Dağın yamacındaki küçük göl donmuş, gökyüzü buz rengine bürünmüş, havada soğuğun canlı tutan ferah kokusu var. Sanki başımı bir an kaldırsam dağın karlı zirvesi bakışıma tutunacak, beni hızla kendine çekecek. Benimse daha çok yolum var, yamaçlarından tırmanan gri inatçı iradem tükenmeyecek, nefesinle uyum sağlamış dinginliğim senin doruğunda soluklanacak.
Her nefes alış verişim seninle çözülmez bir düğüm, bir bağ kuracak. Görünmez göbekbağımla ben senin hep yanına çağırdığın ve özlediğin çocuğun olacağım. Yanına geldiğimde beni en yüksek makamında ağırlayacaksın. O yüksek zirvede yalnız sen ve ben olacağız. Sonra varlığın birden buharlaşacak, sadece ben kalacağım. Ellerimi açarak dünyayı kucaklayıp, yaşayan tek canlı ben olacağım.
Varlığım hiç bu kadar gerçek olmamıştı, ayaklarımın ucuyla dünyaya ellerimle gökyüzüne tutunmak; deli rüzgarın tam ortasında derinlikten öte bir dağ sarhoşluğuna yakalanarak gerçek benle tanışmak.
Dağ çiçeklerini bana sundu, özgürlüğünü sundu, ben ona kalbimi verdim.