her ne kadar edebiyat konulu olsa da ebeveynle yahut akrabalarla izlenmemesi gereken film zira fransız yapımıdır efendim, sağı solu belli olmuyor bu fransızların. **
Beni ozonla tanıştıran ve devamı gelecek dedirten bağımsız sinema türünde fransız filmi.
Müzikler mükemmel.
Oyunculuklar iyi.
Konu güzel.
Tek derdim sonuyla.
--spoiler--
Bence film birkaç dakika uzamış. Karısının germain'in kafasına kitapla vurduğu sahnede bitseydi, ve biz acaba claude'la gerçekten yattılar mı? Sorusuyla başbaşa kalsaydık çok daha çarpıcı olurdu diye düşünüyorum.
Bunun dışında, claude'un hikayesinde gerçek ve hayal kısımları ayırt edemediğim noktalar oldu. Claude ve arkadaşının annesi gerçekten öpüştü mü anlayamadım. O kısımlar hayal gibiydi sanki. Filmi izleyeli baya olduğu için tam da hatırlayamıyorum ama sanki gerçek gibi sundular ve orası bana saçma geldi.
--spoiler--
Ama bunlar filmin tarz bakımından oldukça farklı ve sürükleyici olduğu gerçeğini değiştirmiyor tabi..
Francois Ozon'un oflayarak izlediğimiz filmlerinin yanısıra, 'işte sinema duygusunun fransızcası' dedirten filmleri de var. Bu da onlardan biri.
2012 yapımı filmde bir lise öğrencisi, fransızca öğretmeni, onun karısı, bu öğrencinin yakın sınıf arkadaşı ve onun anne babası var temel karakterler olarak. özellikle edebiyat severler çok keyif alacaktır. Gözleyen, yazan, okuyan penceresinden edebiyatın öyküleme sürecini ilginç bir formülle sunuyor.
"yazmak" ile ilgili iyi filmlerden bir tanesi. lise öğrencisi garcia, edebiyat öğretmeninin de desteğiyle yaşadıklarını yazmaya başlar. belki de yazdıklarını yaşamaya... işte bu ince ayrıntıda olaylar da yavaş yavaş çığrından çıkmaya başlar.
kesişim kümesi oldukça zengin olan bir françois ozon filmi. biraz film içinde film izlemek gibiydi. ya da film içinde kitap okumak. film içinde kendini bulmak. bu yüzden çok şeyi ayna anda yapıyormuş hissi veren ve insanı gerçekten de yazmaya iten bir film.
--spoiler--
germain, yazarken hikayedeki kahramanlarını daha ilgi çekici kılıfa sokmanın sorularını sordurtuyor öğrencisi claude'ye. bunun, okuyucunun ilgisini dinamik tutmak için gerekli olduğunu söylüyor. yazarken öyle de, yaşarken değil mi? çarkın dişlerinden birini oluşturduğumuz reel hayatta, kendimizden yarattığımız ve ortaya sunduğumuz kahramanların da ilgi çekmesi için sorular sorup, eylemlerle cevaplar vermiyor muyuz? bu yönüyle film, yaşam ve hikayenin teğetidir.
--spoiler--
françois ozon 'un izlediğim 8. filmi. son dönem az biraz düşüşteydi, bu filmle durumu iyice toparladığını düşünüyorum. yuva ve kadın isterse çokta aman aman çalışmalar değildi. evde, her yönden üstün bir film.
maddeler halinde kaleme alırsak:
1)evde, baştan sona edebi ruhu yansıtan bir film. edebiyatın inceliklerinden, şiirsel üslubundan bu denli bahseden ve insanda bir hikaye yazma isteğini son derece yoğun bi şevkle yaratan bir filmin kötü olması beklenebilir mi? edebiyatın sinemaya kattıkları uyarlamalarla sınırlı değil. bu tarz yazmanın kışkırtıcı havasını solutan filmler mevzuya ister istemez 2-0 önde başlıyor. ozon bunu çok iyi yapıyor film boyu.
2)gelelim germain'e. kadın isterse'nin acımasız patronuna. hoca olarak edebiyat tutkunu. fakat başarısız da bir yandan. bir tane kitap yazmış çünkü. başarısız bir aşk romanıymış bu. günlük, unutulan cinslerden. garcia'da zaten kendi ifadesindeki gibi ağır bir yetenek görüyor. bu da onun garcia'yla beraber senaryoya ortak olmasına neden oluyor ki hırsızlığa dahi yeltenebiliyor. burdaki salt edebiyat tutkusu dahi filmi izlemeye yeterli sebep bence. üstelik germain işin sonunda bu senaryodan ağır kayıplar vererek ayrılıyor. eşini, işini her şeyini kaybediyor. ama hala edebiyata ve onun sonsuzluğuna mahkum. onun uğruna adanmış bir hayat onunkisi.
3)germain, garcia'ya hikayeyi yazdırırken aslında bugüne dek kendi yazamadıklarının da farkında. evet, çünkü yetenekli olan o. bir de şey var illa görmek ve kurgulamak mı lazım yazarken. yani hayal gücüyle de ona benzer bir tiyatral hava yaratamaz mıyız? illa evde mi olmak gerekiyor? birilerinin ailesine ve dünyasına tanık olmak aynı havayı onlarla solumak yazıya döküldüğünde edebiyatın nice niteliğinden öte az biraz popülist tarafa meyil etmek mi oluyor? merak ve kışkırtıcılık edebiyatın uçsuz bucaksız argümanlarından beslenmeli. yoksa mahalle dedikodusu yapmış olmaz mıyız? neyse, nice böyle soruya da üstü kapalı yanıt buluyor, evde.
4) bir sahne var germain artık senaryoyla yatıp kalkıyor rapha ailesi onun için her şeyden mühim. eşini dahi ziyadesiyle ihmal ediyor bu uğurda. garcia'nın ironi kokan metinleri, devamı gelecekler ve orta sınıf kadını kokusuna dek alaycı küçümsemeler metne döküldükçe meraklar meraklarla şekilleniyor. jeanne germain, garcia'dan şüpheleniyor ve o ulu orta kullanılmaması gerekeni söylüyor. john lennon 'ın katilinin cebinden o mühim edebiyat harikası/ başyapıtı çıkmıştı. ama neticede o lennon'ı öldürmüştü.
5)ozon bu film de erotizmle değil edebiyatın gücüyle kışkırtıyor. neydi çöp tenekesinden merakla aldığımız metnin sonundaki sihirli tümce.
(bkz: devamı gelecek)
izlediğim ve beğendiğim fransız yapımı film. içsel ve erotik duygularını kağıda döken ya da yaşayan; yazarlık yeteneği olan bir liselinin gözünden dinliyoruz hikayeyi. sanırım milf, mature sevdamdan dolayı çok beğendim. fransızların cüretkarlık konusunda bu kadar rahat olmaları onların filmlerini daha izlenebilir kılıyor bence. eğer ki az çok sinema kültürü olan biriyseniz edebiyat içeren bu filmi sevmemek için nedeniniz olacağını sanmıyorum.
--spoiler--
bir genç, iki olgun kadın hakkındaki fantezileri desem fazla yüzeysel olur.
--spoiler--