batı almanyalı yönetmen donnersmarckın berlin duvarı yıkılmadan önceki bir tarihte kurguladığı filmi, 2007 en iyi yabancı film oskarına sahip.
ajan wiesler rolünde izlediğmiz ulrich mühe ise filmin tamamlanmasından kısa bir süre sonra henüz 54 yaşında iken mide kanseri sebebiyle aramızdan ayrıldı.
film insanların değişebileceği üzerine kurulmuş, pek zor olduğunu sansanız da...
kanaatimce filmdeki en sıkı eleştiri, bir rejim ne kadar sert ve acımasız olursa olsun insanın içindeki şefkat ve merhamet duygularının tamamına nüfuz edemez. nitekim "bu müziği bir kereliğine bile bütün kalbiyle dinleyen birisi artık kötü bir insan olamaz" repliği bu durumu net bir şekilde göstermektedir. ayrıca bu filmi ideoloji eleştirisi olarak görmemek lazım diyenlere bir tarafımla güldüğüm de kayıtlara geçsin lütfen.
ulan ne güzel izliyorduk dediğim yegane filmdir.ayrıca stasi de çok iyi anlatılmıştır.beğendiğim filmler arasında o kadar oscarlık filmlere rağmen 1.sıradadır.1.sıradan ineceği günü merakla beklemekteyim.
Almanca dersinin sonunda izlemistir, gayet basarili bir film. Yanilmiyorsam sahne performansi ve kitabi da vardir. Duzgun bir seyler izlemek isteyenlere oneririm.
aşmış filmdir.
budur.
başkasının hayatını yaşamak sorunsalı zaten çok deli bir şeydir. bu delilik de böyle muhteşem sergilenince, yeme de yanında yat olur işte sinema.
2.25 liraya hürriyet film klübünün bu hafta verdiği iki filmden biri. Filmin parasını verdikten sonra illa ki hürriyet gazetesi almak zorunda da değilmişiz ayrıca. onun yerine farklı bir gazete de alınabiliyormuş.
lanet olası balık hafızama mı yanayım yoksa filme dair önemli cümleleri not aldığım kağıdı kaybetme mi yanayım? hoş, ikincisi de birincisinin bir sonucu. rezil bir hafızam var. ona yanayım.
soğuk savaş sovyetlerinde geçen filmde, doğu almanya ve batı almanya futbol takımı futbolcuları arasındaki örnek dostluk ne de güzel anlatılıyor, di mi? oha! bu kadar da rezil değil hafızam. tamam. şakayı kesiyorum.
"başkalarının hayatı"na burun sokmayı seviyoruz. insandaki en temel ve maalesef en rezil dürtülerden biri bu: meraklı melahat'lik. hele 21. yüzyılda... facebook, twitter, tv ile kuşatılmış her yan. kendini önemsemeler, hava atmalar, duyurmak, göstermek için yaşamalar filan. gerçekten tam bir rezillik. zaman zaman bu rezilliğin içinde bizzat yer almam ayrı bir rezillik. konudan saptık iyi mi? kötü.
başkalarının hayatına casus gibi müdahil olarak, gözetlemek, seyretmek, dinlemek ve tüm gözlenenler neticesinde iyilere, -görevinin tamamen zıttı olsa da- yardım etmek, kariyerini hiçe saymak, doğrunun peşinden ayrılmamak... "iyi"liği dosdoğru savunmak. bunlar 21. yüzyıl insanlarının kolay kolay kavrayıp, şiar edinemeyeceği şeyler... filmlerde filan görmek saçma bir umut veriyor işte...
bir de "bu müziği dinleyen-yapan kimse asla berbat işler, kötülük yapamaz" minvalinde bi cümle de vardı ama, nafile. tamamen sallıyor da olabilirim. yiyim hafızamı.
yakın zaman başyapıtı. avrupa sinemasını ciddi mana da takip etmeyi boşa çıkartmayanlardan. los lunes al sol gibi. la vie revee des anges gibi ciddi iz bırakanlardan.
film, aklıma malum son sahnesiyle kazındı. kitabın hediye pakedi olup olmaması sorusuna verilen hayır bu bana olacak cevabıyla. iç geçirtiyor bu sahne derinliğiyle. fakat filmin asıl odaklandığı nokta kitabın zikredilişinden öte, ideolojik düşünce sisteminin baskıcılığının/ zorlayıcılığının ne olursa olsun insanı insan yapan sanata, hümanizmin derinlerine giremeyeceği. zaten bu argüman film boyu iyi bir insan olma sonatıyla göze sokuluyor. işte bu ideoloji- hümanizma ekseninde film sivrildikçe sivriliyor.
almanya'dan son dönem çıkmış good bye lenin, hakikaten başarılı bir filmdi. fakat, das leben der anderen daha da farklı işte! ciddi bir başyapıt, sinemaya dair izlenmesi şart olanlardan!
kaçırmayınız...
10 üzerinden 8.5!
hayatımda izlediğim en iyi alman filmi. bu kadar kült görünüpte bu kadar sürükleyici ve ders alınabilecek, üstelik romantik ve duygusal bir film izlemedim daha. *
HWG, yani Ulrich Mühe'nin beni benden aldığı film. Böyle bir oyunculuk, böyle bakışlar olamaz. Kendimi yerlere atıp tepine tepine ağlama isteği uyandırıyor insanda.
avrupa sinemasının en iyi yanı da bu, bombalar, araba kazaları, dövüşler ya da hard-core seks sahneleri olmadan insanı en derininden yakalayabiliyor.
izlerken en odun insanın bile duygusallaşacağı bir film. ben şahsen sosyalist devletlerdeki o sinsi siyasilerin tasvirini çok beğendim, güzelim kadını zorla kullanan koca götlü adama da laflar hazırladım.
almanlar iyi iş çıkarmışlar. gerçekten zevkle izlenebilecek ve izlerken farklı farklı duygulara kapılabileceğiniz ender filmlerden bir tanesi. ulrich mühe'nin ve martina gedeck'in gösterdikleri performans için burada ayrı bir başlık açmak gerekir sanırım.
bakanın limuzinde tiyatrocu kadına saldırdığı ve kadının düşüncesine bakmaksızın hayvani ihtiyaçlarını giderdiği; kısacası tecavüz ettiği sahnede dedim ki: işte totaliter her düzen halka böyle tecavüz ediyor. film demokrasinin toplum hayatında ne denli hayati bir öneme sahip olduğunu bir kez daha altını çiziyor.
başkalarının hayatı isimli dergi ikinci sayısıyla taşradan, başkalarının hayatını hayatımıza dahil ediyor. bu harika dergi için salim nacar'a aşk olsun...