günlükleri okumadan yorum yapanların varlığını gözler önüne seren şey.
-mağlum günlükleri yazan özden örnektir.
-özden örnek planlanan darbelere, palanlayanlar tarafından dahil edilmek istenmiş fakat başarılı olamamışlardır, yani özden örnek kendini ipe götürecek herhangi bir şey yazmış değildir,
-özden örnek-nokta dergisi davası sonucunda ergenekon soruşturması açılmıştır, yani özden örnek'ten hesap sorulmamış değildir.
-özden örnek tarafından yazıldığı nokta dergisi davasında ispatlanan bu günlüklerde yazılanların doğru olup olmadıklarını anlamak için açılmıştır ergenekon soruşturması. şener eruygur'un ofisinde bulunan diğer dökümanlar da günlüklerde yazılanların doğruluğu doğrultusunda ipuçları verdikleri sebebiyle, şener eruygur ve birkaç kişi tutuklu yargılanacaktır. yoksa ortada şuan için kesin bir durum yoktur.
hala daha gerçekliğinden emin olanları gördükçe şaşkınlıktan ağzımı açık bırakan günlüklerdir. soruyorum o halde:
1- Bu ülkenin bir kuvvet komutanı, kazara bir başkasının eline geçse kendisini ipe götürecek planları oturup gün be gün bilgisayarına yazar mı?
2- Bir kuvvet komutanının bilgisayarından top secret bir belge bu kadar kolaylıkla dışarı sızdırılabilir mi?
3- Bir kuvvet komutanı, oğlunun, yazdıklarıyla kendisine karşı darbe yapmaya niyetlenecek kadar sevmediği bir hükümetin başının damadıyla aynı şirketin yönetiminde olmasına müsaade eder mi?
4- Günlükte yazılanlara dayanılarak insanlar tutuklanırken yazarının bir seneden beri ifadesinin alınmamış olması mantıklı mı?
bu sorulara ama şöyledir, ama böyledir demeden net bir şekilde evet diyebiliyorsanız, kusura bakmayın ama algı sorununuz var demektir.
edit: önce imla, sonra;
yok okumamışım da, ipe götürmezmiş de, yok nokta dergisi davasıyla hesap sorulmuş da bilmemne. eh yani, kıvırtma olur da bu kadar da tahmin etmiyordum.
bu günlüğü yazan özden'in neden ergenekon davasında sorgulanmadığı ayrı bir muammadır. yoksa, yoksa sevgili oğlunun çalık gurubunda yönetim kurul üyesi olmasının bu olayla bir ilgisi olabilir mi? yok canım ne alakası var.
sözkonusu çelişki savunulamıyor, savunulamayınca da bu çelişkileri göz önüne seren insanların ideolojilerine saldırılıyor, asılsız karalama operasyonuna başvuruluyor. bu soruyu ideolojilerden bağımsız ele alın, farzedin ki ben avrupalı ya da güney koreli bir basın mensubuyum ve bu soruyu ülkenizde yaşananları anlamak için size yöneltiyorum. soruyu tekrarlıyayım kısaca;
mustafa kemal'in geçmişi belliyken bu ordunun o'nun ordusu olduğunu iddia etmesi bir çelişki değil midir? dinciler halkı koyun olarak görürken ordunun da bundan zerre farklı düşünmediği sonucu çıkartılamamakta mıdır bu günlüklerden? hatta bu ne yaman çelişki anne..
bu sorunun cevabı belli ve günlüklerin içinde de açık seçik ortaya dökülmüş zaten. varsa aksini ispatlayacak, güçlü argümanlar ortaya koyabilecek babayiğitler, bel altından vurmak yerine, pistlerde görmek isteriz sizin gibi gençleri.
ek/düz: ha bi de, evet çok sempati besliyorum dincilere, o kadar ki şu giriyi giriyorum kendileri hakkında;
marksistlerin her zamanki çıkarcılıklrı ve acaba bu kavgadan bizim lehimize ne çıkar tavrıyla bir köşede sırtlanlara yakışır bir şekilde beklemelerine vesile olan operasyonun, varlığı birçok şüpheler barındıran başlıca kaynağı. hayır bir ideolojinin bağnaz kukuman kuşları nasıl bu kadar pragmatik bir o kadar da makyavelist bir ruha sahip olup da idealist olduklarını iddia edecek kadar kendilerinden bi haber olurlar mantıklı bir insanın aklı hayali almıyor.
her ne olursa olsun dinci kesime olan hafif sempatileri de gözlerden kaçmıyor bu arkadaşların. eee, ne de olsa amaç birliği ve ortada yıkılması gereken koca bir cumhuriyet var. ilk olarak şu vatanseverlerin çaresine bir bakalım sonra aramızdaki hesaplaşmayı hallederiz mantığı değil mi ama..
ulusalcı arkadaşların en iyi savunma saldırıdır şiarıyla savunması kendilerini komik duruma düşürmekten öteye geçmez. günlüklerin sahibi neden gözaltında değil üzerinde durulması gereken bir konu evet, ve elbet ki ilerleyen günlerde bu konu da açığa kavuşacaktır. bir ihtimal özden bunu kendisi el altından sunarak kendi kellesini kurtarmak istemiş olabilir. çünkü yukarıda da yazdığım gibi kişisel hırs herkesde üst düzeyde.
tuncay özkan ağzıyla olmaz bu işler, burda iş yapmaz en azından. ortada gerçekliği ispat edilmiş bir belgeden bahsediyoruz.
adıyla müstesna okurken insanın bir an bile elinden bırakamayacağı, soluksuz okunan şaheser. eşsiz kurgusuyla yazarına gelecekte nobel edebiyat ödülünü getirecek eser olacaktır.
ordunun jakobenizmin dip sularında seyrettiğinin açık göstergesi. herşeyi en iyi biz biliriz, herşeyi en iyi biz yaparız, bizim borumuz öter, türk milleti lafını ağzımızdan düşürmeyiz ama türk milleti aslında hiçbir halt bilmeyen zır cahillerden oluşur düşüncesi hakim günlükte. 1960'ın da, 1971'in de, 1980'in de nasıl yapıldığı konusunda kafalarda bir fikir oluşmasını sağlıyor bu günlük. aynı zamanda ordunun içinde nasıl herkesin birbirinin kuyusunu kazmaya uğraştığının da açık kanıtı, kim kimi yakalarsa paramparça edecek, kişisel bir hırsa kapılmış hatta bu kişisel hırs tarafından gözleri kör olmuş durumda resmen üstyöneyim kadrosunda. güneydoğu'da asker mi ölüyor, savaş mı oluyor kimin umurunda. daha da vahim olan, kimse yiğitliğine bok sürdürmüyor. bugün türkiye bu haldeyse bu kimin sayesindedir kimse dönüp de kendine bu soruyu sormuyor. özden örnek'in demeci ise en dikkat çekici kısım;
--alıntı--
Askerin söylediği yapılır ama bunun nedeni vardır. Zira askerin elinde silahı vardır ve bu silah askere bazı manevra yetenekleri verir. Silahımız bizim caydırıcılığımızdır. Bu nedenle ''ben silahımı kullanmayacağım'' diye açıklamalar yapmamalıyız.
--alıntı--
yani paşamız açıkça diyor ki güç kimdeyse onun yaptığı meşrudur, hayır bunu zaten biliyoruz evet de, birinci elden de söylenince insan daha bir şaşırıyor be... dava devam etmese, yasal yönden zora girmeyeceğimi bilsem daha neler yazıcam ben buraya ya, neyse. hayır şunu kafam basmıyor, varsa bi ulusalcı arkadaş açıklayıversin lütfen.
bu ordu atatürk'ün ordusu olduğunu her fırsatta vurguluyor, onun ilkelerinin savunucusu olduğundan dem vuruyor. peki m. kemal değil miydi daha ittihat ve terakki zamanında ordunun siyasete karışmasının son derece yanlış olduğunu, bunun soncununda ordunun kendi görevi olan vatan savunmasını yapamaz hale geleceğini bi tarafını yırtarak bağıran? peki ne oldu sonrasında? balkanlar bir gecede elden çıktı, yunan ve bulgar ordusu istanbul'a dayandı. yani m. kemal'in haklı olduğu daha burda anlaşılmış oldu. ama enver-talat biraderleri bu da kesmedi, bu insanların kendi kişisel hırsları yüzünden ermeniler katledildi, sarıkamış'ta askerler tek kurşun sıkmadan öldü, mekke'yi, medine'yi elimizde tutalım derken 4 yılın sonunda itilaf devletleri urfa'ya kadar girdi ve daha neler neler. gene aynı adam değil miydi kendine sivil bir meşruiyet aramak için uğraşan milli mücadele döneminde, kapı kapı burjuvasından hocasına, komünistinden gerillasına herkesin kapısını çalan, savaşın bikaç osmanlı artığı generalle değil ne kadar cahil bırakılmış olursa olsun türkiye halkıyla kazanılacağını her fırsatta dile getiren. savaş bittiğinde asker üniformasını (ki asmama hakkı olmasına rağmen) çıkartıp askıya asan ve bir daha giymeyen, en yakın arkadaşlarının rütbelerini kendi elleriyle söktürten, askerin siyasete müdahale etmemesi gerektiğini gene o dönemde de vurgulayan. attığı her adım tepeden inme olsa da bunların halkın yararına olduğunu anlatmak, askeri değil halkı arkasına almak için yurdun her köşesini gezen. yok arkadaş, basmıyor benim kafam bazı şeyleri, basmayacak da.
dincilere kızıyorsunuz halkı yanlış bilgilendiriyorlar, kendi burjuva basınlarıyla yalan yanlış bilgilendiriyorlar, kadrolaşıyorlar diye. e peki sizin ondan ne farkınız kalıyor? onlar halkı koyun olarak görüyor da siz ne olarak görüyorsunuz anasını satayım?
biz bu yalancı çobanları temizlemediğimiz sürece daha çok uçurumlardan aşağı atarız kendimizi.
ek/düz: eksileyin eksilemesine de, cidden aranızdan bi cesuryürek varsa bana izah etsin şu durumu.
çakma olduğu bu kadar bariz iken - ki fatih altaylı da taze taze ortaya koymuş tuhaf ilişkileri - hala daha tokat mokat diyerek bizleri güldüren insanların inandığı hikayelerdir.
(bkz: allah da seni güldürsün)
- ben birden 30 sene öncesine gittim.
- nasıl abi?
- yav biz niye darbe yapmıyoz?
- bilmem.
- tabi ki ben bilecem.
- biz darbe yapalım en iyisi. şuradan bir kaç gazeteci ayarlayalım. sonra işadamı, bankacı, stk dan bir kaç kişi. tamamdır değil mi?
- yapma abi hangi devirde yaşıyoruz ne darbesi? darbeler artık muz cumhuriyetlerinde oluyor. afrika da falan oluyor bunlar hikaye oldu.
- lan manyak bak sen bile yedin. ne darbesi olum maksat korku yaratmak.
- valla tırstım abi.
- tabi tırsacan. millet tırsacak ki biz de rahatça zammı yapalım. indira gandhi yapalım. milletin gözü bir açıldı mı aman diyim. hazır almışken şu oyları durmak yok yola devam...
bugün biricik dostum, sevgili kankuşum erdoğan a gittim. arada gitmek lazım tabi, en son onlar benim oğlanın düğününe gelmişlerdi ya, eh pek tabi, iade-i ziyaret yapmak farzdır bu alemde. gece boyu tsk nın iplerini pazara verdiğimde ve dergi kapandığında, ileriki günlerde ortaya çıkacak ve sayın başbakanın büyük bir efsane olacak dediği! (ergenekon) olayından bahsettik. başbakan ın bana sözü var, kılıma zarar gelmeyecek. zaten oğluşum da çalık da *yönetim kuruluna girmiş, değme dünya keyfime günlük!
insanları enayi yerine koyan çakma günlük. hayır bir general, 10 yıl önce yazılsa dar ağacına kadar götürecek bir darbe planını satır satır günlüğüne yazacağını, bir savcının da tüm bunları yazan günlüğün sahibini tutuklamak ne kelime ifadesini bile almayacak kadar aptal olduğunu düşünmek istemiyorum. ortada başka işler döndüğü muhakkak.
tüm bu senaryoya inanabilecek kadar avanak olanları ise bundan muaf tutuyorum. bu zeka kapasisitesiyle yaşamak en büyük cezadır zaten onlara.
darbe planının kağıt üzerinde var olması elle tutulur biçimde bulunması gayet mantıklı fakat mantıklı olmayan birçok şey var burda. hangi darbe planlayıcısı gün gün ne yaptığını bir bilgisayara kayıt eder hemde bu bilgisayar evdeki kişisel bilgisayarıda değil devletin kendisine tahsis ettiği yani komutanlık makamında kullandığı iş bilgisayarı. ülkemizde daha önce iki darbe planlanmış ve planlandığı şekilde amacına ulaşmıştır. yapılan iki darbeyi incelediğimizde kesinlikle şuan da idda edildiği gibi bir günlük tarzı tutulmuş vaziyette darbe planlayıcısı ve darbe destekcilerinin hiçbir belgesini yada kayıtlı bir evrağını bulamazsınız. bırakın bizim ülkemizi dünyanın hangi ülkesinde darbe hazırlıkları yapanlar günlük tutmuştur? darbe için bir hazırlık olsa bile kesinlikle darbe günlükleri denilen birileri tarafından kendi çıkarlarını doğrultusunda ortalığı karıştırmak için yazılmış olan hikayeye inanmıyorum. bu şüpheli olucağını bildiği halde cinayetin tüm detaylarını en ince ayrıntısına kadar kendi bilgisiyarına kayıt etmiş bir katil e benzer ki hiç akıl, mantık işi değildir.
bugün yaşadığımız "ergenekon" adlı bermuda şeytan üçgeninin çıkış ve başlangıç noktasıdır. o sıkıntılı günlerde, yapılması planlanan darbe girişimleridir, tüm hazırlıklardır. başta abd. nin, kendi ortadoğu politikası sebebiyle, hükümetten yana çıkması ile tamamen hayal olmuş çalışmalardır.
olan biten tek şey ise, o günlerden bugünlere gelen kin ve intikam oyunlarıdır. bir nevi hükümetin darbesine çanak tutmuş çırpınışlardır bu günlükler ve içlerinde yazanlar.
--spoiler--
şener eruygur sabırsız bir tip, ha diyince darbe yapılmasını istiyor.
bir çok komutan müdahale konusunda hemfikir ama hilmi özkök sürekli önlerine bend örüyormuş.
ilker başbuğ'un kişisel menfaatlerini ülke menfaatlerinin üstünde gördüğünü düşünüyorlarmış.
hemen hemen hiç bir komutan akp'den memnun değil, çoğu akp'nin gitmesi gerektiğine inanıyor ama bazıları bunun darbeyle olmaması gerektiğine inanıyor.
bunun içinde sendikalar ve üniversite rektörleriyle görüşmüşler, medya desteği için de "ad" nickli aydın doğan'la bir görüşme yapılmış.
bir çok komutan halktan koptuklarına inanıyor, "bir müdahale yapacaksak halk desteği olmalı bunu da "ordu göreve" manşetleriyle sağlayabiliriz ama şu anda böyle bir durum yok" diyorlar, tıpkı 12 eylül gibi.
bir diğer konu da abd desteği olmadan darbe yapamayacaklarını anlamaları, "eğer bir darbe yaparsak dış borcumuzun çoğu kredili, yabancı sermaye kaçarsa ülke daha da kötüye gidebilir" diyenler var.
bir keresinde 4 paşa bir muhtıra hazırlayıp, hilmi özkök'e göndermişler ama paşa bunu kaale almamış.
bazen genelkurmay başkanına rest çekmeyi bile düşünmüşler, istediklerimizi yapmazsa çıkalım herşeyi anlatalım ve istifa edelim demişler ama eyleme dönüşmemiş.
--spoiler--
28 Şubat 2004
14:00'te kuvvet komutanları ile bizim evde toplandık. Amacınız Kıbrıs meselesini değerlendirmek ve Denktaş'tan aldığımız birçok özel ve gizli mektupları değerlendirmekti. (...) Hükümete karşı bir tepki olarak da hem Kıbrıs'ta hem de anavatanda gösterilere ve ulusal platformda toplantılara 3 Mart'tan itibaren başlanacaktı.
(...)
ikinci konu olarak yine aynı mesele, biz bu adamları darbe ile alaşağı edelim konusuydu. Şener ve Havacı bu konuda çok bastırıyorlar. Şener'in adeta aklından çıkmıyor, iki kelimede bir bunu söylüyor. Havacı da keza öyle. Eğer Kıbrıs'ı vermek istemiyorsak en son limitimiz 9 Nisan 2004. Bu tarihten sonra hükümet taraflara taahhüt vereceğinden geriye dönüş şansı sadece referandum olacak. Referandumun hangi şartlar altında yapılacağını hepimiz tahmin ediyoruz. Bütün şer güçleri evet dedirtmek için keselerin ağzını açacak ve sözler verilecek sonuçta cahil halk "evet" diyecek. Ne yapacaksak 9 Nisan'dan önce yapmamız gerekecek.
3 Mart 2004
Hilafetin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümü toplantısı... ATO'da yapılan panele tüm kuvvet komutanları eşli olarak katıldık.
Genelkurmay Başkanı isveç'te olduğu için, Hava Kuvvetleri Komutanı ise dün şehit olan pilotların cenaze törenine Konya'ya gittiği için bu panele katılamadılar. Bu paneli el altından biz teşvik ettik. Coşkulu ve tatmin edici bir toplantı oldu. Salona girdiğimiz zaman katılanlar bizleri alkışladılar ve "Cumhuriyetin Koruyucuları" diye slogan atmaya başladılar.