başlık ile alakalı olaraktan şaşılacak bir hadise değildir merak etmiştir kadınlar bunu giydiğinde ne hissediyor diye, bir de bunları onları giyip sokakta dolaşanları var onlar artık iyice merak etmiş dedelerdir, ayrıca bir diğer dede çeşiti var bunlar dedeler banyoda höö öhö neyse orayı hiç karıştırmayalım.
feragat etmiş bir şafak daha,
ve şakağı duvara saçılmış gölgemin namlusunda;
namusunu resmetmiş bir külfetin omzunda,
doğmamış hayallerimizi düşün,
düşün ki kucağına taşındığın piçlerden,
yeni bir rüya peydahla bana...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
ne güzel yıllardı o yıllar. lahiyaları tebessümümüze dokunmuş yılların en güzel günleriydi. mahiyeti belirsiz pembe hayallerin minik temsilcileri misali, annesinin malumatlarından habersiz yavru bir flamingo gibi, hamburger sever abam bir ninenin sol meme uçları gibi, gülümserdik yalnızca. gülümserdik işte.
tanrım ne de güzel gülümserdik oysaki... şimdilerde ise tebessümümüzün muhtevasını bile hatırlamakta güçlük çekiyorum. yıllar yıllar önceydi...
henüz o yıllarda şirin ve bir o kadar da pembe bir çocuktum. dokuz yaşındaydım, mahallemizin münhani yollarında vakit geçirmekten başka bir eğlencem yoktu. ne de güzel bir mahalleydi... hala dün gibi aklımda;
liseli sevgilisiyle el ele dolaşan lezbiyen pakize nine, akvaryumunda deve kuşu besleyen koray amca, mahallemizin biricik maskotları olan sokak orangutanları, hemen karşı komşumuzun evinin çatısına inşa edilen havaalanı, ve dünyalar tontonu hafif pembeye çalan ihtiyar dedişkom...
nasıl unutabilirim ki o günleri, nasıl unutabilirim o elit mahalleyi?..
yine bir gün okul çıkışı evlerine giden fakir çocukları izlemeye koyulmuştum. fakir çocuklar aramıza karışmasın diye, mahallemizi korumak adına inşa edilen surların üzerinden izliyordum onları. her gün üzerilerine tri nitro toluen ateşleyip fırlatıyor, aralarından havaya uçan olursa beyzbol sopamla ona havada vurmaya çalışıyordum. gerçekten eğlenceli bir oyundu. o gün hiç olmadığım kadar da konsantre olmuştum. zira birkaç haftadır istediğim vuruşu tam anlamıyla gerçekleştirememiştim. bugün havaya uçan fakir bir götle istediğim sayıyı yapmakta kararlıydım.
çocuklar, onları izlediğimi fark etmeden parmaklarının ucuna basarak yavaşça ilerliyordu. çünkü her akşamüstü olduğu gibi onları sessizce beklediğimi tahmin ediyorlardı.
kulağımı yavaşça aşağıya uzatıp fısıldaşmalarını dinledim:
"şştt sessiz! tolga gelir şimdi yine. geçen gün ahmet'in havaya uçurduğu götünü hala bulamamışla oluum. beyleer sessiz olun bizim de göt uçmasın şimdi."
kahkaha atmamak için elimle ağzımı bastırıyordum. korkuları pembesel dürtülerimi daha da ateşlemişti. ve artık daha fazla dayanamayarak cebimden çıkardığım megafonla kahkaha atmaya başladım. sesimi duydukları anda tecavüze uğramış şirinler köyü gibi koşuşturmaya başladılar. kaçan fakir çocuk sürüsünün içine bir el zıpkın atışı yapıp aralarından en tombul olanı yakaladım. arkadaşları onu bırakmamak için dirense de yapacak hiçbir şeyleri yoktu. çok geçmeden tombik çocuğu surların üzerine çekip poşete yerleştirdim. çırpınıp poşeti sallaması daha kahkaha atmama vesile oluyordu. biraz dinlendikten sonra şişman çocuğun sırtından zıpkını tam çıkaracaktım ki, poposundaki kırmızı ışık dikkatimi çekti. ışığı görmemle havaya uçmam da bir oldu.
tanrım bu bir tuzaktı...
arkadaşları, şişman çocuğun götünün içersine uzaktan kumandalı bir bomba yerleştirerek bana yem atmıştı. aralarında en hantal çocuk o olduğu için de yakalayacağımı biliyorlardı. bunu nasıl olur da düşünememiştim...
artık mahallemizi koruyan surda koca bir oyuk açılmıştı. surların ardında kalan yabani halk akın akın içeriye koşuyordu. ben ise ağır yaralı bir şekilde bir balkona uçmuştum... tanrım ne gaddar insan bunlar. acaba hangi müşahit raporlar doğrultusunda tasarlamıştı bu insanlık dışı harekat, nasıl olur da vicdanlar bir paçavra gibi kenara fırlatılıp gözler müphem dolu kinlere bürünmüştü?..
yaralıydım. yalnızca olan bitene korku dolu gözlerle seyirci oluyordum. sağ arka cebimden çıkardığım portatif roketatarı zor da olsa kurdum. akabinde bir el roket atışı yapıp 7-8 fakir götü parçacıklara ayırdım. bu onları daha çok sinirlendirmişti.
her yerdeydiler...
mahallemizin maskotu olan orangutanları bile sikiyorlardı. "bari onlara dokunmayın ahlaksız adamlar!" diye bağırsam da faydası yoktu. kısa bir süre içinde pembe mahallemizi zifiri karanlığa bürümüşlerdi. tanrım binlerceydiler... pembe ve bir o kadar da minik yüreğimden tezahür eden bu masum oyun bir savaşa dönüşmüştü. mahallemizde ne kadar gay amca-abi varsa taşaklarından idam ediliyordu. lezbiyen teyzeler vajikettolarından duvarlara çivileniyordu.
tüm bu kabusu benim yüzümden yaşıyorduk... mahallemizde insanlığa sığmaz korkunç bir gaykırım başlatılmıştı.
bu savaşı madem ben başlattım, öyleyse ben bitirmeliydim!
balkondan aşağıya atlayıp kollarımı sıvadım. sanki artık her şey ağır çekimde ilerliyordu. sanki artık kuşlar şefkate müsamaha göstermiyor, sanki gayri muayyen düşler hiçbir tesire değmiyordu. nihayet öfkeli fakir kalabalıkla göz göze gelmiştik...
ellerindeki taş ve sopalarla üzerime koşuyorlardı. bir süre gökyüzüne bakıp gülümsedim. artık zamanı gelmişti...
minik bedenimi mahşeri kalabalığın üzerine doğru sürmeye başladım. koşuyordum. koşuyordum ışıksız karanlıklara. koşuyordum yarınsız hürriyetlerimin bağrına. "yapma tolgaa!" diye bağırıyordu sivil gaylar. "kaç bu mahalleden. soyumuzu devam ettirmeliyiz kaç!" diyorlardı. ama dinleyen kim... bir intihar komandosu gibi fakirlikten canileşmiş militanların arasına girmiştim ki, o sesi işittim:
"merhaba, ben pembe tolga'nın dedesi" diye bağırıyordu çatıdan. militanların hepsi duraksayıp sesin geldiği çatıya doğru baktılar.
dedem usulca gülümsedi bana. fakircanlar ise şaşkındı. ardından ekledi dedem:
- üzgünüm tolga... sana tam anlamıyla dedelik yapamadım.
+ merhaba dede, ben pembe tolga. dede ne yapıyorsun çatıda? hem o üzerindeki tanga niye?
- bu tanga rahmetli eşimin, yani şehmuz'un tangası evlat. son nefesini verirken üzerinde bu vardı. ve ben de şimdi onun yanına giderken bunu giyiyorum. beni unutma evlat. bu gay halkı için... bekle beni şehmuz...
ve gülümseyerek bedenini öfkeli kalabalığın üzerine bıraktı. tepki veremeden donakalmıştım.
dedem intihar etmişti... böyle bir şeyi nasıl yapar! ama neden, neden "gay halkı için" demişti?.. ve saniyeler sonra acı gerçekle yüzleştim:
dedemin üzerindeki çanta infilak edip milyonlarca çivili vibratörü ortalığa saçtı. bu adeta bir gaytom bombasıydı.
az önce korkunç naralar atan pislik militanların yarısı ölmüştü. dedem kendisini feda etmişti... o artık pembe halkların bir kahramanıydı. ağır zayiatlar veren fakirler geldikleri gibi mahallemizi saniyeler içinde terk edip kaçtı.
kazanmıştık; ama diğer yandan dedişkomu yitirmiştim.
artık geriye yalnızca korkunç savaşın silinmez izleri kalmıştı.
duvarlara saçılmış binlerce kimliksiz göt parçaları, duvarlara saplanmış ölümcül vibratörler, yanmış meme ucu kokusu, yaralı gaydaşların feryat çığlıkları, tüm ihtişamıyla akan gözyaşları...
ve dedemin pembe tangası. neden dede, neden yaptın bunu? o tontiş bedenin kaç bin fakir ederdi söylesene?
biliyorum bizim için yaptın bunu. belki de şu an cennette o çok sevdiğin eşinin loblarını ayırıp içine büyük pembe dedeyi empoze ediyorsundur.
mutlusundur da eminim. ama seni çok özleyeceğim. henüz çok erkendi...
alevlerin arasında yanan tanganı kurtardım. bir yarısı yok ama olsun. her baktığımda o son gülümseyişini hatırlatıyor bana.
sen kokuyor. kokladıkça seni çekiyorum içime. seni özledikçe onunla konuşuyorum.
seni çok özledim dede, seni çok özledik.
ve ben ağlıyorum yine...
feragat etmiş bir şafak daha,
ve şakağı duvara saçılmış gölgemin namlusunda;
namusunu resmetmiş bir külfetin omzunda,
doğmamış hayallerimizi düşün,
düşün ki kucağına taşındığın piçlerden,
yeni bir rüya peydahla bana...