konusu itibariyle sanırsın ki show tv türk filmi kuşağından bu film. ama lars von trier öyle bir anlatım yakalamış ki filmde sarsıyor resmen. komalara girmiştim de filmde con ef kenedi caddesinden karanfil sokağa nasıl yürüyeceğimi şaşırmıştım. björk te pek başarılıydı şaşırmadım desem yalan olur.
trier nasıl becerdiyse - ki bu adamın çok iyi bir yönetmen olduğunun da kanıtı- öyle karamsar bir hava yaratmış ki üstelik müzikal olan bu filmde gerim gerim geriliyosun.
ama yine olsa yine izlerim diyeceğim bir film değildir. zira bünyem kaldırmaz. hatta filmden sonra bir daha trier filmi izlersem demiştim tabii ama yalan oldu izledim.
bjork'un ne kadar komplike bir sanatçı olduğunu gösteren film... *
ya o değil de, yeşil yoldaki iyi gardiyan değil miydi o?! ne kadar orospuçocuğu olmuş o öyle!! hiç yakıştıramadım!
björk'ü sevmeyen insanın bile defalarca izleyebileceği filmdir. sürükler, merak ettirir, kızdırır, sevindirir, duygulandırır. beklenmedik bir son çıkarır insanın karşısına. bir defa izlenir, iki defa izlenir sonunda istemsiz şekilde gözlerinden yaşlar boşalır insanın.
soundtrack'leri de bir o kadar güzeldir bu filmin.radiohead vokali thom e. yorke ile björk'ün seslendirdiği i've seen it all'ın eşsiz bir güzelliği vardır hem söz hem de müzik olarak.
tüm film boyunca el kamerası kullanılmış,bu da filmin akışını daha doğal bir hale sokmuş.
hukuk kanunlarının zayıf olduğu noktalar ele alnmış,bu yünden de teşekkürür hakeden bir filmdir.
ayrıca eklemek istiorum,filmde björk ün canlandırdığı karekterle evlenmek isteyen karekteri canlandıran kişiye de kanatsız melek oskarını buradan göndermek isterim.
(bkz: kanatsız melek)
bir yarı-müzikal olduğu halde, çalan şarkılardan çok belki de kendini en çok gizlediği çekim ve hikaye alanında insanı çarpan bir film olmuştur. olay diziliminin ve hayal diziliminin doğal akışında olması, seyirci anlar mı telaşının çok olmaması yönetmenin de bir şekilde filmde kendine güvendiğini gösteriyor. diyalogların, sadeliği karakter konuşmalarının kişiliklerle benzer ölçüde birbirine benzemesi de ilginç noktalar, örneğin:
iki farklı kadına iki farklı zaafı olan bill ve jeff in zor durumda kaldıklarında tutuk tutuk ve çoğu zaman anlaşılmaz konuşması,
cathy (cavalda) ve brenda nın (gardiyan) selma ile konuşma biçimi, gibi.
kısaca demek istediğim, asıl iddialı olduğu konularda iddialı değilmiş gibi yapabilen, başarılı bir film.
lars von trier filmlerinin hastası olmayanları bile etkileyebilecek türden bir film. tabi bunun belli başlı sebepleri var. "aman ne iyi oyunculuk ne güzel çekimler falan" diyebileceğiniz bir şey değil bu. kamera öylesine çekiyor oyuncular öylesine oynuyor. sürekli olarak titreyen bi' kamera rahatsızlık verici gelebilir filmin içine girmenizi biraz geciktirebilir çünkü bir filmden çok aile arasında kameraya alınmış görüntüleri sunuyor gibi ki bunun için; (bkz: dogma95)
az çok björk seven birisiyseniz tartışmasız çok daha etkileyici gelir bu film.
--spoiler--
björk tüm güzelliğiyle az biraz gören gözleriyle ve bir çocuğuyla karşımızda. aslında tüm film björk'ün kendini cezalandırması gibi. sonunda kendisi gibi tamamen kör olacak bir çocuk doğurması bile bile yapması bunu. sonra iyileşsin umuduyla görmeyen gözlerle türlü türlü fedakarlıklar yapıp sabahtan akşama kadar çalışması. güçlü bir kadın gibi gözüküyor. güçlü de aslında. yoruluyor ama sıkılıyor gerçek dünyadan. hayallerle, müzikallerle süslüyor hayatını. biliyor çünkü müzikallerden zarar gelmez.
bütün bu koşuşturmacanın içinde gösterişe düşkün komşuları tanıyoruz. daha iyi perdeler , daha iyi koltuklar isteyen bir kadın ve yokluk içinde daha iyisi için çaba harcayan bir polis. kadının kocası.
adamın tükenmişliğinden selma'nın haberi oluyor. "ağızlar mühürlü" ama. gel zaman git zaman adam eşini mutlu etmek isterken hırsızlık yapıyor selma'nın gece gündüz biriktirdiği parayı çalıyor. polis suç işliyor görmeyen bi' kadının gözleri önünde. sonra iki tükenmiş insanın birde gösteriş düşkünü kadının yaşadıklarını görüyoruz. herkes yalan söylüyor filmde. birisi çalmadım diyor, birisi bu kadın suçlu diyor birisi ağızlar mühürlü lafına takılıp kalmış. sonuç olarak herkes kaybediyor. ölenlerde kalanlarda.
birde rahatsız edici gelebilecek bir şey selma'nın idamının ve polisin ölümünün bu kadar göze sokula sokula yapılması olabilir. 107 adımdan sonrası malum. ama ille de göstermek istemiş yönetmen. acıtıyor haliyle içinizi.
--spoiler--