yine uzun ve sıkıcı bir çanakkale yolculuğu başlıyordu. aşti'ye gidip çantamı bagaja verdikten sonra yine her zamanki gibi oturup, yanıma oturacak öküzü beklemeye başladım. neden öküz? çünkü bahtsız ben. her zaman yanıma mazbut, şişman, horlayan, kokan, uyuduğunda üstüme üstüme gelen vatandaşlarla denkleşirdim. işte o öküz adayını beklerken birde baktım, koridordan gülümseyerek gelen biri var. adam geldi merhaba dedi ve oturdu.
muhabbet ediyorduk ordan burdan, türkiye'nin hallerinden. * sonra birde öğrendim ki sözlük yazarıymış, sevindim tabi ki. çanakkale'ye gelene kadar kafasını ağrıtmışımdır. sonra sabahın ilk ışıklarında çanakkale'de inip börek yemişizdir. yine görüşmek dileğiyle ayrılmışızdır. bu yolculuk bana ilk defa iyi bir dost, arkadaş kazandırmıştır. o da dedi ve gitti'dir.
atatürk'e haksız yere dil uzatanların karşısına her daim çıkan yazar dost. doğruları söylemekten de çekinmez bazıları gibi. bir yerden emir almayı da sevmez bazıları gibi.
bu karlı pazar sabahı, memleketimin insanlarının büyük çoğunluğunun uyuduğu saatlerde ve parmak uçlarımız donarken soğuktan bir şiir karşılaştırdı bizi... sonra aynılık çıktı baktığımız aynada...acımız, anımız oldu...dinleyen ve dinleten arkadaşım, karlı sabahtan güneşli günlere olsun gidişin...de ve git, tüm gidenlere inat...