bugün de potsdam'dan süzerken potsdam'ı,
yaktı yine içimi kimsesizliğin gamı.
gözlerim inhinasiz uzayan caddelerde,
dedim : bu soğuk şehir nerde, istanbul nerde?
ve istedim birazcık size de dert yanmayı,
hayalen memlekete doğru bir uzanmayı...
burda tebessümün de günü,saati vardır;
dükkanlar hep bir çeşit, evler hep bir karardır...
gerçi bizim evlerden temizse de sokaklar,
süslese de muhteşem meydanlarını taklar;
ne yıkık surlar gibi bu şehrin bir süsü var
ne de -ah sormayınız- ne de bir köprüsü var...
köprü, bende bulmuştu serserinin hasını;
şimdi hatırlamaz mı eski aşinasını?..
ilk ışık belirmeden karsıki tepelerde,
az mı gözümü açtım ıslak kanepelerde?..
yorgundum, uykusuzdum, paraca tamtakırdım...
ben orda bir simide bir ceket bırakırdım...
bazı geceler köprüyü pek canım istemez de,
gezerdim samatya'da, langa'da, etyemez'de..
çoktu tel örgüleri tırmanarak girdiğim,
uykuyu kimsesiz bir bahçede kestirdiğim..
fakat yine herkese neşeli görünürdüm,
çünkü hürdüm.. uçan kuşlardan daha hürdüm...
köprü gerçi soğuktur, yattığım duba katı..
bana bunlar hoş gelir.. size verdim rahatı... "
1
hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
tüyübitmedik sevincim, tohuma kaçmış hezeyânım
bir yağmur damlasına sığınmaya çalışarak
kirden ve nemden örülmüş bir yatağa
sinen yıllarım, oğlum, yalnızlığım
bir metrekarelik alanlarda göçebe olarak
aynı yüzler, aynı kinler, sonsuz kıskançlıklar
içilen biranın buğusu parmak uçlarımda
ayak basılmamış toprağım, dürülmüş göğüm
yüzü karanlık bir kalabalık
parmak basma ve bastırma yetkin
üstgeçitler kurup, altgeçitlerde titreyen devrimci ruhum
devletimin gri yüzü, bu kadar...
bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm
ankara, anakarası yaşamadım, diyebildiğim her şeyin
yine de hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
sevgilin, oğlun, şairin... nankörün olayım.
2
dönerim belki bir gün, papazın bağı'nda martıların uçuştuğu bir gün
oltamı kuğulu park'ta unuttuğum bir gün
belki oğlum beni babalar günü’nde hatırlar
sevinirim, akasya kokularına bürünürüm
neyin meşhur? keçin. duydum da hiç görmedim
sakarya'n, niyeyse hep sakarya'n
içerim belki bir gün, behçet’in koluma girdiği bir gün
neyin meşhur? hiç de nankör olmadıydım bu kadar
belleğimin apışarasında oyuncak bir bentderesi maketi gibi kaldın
salavat getirdi çıkrıkçılar yokuşu'n...
istanbul'da bu moda: her şey küçük harfle başlar
özellikle yer adları artık özel değildir
devrimin evrildiği yerde bunu nasıl anlamadım
kamudan yarattığım rengi gavurlara resmettirdim
bol sıfırlı resmi plâkalar iliştirdim cüzdanıma
devletim gülümsedi derin derin
konur sokak'ta engürü kahvesinde nihat'ın ıstakasının tam ortasına düştü
ben sıfırın altına düştüm, herkes ağladı
çocuk sordu, sordu piç kurusu:
- bu şiirde niye hiç büyük harf kullanmadın?
- istanbulin giyindim, kendimden soyundum
belki bir gün anadan üryan, babadan isyan kalır
bir gün yürür, gider, adam olurum.
3
hoşçakal şehrim, şehrim hoşçakal
an kara tahtam, yan kara yüzüm, son kara yolculuğum
beni artık gökler, denizler paklar
kâğıtlara dar gelen kalemler, kalemleri boğan kusmuklar
nedir ki, neye varır ki, nereye varır dur'um, durağım
seyrelir içimde rengini unuttuğum bir su
bir şeyleri kaldırır kaldırır oturturum
belleğimdeki tek kırıntı bu, ötesi serum
her şeye varım, kabûsu türki, kâmusû ölüm
ama o su, ama o su da olmasa
bilmezler ki o zaman, anlamaz ki zaman
bir hızar sesi kulak diplerimi ovalar
hoşçakal şehrim, asıl şimdi, artık şimdi hoşçakal
dünya hâlâ dönüyormuş- öyle diyorlar."