Bu yazıyı hangi başlığa ekleyeceğimi hiç bilmiyorum. Yeni bir başlık altında mı yazarım, bilmiyorum. Kim, hangi yazar ya da hangi okuyucu denk gelecek bilmiyorum. Çoğu şey hakkında çaktırmadan yazıp, çoğunu yine kendime saklamak istediğimi sanıyorum. Bunları sadece not alacak daha iyi bir yer bulamadığım için yazıyorum. Yatağımın altındaki verilemeyen kağıt yığınlarını saymazsak evet, burası çok daha güvenli. Tek bildiğim biraz daha dağılmak istediğim.
dağılmak.
1. Sağlamlığını, dayanıklılığını yitirmek.
2. Vurulma veya sıkışma yüzünden
vücutta lekeler oluşmak.
3. (insan için) Yıpranmak, çökmek.
4. (dava için) Temelsiz ve kanıtsız
kalmak.
5. Toplu durumda iken ayrılıp birbirinden uzaklaşmak.
6. Değer ve birimler belli etkenlerle,
oranlı olarak bölünmek.
7. Parçalanarak yayılmak, ufalanmak.
8. Karışık duruma gelmek, düzeni
bozulmak.
9. Birliği beraberliği bozulmak.
10. Bir topluluğun, kuruluşun
varlığıson bulmak, fesholunmak,
münfesih olmak.
11. Etkisi, gücü azalmak.
Sanırım olabilecek en doğru kelimeyi seçtim kendim için. Kendim, ve geri kalan her şey için. Taslaklarda duran "ben bu yazıyı sana yazdım" başlığına eklenmemiş, daha da doğrusu eklenememiş yazılarım her ne kadar can yakıcı olsa da en iyisi en kestirme yoldan uyuyana kadar yazmak.
Merhaba...
Ben; marketlerde aslında en ön sırada durup arkasındakileri temsil eden, ama bir arkadaki daha güvenilir olduğu için hep bir arkadaki ürüne ulaşmaya çalışılırken itilip kakılan, çoğu zaman yere düşen, hasbelkader kendim gibi biri tarafından kaldırılıp yerine koyulan ürünüm. Arkasındaki ürünler için fedakârlık yapan.
Merhaba...
Ben; nazar boncuğu gibi duran, insanların alıp önce en sevdiği köşesine koyup sonra da uğursuzluk getirdiğine inanılarak ev çöpleri için ayrılmış karton kutuya terk edilen, apartmanlarda aşağı inerken incelediğiniz çöp yığınındaki ilginizi çeken parlak ve açık mavi cam parçasıyım.
Merhaba...
Ben; sokaklarda yürürken yüz ifadesiyle dikkatlerinizi çeken, çoğunuzun hastaymışım gibi "hasta" bakışlarına maruz kalan, ama asıl hastanın kendiniz olduğunu bilmeden baktığınız soluk suratım.
Merhaba...
Ben; içine jeton atıp camekânının içindeki en parlak oyuncağı almaya çalıştığınız, ortaya hiç çıkartmak istemediğim parlak oyuncağımı alabilmek için şu demir kolla beni her yanımdan yaralayarak kadavra muamelesi yaptığınız, canını yaktığınız oyuncak deposuyum.
Merhaba...
Ben; ben işte. Sevildiğine inanınca çam ağacındaki pikoginol balı gibi yapışan, inanmayınca da inandığında gördüğü tavırların daha az yıkıcısını sergileyen ben.
Kırılma noktalarına hep geç kalmış olduğum için olay mahalline, kendi cesedinin başına en geç gelen ben. Suçluyu ararken sorgulanmaya başlayan ben. Oysa ki ben yerde yatıyordum. Üzerimdeki sağdan soldan bulunmuş tek ayaklı dev kadrodan basma yalancı kelâmlar hazinesi gazeteler de bunun kanıtıydı. Evet, ben hem ceset hem de suçluydum. Asıl suçlu kalabalıktan çaldığı meraklı bakışlarıyla gizlenmeye çalışırken; ben kendi cinayetimin hem tanığı, hem sanığı, hem de makdülüyüm.
Yalnızlığı kendimce yorumladığım zaman "yalnızlık bozuldukça fark edilir" demiştim. Haklıymışım. Sen adamın yıkık dökük viranesine girip eline aldığın çubukla sağın solun düzenini değiştirirsen, sonra da çubuğu bir köşeye atıp gidersen ne olur? Hırsız muamelesi görürsün. Hırsızsın. Hırsızsınız. Bu şekilde devam ettiğiniz müddetçe tıpkı bir zamanlar sizin kollarınızın kırıldığı gibi, kollarınız her noktasından kırılacak. Ne olur yapmayın.
Merhaba...
Ben; şarkılara, sevgilere, gülüşlere ve kirpiklere hürmet gösteren; ama sizden hiçbir zaman hürmet göremeyen mimarisi baştan dengesiz, yıkılmaya her an hazır ve nazır duran ama yıkılmayan eski bir binayım. Üstünüze yıkılacak diye etrafından uzaklaştığınız, içinde binlerce evsize ev, binlerce berduşa yeni dünya kapıları açan sığınma yeriyim.
Bir halı saha tribününde sonsuza dek hayali donan, asker gibi hiç kıpırdamadan ölene dek duracak olan ve eli kalbine götürerek kendine verilecek selâmı bekleyen, aynı zamanda da bir mezarlığın köşesinde taksi durdurmaya çalışan insanların basmaması gereken üç tane kaldırım taşının bekçisi.
Ben; pahasız pespaye kumaşlar arasından başucumda kendi evrenimi yaslanıp alelâde yürürken, pahalı ipeklerin arasındaki sıkışmış gezegenlerin nadidelerine saçının bir kıvrımı altından gülen ben.
Bildiğim şeyler ya da bilmediklerimle aklım kavuşunca kısa devre yapan ellerin sahibi. Ya da onun gibi bir şey...
Merhaba...
Ben; sizin aranızda, otobüste, markette, sokakta ya da bir dükkânda, attığınız her adımda dağılmışlarından her bir parçasını sizden birilerine bırakıp, dağılıp ve dağıtarak giderek yok olmayı amaçlamış olanım. Dikkatinizi çekmeden her birinizin cebine birer kırığını doldururken, sizin çok ama çok meşgul olduğunuz için fark etmediğiniz kaldırımın çizgisine isabet eden, sadece toprakla bütünleşmek istediği için diğer şeylerden sığındığı yerde sabit duran yağmur damlasıyım.
Ben; Meşgaleniz bitince sağın solun pisliğini sığındığım çizgiye ayaklarınızla yığıp, çamura dönüştürdüğünüz yağmur damlası. Sonra istemeden tekrar dağılarak yine sizi bulan, üstünüze sıçrayan çamur birikintisiyim. Çok biriken.
Herkesin bir şekilde odaklanıp etrafını kararttığı noktaların bulunduğu dünyada, kendi noktalarını birleştirip karasında boğulanım.
Ama en çok da ben; dağılmayı esas varolmak sayanım.