Çoğu kaynağa göre 1. milenyumun sonları ve 2. milenyumun başlarında ortaya çıkan, Türk milli ruhunu, yaşam tarzını ve ahlakını yansıtan bir destandır. Üzülerek söylüyorum, modern dönemde araştırmacılar bu destan üzerinde pek çok değişiklik yapmışlardır. Destan hakkında, ana içeriğinin ve amacının islam dinini yaymak ve Oğuz halkının birliğini göstermek olduğu yazılıyor. Bu düşünce hem komik hem de trajiktir. Öncelikle, destandaki olayların islam ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu konuda yeterince güçlü kanıtlar sunulabilir. Hatta bazıları, Dede Korkut'un Hz. Muhammed ile görüştüğünü ısrarla iddia etmektedir. Eğer bu doğruysa, Dede Korkut'un öncelikle islam'ı kabul etmiş olması gerekir. Onun ölümüyle ilgili düşünceler de pek mantıklı değildir. Söylenenlere göre, Dede Korkut Dağıstan'a islam'ı yaymak için gitmiş ve yerel halkın öfkesi sonucu öldürülmüştür. Mezarı da Dağıstan'dadır.
Öncelikle, Dede Korkut'un bir şaman olduğunu bilmek gerekir. Bu noktaya özellikle dikkat etmek önemlidir. Dede Korkut'un boylar ve soylarla ilgili yaptığı anlatılar sıradan bir süreç değildir; Dede Korkut bilinmeyene dalar, oradan bilgiler getirir ve buna göre kararlar verirdi. isim verme töreni bunun en belirgin örneğidir. Ayrıca, Korkut Dede'nin kopuza yemin ettiğinden bahsedebiliriz. Neden Allah'a değil de kopuza? Görünen o ki, kopuz daha kutsal sayılıyordu. Bunun nedeni, Korkut Dede'nin bir şaman ruhunu taşıyor olmasıdır. Ayrıca, bu olaylar 7. yüzyılda gerçekleştiyse, destanda Tepegöz gibi mitolojik bir karakterin yer alması gülünçtür. Ya da o dönemde böyle bir karakterin varlığı ne kadar gerçekçi görünüyor?
Görünüşe göre, bazı araştırmacılar ve insanlar islam adını kullanarak destana bir şeyler eklemek istemiş, fakat destanı, maalesef ki, birbirine katmışlar. Dede Korkut, Dede Korkut'tur. Hiçbir süslemeye ihtiyacı yok.
Dedem Korkut Kitabı, Türklüğü konu alan bütün bilimler için çok zengin malzeme içeren eşsiz bir kaynaktır. O, Türk dilinin bir incisi olduğu gibi, sosyoloji, folklor, etnografya, tarih bilimleri açısından da ilk başvuru eserlerinden biridir.
Dedem Korkut Kitabı destani nitelikte hikâyelerden oluşmuş bir mecmuadır.
Kitap, içindeki 'boy'lar (destani hikâyeler) “Korkut” adlı bir Türk ozanına atfedildiği
için bu adla anılagelmiştir. Bulundukları kütüphanelerin adlarıyla isimlendirilen iki
nüshası vardır. Bir üçüncü nüsha Berlin Nüshası adıyla tanınmışsa da bunun, Dresden Nüshasının yakın zamandaki bir kopyası olduğu sonradan anlaşılmıştır
.
Dresden Nüshası
Dresden Krallık Kütüphanesi’nde Fleischer Külliyatı arasında 86 numarada
kayıtlı olan yazma, H. O. FLEISCHER tarafından bulunmuştur. Fakat onu ilk kez
bilim dünyasına tanıtan (1815 yılında) H. F. von DIEZ olmuştur.
Nesihle yazılmış olan nüsha 153 yapraktır. Birkaç istisna dışında harekesizdir.
Kapağının ortasında “kitāb‑ı dedem ḳorḳut ʿalā lisān‑ı ṭāife‑i oğuzān” unvanı, bunun altında stilize edilmiş bir yazı, sağ üst köşesinde “tārīḫ‑i vefāt‑i ʿos̱mān sene 993” kaydı bulunmaktadır. Bu kayıtların dışında kapakta kitapla ilişkisi olmayan birtakım başka yazılar da vardır. Her sayfada 13 satır vardır. Metnin içine ne anlama geldiği henüz tam olarak anlaşılamayan birtakım küçük dairecikler serpiştirilmiştir. Bazı kelimeler ve başlıklar fark edilecek biçimde kalın yazı ile yazılmış olmakla beraber, gerek başlıklar gerek metnin manzum ve mensur kısımları birbirinden ayrılmaksızın yazılmıştır. Kelimelerin imlası birçok yerde tutarsız, bazı yerlerde de yanlıştır. Nüsha bir giriş ve 12 “boy”dan oluşmaktadır.
.
Yazmanın dili, gramer bakımından Eski Anadolu Türkçesi özellikleri gösterir.
Şivesi ise Azeri Türkçesine uymaktadır.
vatikan nüshası
Vatikan Kütüphanesi Türkçe yazmalar kısmında 102 numarayla kayıtlı olan Vatikan Nüshası, ilim âlemine 1950 yılında Ettore ROSSI tarafından tanıtılmıştır. Başka bir risaleyle aynı cilt içinde yer alan yazma, baştan başa harekeli bir nesihle yazılmıştır. 99 sayfa olmakla birlikte 97‑98. sayfaları kapsayan yaprak eksiktir. Her sayfada 13 satır bulunur. Yazmanın adı, “hikāyet‑i oğuz‑nāme‑i ḳażan beg ve ġayri” şeklinde verilmiştir. Dresden yazması gibi bu yazma da manzum ve mensur kısımlar birbirinden ayrılmaksızın yazılmıştır. Dili Osmanlı Türkçesi özellikleri gösterir.
.
Yazma, Dresden Nüshası’nda da yer alan giriş ve altı “boy”u içermektedir. Bazen
birtakım fazlalıklarla, bazen farklı yazımlarla, bazen de Dresden Nüshası’nda tam
olarak çözülememiş kısımların atlanmasıyla az çok Dresden Nüshası’ndan ayrılır.
Ettore ROSSI, Vatikan Nüshası’nın, paleografik açıdan Dresden Nüshası’ndan daha
eski ve genel olarak daha doğru olduğunu, metni iyi anlayan biri tarafından yazıldığını savunmuştur. Orhan Şaik GÖKYAY da bu görüşü benimsemiştir10. Muharrem ERGiN ise, Dresden Nüshası’nda anlaşılması güç olan kelimelerin bu nüshada atlanmış olmasına ve Dresden Nüshası’nda kolaylıkla fark edilen bazı yazım yanlışlarının bu nüshada da aynı şekilde bulunmasına dayanarak Vatikan Nüshası’nın serbest istinsahla Dresden Nüshası’ndan alındığı, en azından iki nüshanın da ortak bir başka nüshaya dayandığı görüşündedir. Muharrem ERGiN, gramer şekilleri ve üslup itibarıyla da Dresden Nüshası’nın daha eski olduğunu belirtmiştir. Ferhad ZEYNALOV, Samet ELiZADE, Hemid ARASLI, Cahit ÖZTELLi gibi araştırıcılar da yazmaların eskiliği hususunda Muharrem ERGiN’le aynı görüştedir. Ancak son zamanlarda nüshalardan herhangi birine üstünlük vermenin yanlış olduğunu, her iki nüshanın da önemli ve orijinal bilgiler içerdiğini savunan görüşler ön plana çıkmaya başlamıştır.