarmasını istiyorlardı. darbeden bir süre önce inönü, dp'lilere hitaben "bu yolda devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam" demişti. oysa şimdi ondan istenen şey, dp'lileri kurtarmasıydı. inönü, dinlediklerinden hayrete düştü. 27 mayıs'tan 16 ay geçtikten sonra halen idamı savunan mbk üyelerinin olduğuna inanamıyordu. idamlar aleyhine bir açıklama yapması istense de bunun süren bir yargılamayı etkilemek olacağı düşünülerek vazgeçildi. inönü, gürsel'e hitaben sert bir mektup yazdı. mektupta türkiye'nin yakın zamanda seçime gideceği, tam da bu aşamada idamların gerçekleşmesinin ordu ile millet arasında deva bulmaz bir kırgınlık yaratacağı yazıyor, bu görüşlerinin mbk'nin öbür üyelerine de aktarılması isteniyordu. oysa idam eğilimi gittikçe ağırlık kazanıyordu. kimi anayasa hukukçuları bile mahkeme karar verdiği takdirde idamların gerçekleşmesi gerektiğini söylüyordu. kararların açıklanmasına iki gün kala mbk ile ordu komutanları bir toplantı yaptı. komutanlar sertlikten yanaydı. idamlar, ordunun gücünü gösterecekti, bu yüzden elzemdi. bu arada gürsel hükümetinin 14 bakanı, idamların olmaması için bir mektup yazdı ama yararı yoktu. artık hiçbirinin bir ağırlığı kalmamıştı.
15 eylül 1961 günü karar günüydü. o gün adnan menderes, sabaha karşı intihara teşebbüs etmişti. durumu son anda fark eden nöbetçiler tarafından kurtarılmış, tedaviye alınmıştı. bu yüzden mahkemede yoktu. yüksek adalet divanı, 15 kişinin idamına hükmetti. 43 sanık ise yaşam boyu hapis cezasına mahkum oldu. mahkeme çıkışında idamlıklar ve müebbetlikler ayrıldı. idamlar konusunda son söz mbk'ye aitti. mbk'nin idamları onaylaması halinde cezalar infaz edilecekti.
yassıada kararları, hemen bir kurye uçağıyla ankara'ya getirildi. saatler 18:00'i gösterirken 22 kişilik milli birlik komitesi, meclis binasında toplantı halindeydi. son derece gergin bir hava toplantı salonuna çökmüştü. başkan gürsel, toplantının uzaması halinde mbk üyelerinin birbirlerine saldırmalarından korkarak, "uzatmaya gerek yok. zaten hepiniz her şeyi biliyorsunuz" deyip görüşmelere geçti. bu arada amerikan başkanı kennedy'nin idamların yapılmaması için gönderdiği mektup, dışişleri bakanı selim sarper aracılığıyla iletildi. ama o gerginlik içinde hiç kimse, kennedy'ye kulak verecek durumda değildi. bir ara inönü'nün gürsel'e yazdığı mektubun okunması önerisi gelse de reddedildi. bunun üzerine gürsel, mektubu masanın üzerine bıraktı, "isteyen okusun" dedi. çoğunluk okumadı. mbk üyelerinin bir bölümü, tüm idamların infazından, bir bölümü ise tümünün yaşam boyu hapse çevrilmesinden yanaydı. bir diğer görüş ise idamların bazılarının infazı, bazılarının ise yaşam boyu hapse çevrilmesi yönündeydi. bu gerilim içinde oylamaya geçildi. gürsel, mbk üyelerine "hepsini müebbete mi çevirelim, yoksa idam olsun mu" diye sordu. başlangıçta 13 üye, idamların hepsinin müebbete çevrilmesinden yanaydı. ancak ne olmuşsa olmuş, dört üye son anda saf değiştirmişti. oylamanın sonucunda 13'e 9'la idamların olmasına karar verilmişti. ardından ikinci oylamaya geçildi. 15 idamın 11'i yaşam boyu hapse çevrilmişti. bu idamlar, oy çokluğuyla alınmış kararlardı. karşı oy da mevcuttu. celal bayar, adnan menderes, fatin rüştü zorlu ve hasan polatkan hakkındaki kararlar ise oy birliğiyle alınmıştı. mbk, bu dört idamı onadı. ancak, celal bayar'ın cezası, 65 yaşını geçtiği için müebbete çevrildi. günün sonunda menderes, zorlu ve polatkan'ın idamlarına hükmedilmişti. mbk'nin kararları, 15 eylül 1961 gecesi 23 haberleri ile türkiye'ye duyuruldu.
16 eylül 1961 günü zorlu ve polatkan'ın idamları infaz edildi. menderes ise intihar teşebbüsünden sonra hastanede tedavi gördüğü için infazdan bir günlüğüne de olsa kurtulmuştu. bu fırsatı değerlendirmek isteyen ailesi, derhal harekete geçti. menderes'in idamı infaz edilmediğine göre kurtarmak için bir ümit vardı. adnan menderes'in eşi berrin menderes, önce ckmp lideri osman bölükbaşı'nı aradı. bölükbaşı üzündü. menderes'e "yapacak bir şey yok" dedi. menderes, bunun üzerine chp lideri ismet inönü'ye gitti. 16 eylül'de berrin menderes ve 15 yaşındaki oğlu aydın menderes, inönü'nün evinde paşa ile görüştü. inönü, berrin menderes'e 27 mayısçıları kast ederek "çok çılgın bir haldeler. bir türlü söz dinletemiyorum" dedi. görüşmenin ardından inönü, aceleyle gürsel'e gitti. zorlu ve polatkan'ın idamlarını orada öğrendi. hiç değilse menderes kurtarılabilirdi. ama yassıada ve imralı artık gürsel'in kontrolünde değildi. gürsel, ümitsiz bir çaba içinde orgeneral cemal tural'ı arattı ama bulamadı. ardından 66. tümen komutanı faruk güventürk'ü aradı. telefona güventürk'ün eşi çıktı. güventürk'ün eşi nezahat güventürk, derhal karargaha gidip faruk güventürk'ü bulmaya girişti ama karargahtaki hiçbir asker, faruk güventürk'ü bulmaya talip olmadı. gürsel, son bir ümitle yassıada komutanı yarbay tarık güryay'ı aradı ve "menderes'i hiçbir yere bırakma" dedi. oysa menderes, çoktan infaz edileceği imralı'ya doğru yola çıkmıştı. böylece menderes'in yaşaması için son umut kapısı da kapanmış oluyordu. adnan menderes, 17 eylül 1961 günü öğle saatlerinde marmara açıklarındaki imralı adasında idam edildi. artık türkiye cumhuriyeti'nin tarihinde idam edilmiş bir başbakan vardı.
10 yıllık dp iktidarı, 27 mayıs 1960 günü, birkaç saat içinde devrilivermişti. üstelik, halkın büyük bir bölümünün ve muhalefet çevrelerinin desteği tamdı. toplumun bir bölümü, adeta korkulu bir düşten uyanmışcasına mutlu ve coşkuluydu. destek öylesine büyüktü ki, bir süre sonra radyolardan "tezahürat artık durdurulsun" duyuruları yapıldı. darbenin ilk günü lider seçilen cemal gürsel, devrik iktidar mensuplarının yargılanmayacağını ve üç ay içinde seçimlerin yapılacağını ilan etti. 27 mayıs müdahalesinin ilk günleri, iyimser bir hava içinde geçmişti.
darbecilerin lideri olarak orgeneral cemal gürsel ilan edilmişti. ancak, 27 mayıs'ın fiili lideri, gürsel'in adaşı tümgeneral cemal madanoğlu'ydu. madanoğlu, 27 mayıs 1960 günü bir grup hukuk profesörünü ankara'ya getirtmiş, onlardan bir anayasa hazırlamalarını istemişti. madanoğlu, bu isteğini dile getirirken iktidarı en kısa sürede sivillere devretme niyetinde olduğunu da açıkça dile getirdi. ancak, tam bu noktada profesörler madanoğlu'na itiraz ettiler. komutanların olağanüstü yetkilere sahip bir heyet kurarak ülkeyi idare etmeleri gerektiğine kanaat getirdiler. askerler kışlalarına çekilmek istiyor, siviller ise onlara durun diyordu. böylelikle milli birlik komitesi oluşturuldu. ne var ki mbk'nin oluşturulması hiç kolay olmadı. darbecilerin her biri, farklı örgütlerden geldikleri için birbirlerini tanımıyordu. başlarına lider seçtikleri cemal gürsel ise çoğunun adını bile bilmiyordu. 27 mayıs'ın başarıya ulaşmasıyla birlikte pek çok subay, "27 mayıs'ı ben yaptım" diye ortaya çıkmıştı. bunların ne kadarının gerçekten 27 mayıs'ta rol oynadığı, ne kadarının durumdan vazife çıkarmak için ortaya atıldığı kuşkuluydu. sonunda güvenilir komutanlardan oluşan bir heyetin çalışmalarıyla 38 kişilik mbk oluşturuldu. listenin başına cemal gürsel adı yazılıydı.
ne var ki mbk'nin oluşturulmasıyla iş bitmemişti. hatta tersine, yeni bir kriz kapıdaydı. krizin adı hükümetin oluşturulmasıydı. profesörler, hükümeti askerin kurmasını istemişti. bu yüzden hükümeti cemal gürsel kuracaktı. oysa 27 mayıs'ı yapan subaylar, askeri görevlerinin dışında hiçbir görev kabul etmeyeceklerine dair darbeden birkaç saat önce yemin etmişlerdi. sonunda geçmişi temiz sivillerden oluşan bir teknisyenler hükümetinin kurulmasına karar verildi. kriz aşılmış gibi görünüyordu. oysa sırada yeni ve daha büyük bir kriz vardı. iktidara süngüyle gelinebilirdi, ama üstüne oturulamazdı. nitekim, kısa bir süre sonra bu gerçek kendini açık biçimde gösterecekti.
cemal gürsel, ilk günlerde dp'lilerin yargılanmayacaklarını ve en kısa süre içerisinde seçimlere gidileceğini söylemişti. oysa bu o kadar kolay değildi. mbk içerisinde bir grup, hemen seçimlere gidilmesine karşıydı. askeri yönetimin uzun süre devam etmesinden, bu arada köklü reformların yapılmasından ve iktidarın ancak ondan sonra sivillere devredilmesinden yanaydı. radyodan darbe bildirisini okuyan albay alparslan türkeş de seçime karşı olanlardan birisiydi. türkeş, bu koşullarda seçim yapmanın iktidarı chp'ye vermek demek olacağını, bunun da "ordu, chp'yi iktidara getirmek için darbe yaptı" diye algılanacağını düşünüyordu. komutanların dışında anayasa komisyonunu oluşturan profesörler de gürsel'in karşısına geçmişti. profesörler, dp'lilerin yargılanması gerektiğini, aksi halde komutanların ileride "meşru bir iktidara darbe yapmaktan" idam edilmekle bile karşı karşıya kalabileceğini söylüyorlardı. onlara göre seçim yapılacaksa bile önce dp'liler yargılanmalı, bu yargılamadan sonra dp seçime sokulmalıydı. bu durumda devrik iktidar mensuplarına tartışmaları hararetlendi. kara harp okulu binası, tutuklularla dolup taşınca tümgeneral madanoğlu, bir emirle tutukluların çoğunu bıraktırdı. ancak, profesörlerin devreye girmesiyle birlikte bu isimler yeniden tutuklandı. bu arada harbiye'deki tutuklulardan içişleri eski bakanı namık gedik, kuşkulu bir biçimde yaşamını yitirdi. birden bire hava sertleşmişti. basında da devrik rejim aleyhinde ağır suçlamalar yer almaya başlamıştı. konya yolundaki toplu mezarlardan harbiye'yi havaya uçurma planlarına, kars ve artvin'in sovyetler'e verildiğinden tutun da gençlerin cesetlerinden hayvan yemi yapıldığına dair haberler yapılıyordu. doğruluğu kanıtlanmayan bu haberler ile kamuoyu, sert cezalara hazırlanıyordu. ilk günlerde "yargılama olmayacak" diyen ve "üç ay içinde seçim" sözü veren cemal gürsel ağız değiştirerek "onların suçlu olduklarına kaniyim" dedi. artık dp'ye mahkeme kapısı görünmüştü.
harbiye'de tutulan dp'liler, darbeden kısa bir süre sonra askeri uçaklarla etimesgut havaalanından istanbul'a getirildi. devrik iktidar mensupları, buradan bir gemiyle marmara açıklarındaki yassıada'ya taşındı. o güne dek bir askeri tesise ev sahipliği yapan bu küçük ada, o günden sonra türk siyasi yaşamına bir devrin yargılandığı yer olarak geçecekti. bu adada devrik iktidar mensuplarını son derece zorlu koşullar bekliyordu. haklarındaki suçlamalar ağırdı. neredeyse vatana ihanete varan bir dizi suçla itham ediliyorlardı. bununla birlikte askerlerin devrik iktidar mensuplarına olan yaklaşımları da oldukça kabaydı. dp'liler hakkında basın ve kamuoyunda da korkunç bir itibarsızlaştırma süreci yürütülüyordu. bu sürecin zirvesi "düşükler yassıada'da" filmiydi. film, eski dp'lilere yönelik öylesine aşağılayıcı ifadeler içeriyordu ki, bir süre sonra mbk üyesi bazı komutanlar bile eski dp'lilere acımaya başlamış, vicdanen rahatsızlık duyar olmuştu. filmin esas çarpıcı olan sonucu ise devrik cumhurbaşkanı bayar'ın intihar girişimi oldu. gururlu bir adam olan celal bayar, tüm ülkenin gözü önünde maruz kaldığı aşağılamaya dayanamamış, yassıada'da intihara girişmişti. intihar girişimini son anda fark eden askerler, 77 yaşındaki bayar'ı güçlükle kurtarmışlardı.
bayar'ın başarısız intihar girişiminden iki gün sonra, 27 eylül 1960 günü demokrat parti, bir mahkeme kararıyla kapatıldı. kararın gerekçesi, partinin beş yıldır kongresini yapmamasıydı. yaralı demir kırat öldürülmüştü. süvarilerinin kaderi ise yassıada'da çizilecekti.
25 mayıs 1960 günü başbakan menderes ve beraberindeki heyet, eskişehir'e hareket edecekti. menderes, eskişehir'e gitmeden önce tbmm'de dp grubuyla görüştü. görüşmede dp'liler, hükümetin olayları bastırmaktaki yetersizliğini dile getirince menderes, "hepinize teessüf ederim" diyerek toplantıyı terk etti. meclisin ardından çankaya köşküne giden menderes, burada genelkurmay başkanı rüştü erdelhun ile görüştü. beklenmeyen bu görüşme, kimi spekülasyonlara yol açmış, bayar'ın erdelhun'a başbakanlık teklif ettiği bile söylenmişti. erdelhun'un talebi, sıkıyönetimin yetkilerinin artırılmasıydı. istenen, bir tür yarı askeri rejimdi. menderes kesin bir karara varmadan köşkten ayrıldı ve eskişehir'e doğru yola çıktı.
menderes eskişehir'e doğru yol alırken cuntacılar da yavaş yavaş harekete geçtiler. bu arada erdelhun, ordudaki kaynamanın önüne geçmek için üst rütbeli komutanları 26 mayıs 1960 günü genelkurmay başkanlığının sinema salonunda toplayıp bir konuşma yaptı. ordunun hükümete bağlı olduğunu, tüm yetkilerin kendisinde bulunduğunu söyleyen erdelhun, toplantının ardından cumhurbaşkanı bayar'a giderek ordunun hükümete bağlılık mesajını iletti.
darbe makinesi 26 mayıs günü öğle saatlerinde çalışmaya başladı. darbenin karargahı ankara'da kara harp okuluydu. istanbul'da ise binbaşı ahmet yıldız, harekatı sıkıyönetim idare merkezinden yönetecekti. çankaya köşkünde cumhurbaşkanlığı muhafız alay komutanı albay osman köksal, bayar'ı tutuklamak için işaret bekliyordu. eskişehir'de ise hava albay muhsin batur, akşam saatlerinde kendisine iletilen gizli bir emirle menderes ve beraberindekileri tutuklamak için tertibat almıştı. artık her şey hazırdı. gece yarısından sonra, sabaha karşı harekete geçilecekti. ancak, harekatın ne kadar başarıya ulaşabileceği kuşkuluydu. elde güvenebilecek yegane birlik olarak kara harp okulu görünüyordu. merkez komutanlığı gibi kimi birliklerin direnişe geçmeleri de son derece olasıydı. 26 mayıs'ı 27 mayıs'a bağlayan gece, işte böyle bilinmezliklerle doluydu.
günün ilk saatlerinde istanbul'da zırhlı birlikler hareketlendi. saat 03:00'te ise kara harp okulundan dört ekip çıktı. ilk görev, ankara merkez komutanının teslim alınmasıydı. gece uykusundan uyandırılan merkez komutanı, direnmek yerine telefonla astlarını aradı ve harekata katılma emri verdi. en önemli güçlük böylece aşılmıştı. ancak, orduevindeki komutanları teslim almaya gelen ekip direnmeyle karşılaşınca ateş açmak zorunda kaldı. bu arada yenişehir ve ulus taraflarında da çatışmalar çıkmış, teğmen ali ihsan kalmaz yaşamını yitirmişti.
başkentteki askeri hedefler, çok kısa bir süre içerisinde ele geçirilmişti. sırada sivil hedefler vardı. bu hedeflerin başında da radyo binası geliyordu. harekatın duyurulması için radyoya gereksinim vardı. radyoevini ele geçirmekle görevli subay ise kurmay albay alpaslan türkeş'ti. türkeş, bir bölümünü orada tamamladığı darbe bildirisini radyodan okumaya başladı. okunan bildiride türk silahlı kuvvetleri'nin ülke yönetimine el koyduğu ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiği bildiriliyordu. harekat, böylelikle tsk'ye mal edilmişti. hemen ardından anadolu'daki ordu komutanlarının da harekata katılmalarının sağlanması için harekete geçildi. darbenin başındaki isim tümgeneral cemal madanoğlu'ydu, ancak tümgeneral rütbesindeki bir askerin orgeneral rütbesindeki ordu komutanlarına hükmetmesi olanaksızdı. madanoğlu, ordu komutanlarına liderlerinin kara kuvvetleri komutanı cemal gürsel olduğunu söyleyince komutanlar harekata katılmaya razı oldular. böylece önemli bir güçlük daha aşılmıştı.
harekat başladıktan kısa bir süre sonra hemen hemen bütün dp'liler ele geçirilmişti. yalnız, eskişehir'deki başbakan menderes ile çankaya'daki cumhurbaşkanı bayar yakalanamamıştı. darbecilerden yarbay sezai okan, çankaya köşkünü arayıp bayar'ın yaver'i mustafa tayyar'a sert bir ültimatom verdi. bayar'ın 45 dakika içerisinde teslim olması isteniyor, teslim olmazsa çankaya köşkünün havaya uçurulacağı dile getiriliyordu. oysa bayar'ın teslim olmaya niyeti yoktu. direnmeyi, gerekirse ölmeyi düşünüyordu. oysa başkentteki bütün mevziler düşmüş, elde sadece çankaya köşkü kalmıştı. bayar, muhafız alay komutanı osman köksal'a muhafız alayının direnme olanaklarını soruyordu. oysa köksal, bayar'ı korumakla değil, teslim almakla görevliydi. bu yüzden bayar'a yanlış yanıtlar veriyor, eldeki olanakların bir direnişe uygun olmadığını söylüyordu. bayar, albay köksal'ın da darbecilerin içinde olduğunu biraz sonra öğrendi. silahına sarıldı. kendisini teslim almaya gelen askerlerle vuruşacak, son kurşunu da kafasına sıkacaktı. 05:30'da general burhanettin uluç komutasındaki bir grup asker, kendisini teslim almaya geldiğinde teslim olmayı reddetti. tabancasını şakağına dayamış, ancak silah patlamadan üzerine atılan askerlerce kurtarılıp enterne edilmişti. ne olmuşsa olsun, devrik cumhurbaşkanı bayar, çatışma düşüncesinden son anda caymıştı. böylece ankara'daki tüm mevziler düşmüş, cumhurbaşkanı bayar dahil tüm dp kadrosu ele geçirilmişti. artık geriye sadece eskişehir'deki menderes ve ekibi kalmıştı.
darbe haberini eskişehir'de alan menderes ve beraberindeki heyet, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte eskişehir'den ayrıldı. bir an önce sığınabileceği güvenli bir yere geçmek istiyordu. onları ele geçirmekle görevli hava albay muhsin batur, hemen devrik başbakanın yerini belirlemek için uçaklar kaldırdı. menderes'in kütahya yönüne doğru hareket ettiği belirlenince kütahya'daki hava er eğitim tugayı komutanı aranarak menderes ve beraberindeki heyetin alıkonulması istendi. kütahya'ya varan devrik başbakan ve beraberindekiler, derhal valiliğe gitti. menderes, valilikteyken birkaç yeri arayıp haber almaya çalışsa da başarılı olamadı; her yer duvar gibi sessizdi. menderes ve beraberindeki heyet, bir süre sonra valilikten ayrılıp tugay komutanlığına gitti. bu sırada tugay komutanlığına yanında bir grup askerle birlikte gelen albay muhsin batur, menderes'e tutuklama kararı olduğunu bildirdi. devrik başbakan menderes ve maliye bakanı hasan polatkan, bir askeri uçağa bindirilerek kütahya'dan ankara'ya doğru yola çıkarıldı.
menderes, üzgün ve bitkin bir halde, devamlı sigara içiyordu. bununla birlikte gayet sakin ve çevresindekilere karşı nazik davranıyordu. polatkan ise korkudan aklını yitirecek gibiydi. bu arada uçak ankara'ya gelirken darbenin liderinin cemal gürsel olduğu, bir askeri uçakla izmir'den ankara'ya getirildiği ilan edilmişti. devirenlerin lideri ile devrilenlerin lideri havada karşılaşıyordu. artık türkiye'de yeni bir dönem başlıyordu.
uçak kazasından sonra diyalog olanaklarının tamamen ortadan kalktığını gören ismet paşa, yeniden sert ve hırçın bir muhalefete döndü. 1959 ilkbaharında bir yurt gezisine çıktı. gezinin ilk durağı, simgesel bir öneme sahip olan uşak'tı. uşak, büyük taarruzda yunan başkomutanı nikolaos trikupis'in maiyetiyle birlikte tutsak alındığı şehirdi. chp'nin "bahar taarruzu" olaylı geçti. uşak'ta çıkan olaylarda ismet inönü, kafasına gelen bir taşla yaralandı. istanbul'da inönü'yü dp'lilerin linç girişiminden askeri birlikler kurtarırken, kayseri'de ise hükümeti şok eden bir gelişme yaşandı. valinin emrine rağmen asker, inönü'yü durdurmayı reddetti. inönü'nün kayseri'ye girişini engellemekle görevlendirilen müfrezenin komutanı binbaşı selahattin çetiner, ismet paşa'ya "sizi engellemektense kafama sıkarım" diyerek bağlılığını bildiriyor, ertesi gün ordudan istifa ediyordu.
kayseri'de yaşananlar, dp'lilerin endişelerini büsbütün artırdı. iktidar çevrelerinde chp'lilerin ordu ile el ele verip bir askeri darbe hazırladıklarına ilişkin korku büyüyordu. aslında inönü, olan bitenden az çok haberdar olsa bile darbe hazırlıklarının tamamen dışındaydı. darbeciler, kendilerine lider olarak yeni kara kuvvetleri komutanı cemal gürsel'i seçmişti. bir nato gezisi sırasında cunta üyelerinden sadi kocaş, gürsel'e liderlik teklif etmiş, gürsel ise bu teklifi ne kabul, ne de reddetmişti. darbecilere şimdilik bu kadarı da yeterliydi. ilk aşamada cuntacıları kilit görevlere yerleştirmesi istenmişti. gürsel bunu yaptı. alpaslan türkeş'i kara kuvvetleri genel sekreterliği şube müdürlüğüne, suphi karaman'ı erkan-ı harp dairesine, osman köksal'ı ise cumhurbaşkanlığı muhafız alay komutanlığına atadı. özellikle osman köksal'ın görevi çok kritikti. zira, osman köksal'ın cumhurbaşkanlığı muhafız alay komutanı olmasıyla birlikte darbe gecesi celal bayar'ın teslim alınmasının önünde bir engel kalmamış oluyordu. artık darbe çarkı işlemeye başlamıştı.
işleyen çarkı durduracak tek çözüm erken seçim görünüyordu. bir erken seçimle her şey yatıştırılabilir, geliyorum diyen tehlike durdurulabilirdi. hükümet de bu formüle yatkın görünüyordu. o kadar ki, adalet bakanı esat budakoğlu, erken seçim için muhalefet partileriyle temasa bile geçmişti. ancak, tam da bu aşamada devreye cumhurbaşkanı celal bayar girdi. bayar, bir erken seçime taraftar değildi. bu gergin atmosfer içinde yapılacak bir erken seçimin ülkeyi korkunç bir kaosa ve kanlı olaylara sürükleyeceğini söylüyordu. nitekim, bir süre sonra erken seçim kararından vazgeçilmiş, erken seçim için uğraşan adalet bakanı budakoğlu istifa etmişti. böylece koşar adım gelen darbeyi engelleyecek son çare de ortadan kalkmıştı.
27 mayıs'a bir ay kala türkiye, patlamaya hazır bir volkan gibiydi. demokrat parti, ana muhalefet partisi cumhuriyet halk partisi'nin "kanun dışı yollarla iktidara gelmek için silahlandığı ve hücre örgütleri kurduğu" iddialarıyla tbmm'de bir tahkikat komisyonu kurdu. bu komisyon, basının ve muhalefetin faaliyetlerini soruşturacak, bunu yaparken en küçük bir itirazla bile karşılaşmayacaktı. 15 dp'li vekilden oluşan komisyon, hem savcı, hem yargıç, hem de tanık olacaktı. bu komisyon, adeta muhalefetin idam fermanıydı. gazeteler sansürleniyor, haber yapmaları engelleniyordu. türkiye'deki gelişmeleri haberleştiremeyen gazeteler, bir süre sonra güney kore'deki halk ihtilalini haberleştirmeye başladı. tbmm'de inönü'nün "türk milleti, kore milletinden daha az haysiyetli değildir" şeklindeki sözleri, 12 oturum ceza almasına neden oldu. kore benzetmesi, iktidarın canını fena halde sıkmıştı.
ama dp iktidarı için asıl can sıkıcı gelişmeler, gerilimin üniversitelere yansıması oldu. 28 nisan 1960'ta, tahkikat komisyonunun kurulmasını protesto etmek için istanbul üniversitesi bahçesinde toplanıp eylem yapan öğrencilerin üzerine polis ateş açtı, orman fakültesi öğrencisi turan emeksiz yaşamını yitirdi. olaylar ertesi gün ankara üniversitesi'ne sıçradı, orada da yaralananlar oldu. polise tepki gösteren üniversite hocaları da polis şiddetinden nasibini almış, hukuk fakültesi dekanı sıddık sami onar tartaklanmıştı. polis yetersiz kalınca yardıma çağrılan askeri birlikler ise öğrencileri dağıtmak yerine onlarla kucaklaşıyor, eylemler bir asker-öğrenci dayanışmasına sahne oluyordu. 28-29 nisan 1960 olaylarından sonra sıkıyönetim ilan edildi. asker sahnedeydi artık.
28-29 nisan olaylarından bir hafta sonra tarihe 555k olarak geçen olay yaşandı. 555; yani 5. ayın 5. günü saat 5'te kızılay'da. bu parolayla günlerce örgütlenen gençler, 5 mayıs 1960 günü akşam saatlerinde kızılay meydanında yürüyüşe geçtiler. o sırada her şeyden habersiz biçimde makam arabasıyla başbakanlığa giden adnan menderes, bir anda kendisini eylemcilerin arasında buldu, onlarla laf dalaşına girdi, tartaklandı. adnan menderes, kendisini bir gazetecinin arabasına güçlükle atarak oradan uzaklaşabildi. eylemin devam etmesi üzerine devreye giren cumhurbaşkanı celal bayar, içişleri bakanı namık gedik'e "dağılmazlarsa ateş açılsın" emrini verdi. gençler, anonsa rağmen dağılmadı, ama ateş de açılmadı.
cumhurbaşkanı celal bayar, sertlikten yanaydı. o kadar ki, daima akıl danıştığı, görüşlerine önem verdiği hukuk profesörü ali fuat başgil'in muhalefet ile uzlaşma önerilerine bile kulak tıkıyor, "zaman tenkit değil, tenkil zamanıdır" diyerek tüm uzlaşma ve yumuşama önerilerini reddediyordu. oysa türkiye, tüm bu gerilimin içinde bir askeri darbeye doğru yol alıyordu. bir süre önce darbenin başına geçmesi düşünülen kara kuvvetleri komutanı cemal gürsel, gidişi önlemek için 3 mayıs 1960'ta başbakan adnan menderes'e hitaben bir mektup yazdı. dp iktidarının hatalarını sıralayan gürsel, her şeye rağmen halkın önemli bir bölümünün menderes'e sevgi ve muhabbet beslediğini, bayar'ın istifa edip yerine menderes'in cumhurbaşkanı olmasıyla sorunların çözülebileceğini belirtiyordu. adnan menderes, bunun üzerine başbakanlıktan istifa etmeye karar verdi. plana göre istifa, bayar'dan gizlenecek, radyoyla halka duyurulacaktı. ancak, bu istifa kararının bayar'a tbmm başkanı refik koraltan yoluyla sızması üzerine bayar, adnan menderes'in yakın arkadaşı ve milli savunma bakanı ethem menderes'i yanına çağırarak "seninki istifa edecekmiş. söyle etmesin" dedi. ethem menderes, bu görüşmeden sonra başbakana giderek "cumhurbaşkanı istifa etmeni istemiyor" deyince başbakan istifadan vazgeçti. mektubun sahibi cemal gürsel ise üç aylığına izne çıkarıldı. nasılsa üç ay sonra emekliye sevk edilecek, böylece sorun kendiliğinden çözülmüş olacaktı.
adnan menderes, 27 mayıs'a az bir zaman kala bir yurt gezisine çıktı. menderes'i izmir'de büyük bir kalabalık karşıladı. mersin'de ise oğlunu menderes için kurban etmek isteyen bir baba güçlükle caydırılabildi. bu gördükleri karşısında menderes'in kendine güveni artmıştı. istifayı o ana kadar düşünüyorsa bile vazgeçmişti. ancak, bu sevgi, menderes'in sonunu getirecekti. darbeye altı gün kala yapılan bir eylem, durumun vahametini daha net biçimde gösterecekti.
21 mayıs 1960 günü hindistan başbakanı cevahirlal nehru, ankara'yı ziyaret edecekti. kara harp okulu öğrencileri, o gün öğle saatlerinde üniformalarıyla ankara'da yürüyüşe geçti. harbiyelileri gören polisler kaçışmış, bir yüzbaşı, ankara sıkıyönetim komutanı namık argüç'e meydan okumuştu. harbiyeliler, zafer anıtına kadar yürüdükten sonra istiklal marşı ve harbiye marşını söyleyip dağıldı.
yürüyüşün ardından cumhurbaşkanı bayar, tehlikenin boyutlarını anlamıştı. artık ordu devredeydi ve darbe kaçınılmaz görünüyordu. ne yapılıp edilip bir önlem alınmalıydı. önlem olarak kara harp okulu'nun izmir'e nakli düşünüldü. karar, okul komutanı sıtkı ulay'a iletildi. oysa sıtkı ulay da cuntanın üyelerinden birisiydi. bir anda darbeciler arasında bir tereddüt ortaya çıktı. cemal gürsel'in yokluğunda liderliği üstlenen tümgeneral cemal madanoğlu, duruma müdahale ederek tereddütleri gidermiş ve darbe çarkı işlemeye başlamıştı.
--spoiler--
Halk arasında demokrat kelimesi pek bilinen bir kelime değildi. Demokrasi rejimi gibi demokrat kelimesi de halka yabancıydı. Halk, kısa zamanda bunu kendi diline çevirdi. Köy kahvelerinde Demokrat yerine Demirkırat denmeye başlandı. Demokrat Parti'den söz ederken Demirkırat Partisi deniliyordu.
--spoiler--
27 mayıs'a doğru geri sayım, aslında 10 nisan 1956 günü gaziantep'te adnan menderes'in yaptığı konuşmayla başlamıştı. menderes, "bazı komünist birliklerin hareket halinde olduklarını görüyoruz. eldeki yasalar yetmezse yenilerini çıkarırız" demişti. bu konuşmadan kısa bir süre sonra çıkan bir yasayla çok sayıda üst düzey yargıç ve savcı emekliye sevk edildi. bunu basın yasasının çıkması izledi. "resmi şahıslar hakkında kötü düşünceyi davet eden yazılar" yasaklandı. bu, oldukça muğlak bir kavramdı ve her türlü yazıya kolaylıkla bu yafta vurulabilirdi. nitekim, bir süre sonra gazeteciler, yasanın soluğunu enselerinde duymaya başladılar. dp'ye muhalefet döneminde destek veren gazetelerin çoğu, artık dp'nin karşısındaydı. bunun bedelini de sansürle ve cezalarla ödüyorlardı. ancak, baskılar sadece basınla sınırlı kalmıyordu. chp genel sekreteri kasım gülek ve cmp genel başkanı osman bölükbaşı da tutuklanıp hapse konuluyordu. baskılar o denli yoğunlaşmıştı ki, ana muhalefet partisi chp'ye il kongresi yapmaları için salon veren dp'li aydın belediye başkanı ismet sezgin bile başbakan adnan menderes'in hışmına uğruyordu.
işte bu manzarada muhalefet partileri, güçlerini birleştirmek için harekete geçmişlerdi. onlara yol gösteren ise eski rakipleri, dp kurucusu fuat köprülü oldu. köprülü, "kurduğum partiyi tanıyamıyorum" diyerek dp'den istifa etmişti. basına verdiği demeçte menderes için ağır sözler kullanmış, "menderes'i iktidardan alaşağı etmek için birleşmek vatan borcudur" demişti. ismet inönü'nün chp'si, osman bölükbaşı'nın cmp'si ve lütfi fikri karaosmanoğlu'nun hürriyet partisi, seçimlere doğru inönü'nün heybeliada'daki evinde toplanıp güç birliği görüşmelerine başladılar. aslında üç parti de birbirine güvenmiyordu. ancak, güç birliğinin lafı bile iktidarı ürkütmeye yetti. menderes, ani bir kararla normalde 1958 yılının mayıs ayında yapılacak seçimleri 27 ekim 1957'ye aldı.
1957 seçim kampanyası çok gergin geçti. menderes, inönü için "ismet paşa hastadır. hastalığının adı iktidar hastalığıdır" dedi. büyük bir gerilimin ardından seçim günü gelip çattığında chp'liler ümitliydi. ama, seçim günü oy verme işlemi sürerken radyodan dp'nin önde olduğu yerlerin ilan edilmesiyle ümitler, yerini gerilime bıraktı. bir süre sonra haberler kesilmiş, ama bu arada bir kısım muhalif seçmen "nasılsa dp kazanıyor" düşüncesiyle oy vermeye gitmemişti. seçim sonuçları ne iktidarı, ne muhalefeti memnun etmişti. dp, seçimlerden galip çıkmış, ancak oy oranı düşmüştü. 3.5 yıl önce %60'a yaklaşan oyu, bu seçimde yüzde 50'nin altına düşmüştü. bir önceki seçimde oyu yüzde 35 olan chp ise yüzde 41'i bulmuştu. diğer muhalefet partilerinin oyları da eklendiğinde dp, "azınlığın iktidarı" olarak anılmaya başlamıştı. adnan menderes, o geceyi büyük bir gerginlik içinde geçirmiş, "allah bana bir daha böyle bir seçim gecesi yaşatmasın" demişti.
ordu içinde 1954'ten itibaren dp'yi devirmek için örgütlenen irili ufaklı pek çok cunta, 1957 itibariyle birleşmişti. ancak başlarında bir lider yoktu. cuntanın önde gelen isimlerinden yarbay faruk güventürk, milli savunma bakanı şemi ergin'e liderlik teklif etti. aynı saatlerde cuntacılardan binbaşı samet kuşçu, darbe hazırlıklarını devletin zirvesine ihbar ediyordu. bu ihbarın ardından 1'i emekli dokuz subay, "askeri darbeye teşebbüs" suçlamasıyla tutuklandılar. adnan menderes, bu olayın üzerinde durmadı. daha doğrusu önemsemedi. komitacılık geçmişi olan celal bayar ise tehlikenin boyutlarını tahmin ediyordu. olayın üstüne gidilmesi için çaba harcadı. ancak, yargılama sonunda faruk güventürk dahil sekiz kişi beraat ederken, yalnızca binbaşı samet kuşçu, "orduyu isyana teşvik" suçundan iki yıl hapis cezası aldı. böylece dokuz subay olayı kapanmış oldu.
15 temmuz 1958 günü istanbul'da bağdat paktı toplanacaktı. bağdat paktı, ortadoğu'da yükselen nasır hareketine karşı türkiye, ırak, iran ve pakistan'ın batı bloku adına üstlendiği misyonun örgütlenmiş haliydi. toplantıya ırak kralı da katılacaktı. ancak, o gün ırak'ta ihtilal olmuş, ırak kralı faysal ve başbakan nuri said'i ihtilalciler ve halk, linç ederek öldürmüştü. bu olayla birlikte bağdat paktı da fiilen sona ermişti. üstelik, kısa bir süre önce dokuz subay olayıyla meşgul olan dp hükümeti için de önemli bir uyarıydı bu olay. nitekim, o yazın sonlarında kamuoyunun gündemine "ihtilal" ve "darağacı" sözcükleri girmeye başlamıştı. adnan menderes, dp balıkesir il kongresinde kendinden geçercesine yaptığı konuşmada "ırak'ı misal göstererek adeta 'bunları öldürecek bir serseri çıkmayacak mı' demektedirler. biz onların bu meşum maksadını seziyoruz. bir zamanlar atatürk'e dahi suikastler tertip edilmiştir. ama buna teşebbüs edenlerin sonu darağacı olmuştur" demişti. ırak'ta yaşananlar, menderes'i işte böyle derinden etkilemişti.
1959 yılına gelindiğinde muhalefet ve iktidarda saflaşmalar iyice belirginleşmişti. hürriyet partisi'nin chp'ye katılmasıyla muhalefette saflar sıklaştırılmış, buna karşılık dp de vatan cephesi'nin kuruluşunu ilan etmişti. yurdun her yerinde mantar gibi cephe ocakları türüyor, radyodan her gün "vatan cephesi'ne katılan muhterem vatandaşlar" denilerek bir sürü isim sayılıyordu. bunların ne kadarının gerçekten vatan cephesi'ne katıldığı, ne kadarının sırf kalabalık gözüksün diye listeye konduğu ise meçhuldü. 27 mayıs'a bir yıl kala cephelere bölünmüş bir ülke manzarası vardı.
işte tam da bu aşamada yaşanan bir uçak kazası, her şeyi değiştirmişti. kıbrıs cumhuriyeti'nin kuruluş antlaşması için ingiltere'ye uçan başbakan adnan menderes'in uçağı, londra'da kaza yapmıştı. 13 kişinin yaşamını yitirdiği kazadan adnan menderes, şans eseri hafif yaralı olarak kurtulmuştu. bir süre hastanede tedavi gören menderes'i ankara'ya indiğinde coşkulu bir kalabalık karşılamıştı. kendisini karşılayanların arasında ismet inönü ve kasım gülek'i de gören menderes duygulanmış, inönü ve gülek'e teşekkür etmişti. bu kazayla iktidar-muhalefet ilişkilerinde bir yumuşama olanağı doğmuştu. ne var ki burada devreye cumhurbaşkanı celal bayar girdi. bayar, menderes'in chp'ye göstereceği yakınlığın dp için prestij kaybına yol açacağını savunuyordu. yakın çevresinin tüm telkinlerine rağmen menderes, inönü ile diyalog kanalını işletmeyi reddetti ve yeniden sertlik politikası egemen oldu.
demokrat parti, 1954 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazanmış ve seçim sonuçlarının verdiği güvenle ikinci dönemine giriyordu. ancak, dp'nin iktidardaki ikinci döneminde hiç umulmadık şeyler yaşanacak, hükümet kendisini büyük bir bunalımın içinde bulacaktı.
aslında bunalımın ilk işaretleri, 1954 yılında görülmeye başlanmıştı. başbakan menderes, seçimlerden kısa bir süre sonra hükümet programını açıklamış, ardından abd'ye uçmuştu. türkiye, kore savaşına abd'nin yanında katılmış ve ardından nato'ya üye olmuştu. menderes, bu müttefiklik ilişkisinin verdiği özgüvenle abd'de sovyetler aleyhinde ağır konuşmalar yapmıştı. ancak, iş istenen krediye gelince orada menderes'in hiç hoşuna gitmeyen bir yanıt geldi amerikalılardan. ekonomide tehlike çanları çalıyordu. ticari açık büyüme eğilimi gösteriyor, borç ödemeleri gecikiyor, enflasyon yükseliyordu. bu koşullarda verilecek kredi, batık kredi demek olacaktı. abd hükümeti, menderes'e istediği 300 milyon dolarlık kredi yerine 30 milyon dolarlık hibe verdi. menderes, sıkıntılı bir dönemin başladığını o ziyaret sırasında anlamıştı.
adnan menderes, abd dönüşü muhalefet partilerine oy veren şehirleri cezalandırmaya başladı. önce cumhuriyetçi millet partisi lideri osman bölükbaşı'nın memleketi ve seçim bölgesi kırşehir, bir yasayla ilçe haline getirildi. ardından inönü'nün kalesi malatya ikiye bölünerek adıyaman ili oluşturuldu. basın bu uygulamaları eleştirmeye başlayınca baskılar devreye girdi. hüseyin cahit yalçın ve bedii faik akın gibi gazeteciler, ilerlemiş yaşlarına rağmen cezaevine atıldı. nihat erim'e para cezası kesildi. tbmm'de ise menderes ile inönü arasında laf dalaşı yaşandı. inönü'nün '46 seçimlerini savunmaya kalkması üzerine menderes, inönü'ye dönüp "1946'daki cinayetinin hesabını vereceksin" dedi.
siyasi alandaki bu gerilim, bir süre sonra orduya da yansıdı. tuzla'da görev yapan dündar seyhan ve orhan kabibay adındaki iki subay, bir askeri darbe için cunta çalışmalarına başladılar. seyhan ve kabibay'ın çabaları sonucu bir süre sonra örgütlenme büyüdü. bu arada iktidar, alt kademelerdeki kıpırdanmalardan habersiz, orduyu dizayn etmeye çalışıyordu. ama bu doğrultuda yapılan çalışmalar, ilgili bakanların istifasıyla sonuçlanıyor, orduya hükümet bir türlü el atamıyordu. oysa ordu, iktidara el atmak üzereydi.
seçimlerden sonra ilk aylardaki gerilim, 1955 yılının ilkbaharında yerini kısmi bir yumuşamaya bıraktı. o kadar ki, başbakan menderes ile ana muhalefet lideri inönü, ankara palas'ın balo salonlarında birlikte eğleniyorlar, karşılıklı içki kadehleri tokuşturuyorlar ve ankara palas'ın kapısından sarmaş dolaş çıkıyorlardı. ancak, bu yumuşama çok uzun sürmedi. inönü'nün damadı metin toker'in yönetimindeki akis gazetesinde çıkan ve dp grubu ile hükümet arasındaki ilişkileri konu alan bir yazı yüzünden dergi yönetiminden cüneyt arcayürek tutuklandı. ama asıl hedef arcayürek'ten çok toker, dolayısıyla inönü'ydü.
aslında yazıda büyük oranda gerçek payı bulunuyordu. halk arasında ekonomik sorunlarla paralel biçimde yayılan yolsuzluk söylentileri, hoşnutsuzluğu artırıyordu. kimi bakanlar hakkında yaygınlaşan yolsuzluk iddiaları, gerilimi artırıyor, parti içi muhalefet yükseliyordu. bu arada bir grup dp'li milletvekili, ispat hakkı talebiyle ortaya çıktı. o güne dek bir yolsuzluk iddiası ortaya atıldığında bunun ispatlanmasına fırsat verilmiyordu. ispat hakkı talebiyle bu fırsat tanınacaktı. ama menderes bunu istemedi. "iftiraların sonunun gelmeyeceği" düşüncesiyle tasarıyı geri çevirdi. ispat hakkını savunanlar, bir süre sonra dp'den tasfiye edildi ve hürriyet partisi adıyla ayrı bir partide örgütlendiler.
1955 yılında gündemdeki belki en önemli konu kıbrıs sorunuydu. kıbrıs'ta türk ve rum toplumları arasındaki gerilimin tırmandığı bir aşamada türkiye, ingiltere ve yunanistan'ın katılımıyla kıbrıs görüşmeleri yapıldı. ancak, kıbrıs sorununun yarattığı gerilimle hiç istenmeyen şeyler oldu. 6-7 eylül 1955 günlerinde, "atatürk'ün selanik'te doğduğu evin yunanlılarca bombalandığı" haberiyle birlikte korkunç bir provokasyon örgütlendi. gayrimüslimlere ait dükkanlar, evler, okullar, ibadethaneler saldırıya uğradı, ölenler ve yaralananlar oldu. ancak, tüm bu yaşananları içişleri bakanı namık gedik, "milli gençlik kıyamı" diye nitelendirerek onaylıyordu. bu yüzden kendi partilisi olan mükerrem sarol'un dahi tepkisini çekmiş, bir süre sonra istifa etmek zorunda kalmıştı.
artık her şey kontrolden çıkmaya başlamıştı. ispat hakkını savunanlar dp'den tasfiye edilmiş, içişleri bakanı namık gedik istifa etmiş, ancak gerilim dindirilememişti. tam tersine, 1955 yılı biterken dp grubu adeta patlamaya hazır bir yanardağ gibi alev almıştı. 22 kasım 1955 günkü meclis oturumunda tüm bakanlar dp grubunca sorguya çekilmiş, hepsi birer birer istifa etmek zorunda kalmışlardı. başbakan adnan menderes tam bu aşamada istifayı düşünürken yakın arkadaşı mükerrem sarol'un önerisiyle istifadan caydı. sarol, menderes'e kişisel olarak güvenoyu istemesini önermişti. menderes, öneriye uydu ve dp grubundan kişisel olarak güvenoyu istedi. gemi batmış, ama kaptanı kurtulmuştu. menderes, yeni hükümeti kurdu. siyasi kariyeri adeta uçurumun kıyısından dönmüştü.
oysa dp iktidarı, uçuruma doğru yuvarlanıyordu. partinin kurucularından fuat köprülü, "kurduğum partiyi tanıyamıyorum" diyerek istifa etmişti. diğer iki kurucu; cumhurbaşkanı celal bayar ve tbmm başkanı refik koraltan da uçuruma doğru gidildiğinin farkındaydılar.
adnan menderes'in başbakan olarak ilk icraatlarından birisi, ezanın yeniden arapça okunmasıydı. dp, iktidara gelirken "halkın benimsediği inkılaplara dokunmama" sözü vermişti. ancak, halen tartışma konusu olan kimi inkılaplar vardı. bunlardan birisi de ezanın türkçe okunmasıydı. 1932'de alınan bir kararla ezanın türkçe dışında bir dilde okunması yasaklanmıştı. dp, iktidara gelir gelmez bunu değiştirdi ve ezanın arapça okunmasını serbest bıraktı. üstelik, bu girişimi kimi chp'li milletvekilleri de desteklemişti. yasa, onay için derhal celal bayar'a gitti. ancak bayar, işi ağırdan alıyordu. oysa menderes, yasanın ramazan ayına yetiştirilmesini istiyordu. ikili arasındaki güç savaşı, bir süre sonra menderes'in istifasıyla sonuçlandı. arapça ezan tasarısı, hiç yoktan bir kriz doğurmuştu. bir süre sonra bayar, yasayı onayladı ve menderes'le aralarındaki buzlar eridi. ancak ezanda arapçaya dönülmesi, o güne dek dp'yi destekleyen kimi aydınların desteklerini çekmelerine yol açtı. atatürk devrimleri konusunda duyarlı olan kimi çevrelerden de itirazlar yükselmeye başlamıştı.
1950 yılının yaz ayları, aynı zamanda savaş aylarıydı. kore'de sscb öncülüğündeki sosyalist blok ile abd öncülüğündeki kapitalist blok arasında silahlar konuşmaya başlamıştı bile. dp iktidarı, bu savaşta abd'nin yanında konumlanmak, böylece nato'ya girmek için büyük bir uğraş veriyordu. en sonunda dp iktidarı, kore'de abd safında savaşmaları için tahsin yazıcı komutasındaki bir türk tugayını görevlendirdi. muhalefet ise hükümetin bu çabasını destekliyor, ancak kararın meclis tarafından alınmasını istiyordu. muhalefetin tüm isteklerine ve uğraşlarına karşın hükümet, meclis kararı olmadan kore'ye asker yolladı. bu çabanın karşılığı 1952 yılında nato üyeliği ile gelecekti.
dp iktidarının, daha doğrusu adnan menderes'in önündeki bir başka sorun eski iktidardı. "devr-i sabık yaratmama" sözüyle iktidar olan, yani eski yaraları deşmeme, geçmişi geçmişte bırakma söylemiyle yeni döneme başlayan dp, iktidara geldikten kısa bir süre sonra eski iktidarın izlerini silmeye yöneldi. paralardan ismet inönü'nün fotoğrafının çıkarılması, inönü'nün beyaz treninin halka açılması, savarona'nın kullanılmaması vb. icraatlar ile adeta bir ismet paşa'yı unutturma kampanyası yürütülüyordu. üstelik, buna bir de sonraki yıllarda "chp'nin haksız kazanımları" sorunu da eklenecek; chp'nin tek parti döneminde elde ettiği her şey, hatta atatürk'ün vasiyetiyle partiye bırakılan ulus gazetesi bile "haksız kazanç" sayılarak chp'den alınacaktı. bu kadarı cumhurbaşkanı bayar'ı bile rahatsız etmiş, ancak sonuç değişmemişti.
yeni dönem, yeni iktidar, chp için de yeniden yapılanma demekti. partililer içinde chp'nin miadının dolduğunu, kapatılıp yeni bir parti kurulmasını söyleyenler bile vardı. seçimlerden 1.5 ay sonra yapılan kongrede ismet inönü yeniden genel başkan seçildi. partinin ikinci adamlığı olan genel sekreterlik makamında inönü, nihat erim'i destekliyordu. oysa chp'liler, seçim yenilgisinden çoğunluk sisteminde ısrar eden nihat erim'i sorumlu tutuyordu. bu arada ortaya çıkan bir başka chp'li kasım gülek, etkili bir seçim kampanyasıyla inönü'nün adamı erim'i yenerek genel sekreter seçildi. kasım gülek ile birlikte chp'nin çehresi değişecekti.
dp iktidarının ilk yıllarındaki en önemli başarısı, tarımda yaşanan makineleşme ve buna bağlı olarak gelişen ekonomik kalkınmaydı. yurtdışından alınan krediler ile tarımsal üretim patlama noktasına gelmişti. o kadar ki türkiye, 1953 yılında buğday üretiminde dünya dördüncüsü olmuştu. ülke bu denli büyük bir hızla gelişirken baraj gereksinimi de kendini gösteriyordu. böylece seyhan barajının yapılma düşüncesi ortaya çıktı.
diğer yandan iktidar-muhalefet ilişkileri de gerilmeye başlamıştı. "haksız iktisaplar" konusu üzerinden chp sıkıştırılıyor, seçimlere az bir zaman kala diğer muhalefet partisi olan millet partisi ise "laikliğe aykırı faaliyetleri" nedeniyle kapatılıyordu. tüm bu gerilim içerisinde yaşanan ahmet emin yalman suikastı, gerilimi doruğuna çıkardı. vatan gazetesi yazarı ahmet emin yalman, köktendinci çevrelerin hedefindeydi. başbakan adnan menderes'in malatya gezisini izlemek için şehirde bulunduğu sırada silahlı saldırıya uğradı, ağır yaralandı. suikastçi hüseyin üzmez, 20 yıl hapse mahkum oldu.
dp iktidarının ilk dört yılı böyle geçti. 1954 seçimlerinde dp'nin en önemli kozu, ekonomik kalkınmaydı. chp ise mağdur edilmiş parti olarak kitlelerden oy istiyordu. ortaya çıkan sonuç, bugün bile kırılamayan bir rekoru işaret ediyordu. dp'nin oyları %58'e yaklaşmış, chp ise yüzde 35'te kalmıştı. seçim sonuçları dp için ezici bir zafer, chp için ise ağır bir yenilgiydi. çoğunluk sistemi hesaba katıldığında tbmm'nin yüzde 93'ü dp'lilerden oluşuyordu. o sırada hiç kimsenin aklına gelmeyen ise şuydu: siyasette ulaşılacak en yüksek nokta, aynı zamanda inişin başladığı noktaydı. dp iktidarı için de olan aslında buydu.
1950 yılı seçim yılıydı. 27 yıldır süren tek parti iktidarının sona ereceğine ilişkin işaretler, o yılın başlarında kalkan iki cenazeyle belirmişti. bu cenazelerden ilki, chp'li eski başbakanlardan recep peker'e aitti. peker'in cenazesi, devlet töreniyle kaldırıldı. diğer cenaze ise millet partisi genel başkanı ve kurtuluş savaşı kahramanlarından emekli mareşal fevzi çakmak'a aitti. ama fevzi çakmak'ın cenazesi, peker'inki gibi olmadı. devletin çakmak'ın cenazesi karşısındaki kayıtsızlığı ve radyonun neşeli müzik yayınına devam etmesi, halkın tepkisini çekti. çakmak'ın cenazesi kitlesel bir protestoya döndü, olaylar çıktı. bu iki cenaze, adeta iki büyük partinin kamuoyu yoklaması olmuştu.
buna rağmen chp'liler iyimserdi. cumhurbaşkanı inönü, gittiği her yerde yoğun kalabalıkların alkış ve tezahüratlarıyla karşılanıyor, bu tabloyu gördükçe zaferden emin oluyordu. o kadar ki, kendisine seçimleri kaybedeceklerini söyleyen chp'li kasım gülek'in söylediklerini bile kulak ardı ediyordu. ancak, 14 mayıs 1950 günü sandıktan çıkan sonuçlarla gülek'in haklılığı ortaya çıkacaktı.
14 mayıs 1950 seçimlerinde chp'lileri, hatta dp'lileri bile şaşırtan büyük bir sürpriz ortaya çıktı. oyların yüzde 54'ünü alan demokrat parti, tek başına iktidar olmuştu. 27 yıllık chp iktidarı sona ermiş, iktidar el değiştirmişti. o günlerde uygulanan çoğunluk sistemi de hesaba katıldığında dp için zaferin, chp için ise hezimetin boyutları büyüyordu. ne var ki zaman geçtikçe akıllara "inönü'nün sonuçları tanıyıp tanımayacağı" sorusu yerleşiyor, bu soru özellikle dp'lilerin içini kemirip duruyordu.
gerçekten de seçim sonuçlarının kesinleştiği dakikalarda tsk'nin komuta kademesi, ismet inönü'ye chp'nin yayın organı ulus gazetesinin istanbul bürosu aracılığıyla bir haber göndermişti. inönü onay verirse tsk, seçimlere komünistlerin hile karıştırdığını söyleyip seçimleri geçersiz sayacaktı. ama inönü buna yanaşmadı. "madem millet dp'yi seçti, o halde iktidarı dp'ye devretmek gerekir" diyerek komutanların önerisini reddetti. aslında askeri müdahalenin ne getireceği de bilinmiyordu. ordu içinde dp'ye yakın çok sayıda asker de vardı. bir karşı darbe bile yaşanabilirdi. inönü, bu tehlikeyi bertaraf etti ve komutanları geri çevirdi. iktidar artık dp'nindi.
dp iktidarı, 1950 yılının mayıs ayı biterken işbaşı yaptı. dp grubu, önce cumhurbaşkanı adayını belirledi. parti içinde bir grup, genel başkan celal bayar'ı hükümetin başında görmek istese de çoğunluğun kararıyla bayar, cumhurbaşkanlığına aday gösterildi. başbakanlık için de başta fuat köprülü'nün adı geçiyordu. bu kararı bildirmek için bayar'ın yanına gelen adnan menderes'e bayar, "hayır adnan bey. başvekilim siz olacaksınız" dedi. böylece bayar cumhurbaşkanı, menderes başbakan oldu. celal bayar, cumhurbaşkanı seçildikten sonra, zorunlu olmadığı halde dp genel başkanlığından ayrıldı. sadece başbakan değil, dp genel başkanı da adnan menderes'ti.
dp iktidarının işbaşı yapmasıyla birlikte ilk kriz de patladı. menderes'in ilk kabinesinde partinin çalışkan ve verimli isimlerinden çok şöhretli ama verimsiz isimlere yer verilmişti. bu durumdan bakanlık bekleyen pek çok dp'li hoşnut olmadı. seçim öncesinde yaptıkları çalışmalarla zaferde önemli pay sahibi olduklarını, yeni hükümette de çabalarının ödüllendirilmesi gerektiğini düşünen milletvekilleri, kısa zaman sonra isyan bayrağını açtı. menderes, bu durumun daha fazla sürdürülemeyeceğini fark etmişti. nitekim, bir süre sonra kabine çöktü. yeni hükümette dp'nin çalışkan isimleri bakanlıkla ödüllendirildiler.
ancak tek kriz bakanlık değildi. dp iktidarının daha ilk haftalarında karşısına ordu çıkmıştı. tsk'nin komuta kademesinin bir askeri darbe hazırlığında oldukları haberi, haziran ayının ilk günlerinde başbakan adnan menderes'e ulaşmıştı. menderes, aldığı kararla genelkurmay başkanı dahil tüm komuta kademesini değiştirdi. genelkurmay başkanı emekliye sevk edilirken, başka kademelerde de değişiklikler yapıldı. böylece kriz aşılmış, askeri müdahale olasılığı ortadan kaldırılmıştı. ne var ki o yaz yaşanan başka bir kriz, bayar ile menderes'in arasını açacak, menderes istifaya kadar gidecekti. krizin adı ezanın yeniden arapçaya döndürülmesiydi.
7 ocak 1946'da dp'nin kurulmasıyla birlikte türkiye'deki tek partili yaşam sona erdi. demokrat parti, siyasi yelpazenin sağında yer alıyordu. iki temel hedefi vardı; liberal ekonomi ile düşünce ve ifade özgürlüğü. partinin dört kurucusu; celal bayar, adnan menderes, refik koraltan ve fuat köprülü arasında yapılan oylamada genel başkanlığa celal bayar seçilmişti. diğer üç kurucunun oyları bayar'a giderken, bayar'ın kime oy verdiği açıklanmadı.
dp, kurulduğu günden itibaren toplumun geniş kesimlerinden büyük rağbet görmeye başlamıştı. bu rağbet, iktidardaki chp'yi korkutmaya yetti. chp, kısa bir süre sonra bir dizi adım attı. işçilere sigorta, üniversitelilere örgütlenme hakkı, bazı vergilerin kaldırılması ve bir kısım suçların affedilmesi, chp'nin attığı adımlardandı. asıl sürpriz ise, normalde 1947 yılında yapılacak seçimlerin bir yıl öne çekilerek 1946'da yapılması oldu. dp, henüz yeni kurulmuş bir partiydi ve örgütlenmesini tamamlayamamıştı. bu koşullarda seçime katılsa yenilmesi kesindi. seçime katılmasa, sandıktan kaçtığı düşünülecekti.
dp'nin önünde temmuzdaki genel seçimlerden önce mayıs ayındaki yerel seçimler vardı. parti, yerel seçimleri boykot etmeye karar vermişti. yerel seçimlere katılım az oldu. bu gelişme, cumhurbaşkanı ismet inönü'yü huzursuz etti. chp'li nihat erim'e "gerekirse bir süre daha eski usulde, tek partili düzende gideriz" demişti. nihat erim de ulus gazetesindeki yazısında "demokrasinin üzerine bir şal örtmekten" söz ediyordu. çok partili rejim, doğduğu yıl can çekişmeye başlamıştı. herkesin aklında "yeni bir serbest fırka olayı mı olacak" soruları dolaşırken dp, genel seçimlere katılma kararı vermişti. böylece kriz aşılmış oldu.
ama yeni bir kriz kapıdaydı. 7 temmuz 1946'daki genel seçimler, bugün bile halen tartışılmaktadır. o günkü yasaya göre oy verme işlemi açık, oy sayma işlemi ise gizli yapılıyordu. hile kaçınılmaz görünüyordu. nitekim, birçok yerden seçmenlerin dövüldüğü, sandıkların ırmaklara atıldığı, oy pusulalarının değiştirildiği haberleri gelmeye başlamıştı. dp'de başlangıçta egemen olan zafer havası, saatler ilerledikçe yerini öfke ve isyana bırakmıştı. chp'liler, seçim hilesini kabul etmekle birlikte, inönü'nün dürüst bir seçim istediğini, sorunun bazı kötü niyetli bürokratlardan kaynaklandığını savunuyorlardı. ancak dp'liler, hiçbir zaman inönü'nün dürüst bir seçim istediğine inanmadı. seçim hilelerinden ismet paşa sorumlu tutuluyordu.
aslına bakılırsa, seçimlerde hile olmasa bile dp'nin kazanma şansı yoktu. zira yeterli sayıda milletvekili adayı çıkarılamamıştı. ancak, yine dp'nin halktaki karşılığı çok büyüktü. dp'lilerin ankara'ya uğurlandıkları her yer, bir miting alanına dönüşüyordu. en dikkat çekici uğurlanma ise kurtuluş savaşı kahramanı, eski genelkurmay başkanı fevzi çakmak'a yapılmıştı.
tbmm'de yeni dönem, müthiş bir gerilim içinde açılıyordu. cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşananlar, gerilimin boyutlarına ilişkin önemli bir ipucu veriyordu. chp'nin adayı inönü'ydü. dp ise inönü'nün karşısına fevzi çakmak'ı çıkarmıştı. tbmm çoğunluğu chp'deydi ve inönü, açık ara farkla cumhurbaşkanı seçildi. seçimden sonra chp'liler, inönü'yü ayakta alkışlarken, dp'liler ise "meclis kimsenin önünde ayağa kalkmaz" diyerek inönü'yü ayakta karşılamayı reddettiler. böylece tbmm tarihindeki ilk oturma eylemi de yapılmış oluyordu.
seçimlerden kısa bir süre sonra inönü, şükrü saracoğlu'nu başbakanlıktan almış, yerine chp'nin şahinlerinden recep peker'i getirmişti. recep peker de sert yüzünü kısa sürede gösterdi. tbmm'de adnan menderes'in bir konuşmasına yanıt olarak kullandığı "psikopat bir zihnin ifadesi" sözüyle birlikte ipler koptu. dp'liler tbmm'yi terk etti ve meclisi boykot etmeye başladı. gerilim doruğa varmıştı. bu arada dp'liler, 1947 yılında "hürriyet misakı" adını verdikleri bir yemini kabul ettiler. bu yemin, üç önemli madde içeriyordu: parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının ayrılması, vatandaşın oyunun güvenceye alınması ve anti-demokratik yasaların kaldırılması.
chp ile dp arasında var olan gerilim, bir süre sonra inönü'yü de endişelendirmeye başladı. inönü, tarafsız bir cumhurbaşkanı gibi davranmaya başlamıştı. 12 temmuz beyannamesi ile iktidar-muhalefet ilişkilerinde bir yumuşama döneminin başladığı ilan ediliyordu. bu arada olan da sertlik yanlısı recep peker'e oluyordu. chp içindeki ılımlıların da kellesini istediği peker, bir süre sonra başbakanlıktan ayrıldı. yerine chp'nin ılımlı kanadından hasan saka getirildi. dp'de ise daha sert bir muhalefet yapılmasını isteyen bir grup, celal bayar'ı uzlaşmacılıkla suçlayarak yollarını ayırdı. dp'den ayrılanlar, fevzi çakmak liderliğinde millet partisi'ni kurdu. böylece her iki parti de bünyelerindeki şahinleri tasfiye etmiş ve uzlaşma yoluna gitmişlerdi.
az önce bir kez daha izlemeye başladığım enfes belgesel. dün de kitabını bitirmiştim.
--spoiler--
'Demokrasi dünyanın en narin çiçeğidir. Onu yaşatan hoşgörüdür, uzlaşıdır, diyalogtur. Size bu gece ülkemizde yetişen demokrasinin doğuş ve emekleme öyküsünü anlatacağız. Coşkulu, ancak güç bir dönemin örtüsünü açacağız.'
--spoiler--
ed: fahir atakoğlu'nun bestelediği enfes jenerik müziğini de unutmamak lazım.
türkiye'nin çok partili yaşama geçmesi kolay olmadı. bununla ilgili üç deneme; sırasıyla 1924, 1930 ve 1946'da yapıldı. üçüncü deneme, yani demokrat parti'nin kuruluşu ile türkiye'de tek partili yaşam, bir daha geri gelmemek üzere tarihe karıştı.
1946'da kurulan dp'nin birçok kadrosu, aslında 1930'da kurulan serbest cumhuriyet fırkası'nın (scf) içindeydi. scp, 1929 ekonomik krizinden sonra cumhurbaşkanı mustafa kemal'in istek ve onayıyla kurulmuş, partinin başına da eski başbakan, sofya büyükelçisi ve mustafa kemal'in yakın dostu ali fethi bey getirilmişti. ne var ki, scf'nin bir süre sonra kontrolden çıkması, pek çok rejim karşıtının bu partiye akması ve en sonunda olaylı izmir mitingi, partinin kuruluşuna zemin hazırlamıştı. olaylı izmir mitinginde ali fethi bey'i karşılayanların içinde aydın il başkanı adnan bey de vardı. adnan bey, scf kapatıldıktan sonra tek parti konumuna geri dönen chp'ye katılacak, bir sohbet esnasında kendisini çok beğenen mustafa kemal'in isteğiyle 1933 seçimlerinde chp aydın milletvekili olarak meclise girecekti.
1938 yılında mustafa kemal atatürk'ün ölümü ve hemen ardından patlayan ikinci dünya savaşı, türkiye için bir dönüm noktası oldu. türkiye savaşa girmemiş, ancak savaş türkiye'ye girmişti. savaştan kaynaklanan yokluklar, karaborsa ve derinleşen yoksulluk, tek parti iktidarına yönelik tepkileri kamçılıyordu. basın, her ne kadar cumhurbaşkanı ismet inönü'yü parlatma ve bu yolla otorite sağlama çabasına girse de bu çabalar ters tepiyor, halkın geniş kesimlerindeki hoşnutsuzluğu katmerliyordu. bu durum, atatürk'ün sağlığından itibaren inönü ile anlaşmazlık içinde olan celal bayar'ı da cesaretlendiriyordu. celal bayar, kendisi gibi düşünen milletvekili arkadaşlarıyla bir araya geliyor, bayar'ın evi, bir muhalefet merkezi halini alıyordu. chp içinde tam bir soğuk savaş egemendi.
bu soğuk savaş, 1945 yılına dek sürdü. 1945 yılında ikinci dünya savaşı bitmiş, almanya ve italya'nın başını çektiği mihver devletleri bloku yenilmişti. türkiye'de artık batı bloku'na yaklaşma düşüncesi egemendi. bunun için de en çıkar yol olarak çok partili yaşam düşünülüyordu. 1945 yılındaki köylüyü topraklandırma yasası ile başlayan tartışmalar, yasaya karşı çıkan ve hemen ardından parti içinde reform yapılması talebini içeren dörtlü takrir imzacısı vekillerin tasfiyesiyle sonuçlandı. dörtlü takrirde imzası bulunan vekillerden adnan menderes ve fuat köprülü, chp'den ihraç edilmiş, böylece celal bayar'a da gözdağı verilmişti. bir süre sonra refik koraltan ve celal bayar'ın da chp'den tasfiyesiyle birlikte artık yeni bir parti için bütün koşullar oluşmuştu. sonunda celal bayar başkanlığındaki dp, 7 ocak 1946'da cumhurbaşkanı ismet inönü'nün onayıyla kurulmuş oldu.
'Demokrasi dünyanın en narin çiçeğidir. Onu yaşatan hoşgörüdür, uzlaşıdır, diyalogtur. Size bu gece ülkemizde yetişen demokrasinin doğuş ve emekleme öyküsünü anlatacağız. Coşkulu, ancak güç bir dönemin örtüsünü açacağız.'
ed: her türk gencinin bir kez de olsa izlemesi gereken belgeseldir. kitabı ve cd'si de bulunur arşivimde.
türk siyasi tarihinin perde arkasını merak eden her türk gencinin izlemesi gereken mehmet ali birand belgeseli. tarafsız bir belgesel olması nedeniyle.
Son bölümünde gözlerimin dolduğu belgesel.isteseler engel olabilecekleri idama,göz göre göre izin vermişler.Bu olayda emeği geçenlerin ateşi bol olsun.
izlenmesi gereken,mehmet ali birand'ın sunduğu,10 bölümden oluşan güzel bir belgeseldir.tabi bundan sonra izlenmesi gerekenler ise aynı ekipten çıkma olan 12 mart belgeseli ile 12 eylül belgeselidir.
Fahir Atakoğlu'nun en bilinen bestesi budur herhalde. (ya da 12 adlı parçası ki Sertap Erener'in "Lal" adlı parçasının müziğidir aynı zamanda) Bu parçayı Demirkırat belgeseli için bestelemiş Atakoğlu. Mehmet Ali Birand ve Can Dündar belgeselleri ile 90'lı yıllarda görünmeye başlamıştır ya da en azından benim ilgimi o zamanlar bu belgeselleri seyretmem nedeniyle çekmiştir. Ayrıca Mithat Bereket'in Pusula adlı programının jenerik müziğini bestelemiş. Bu belgesel müziklerini topladığı albümü dışında başka albümleri de vardır.
Burada örneğini verdiğim parça Cumhuriyet'in 75. yıl dönümü kapsamındaki etkinler çerçevesinde verilen konser kaydından. Atakoğlu bu albüm için "Konserde Türkiye'nin işgal altından günümüze kadar gelişini müzik ve görsellikle anlatmaya çalıştık." demiştir.
Demirkırat, Oniki, Medcezir orkestra ile çalınınca harika olmuşlar. Bunun dışında dikkatimi çeken bir parça da Ana. Medcezir ile aynı melodiye fakat farklı yorumlamalara sahip. Orkestral eserlerden hoşlanıyorsanız mutlaka dinleyin derim.