zemheri gecenin şahidiydi sanki
şehadetine gül düşmüş bakireler tanrısı,
zırhı karartılmış sapık masallar dünyası;
şimdi sen alametine ihtilaf düşmüş dökük bir havrasın
ve selası terk edilmiş kalplerin yalnız vestiyeri,
tükenmiş aşkların pembe miğferi,
mahşeri ertelenmiş çığlıkların en kanlı perisi...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
kasvetli bir cuma günüydü.
güne her sabah olduğu gibi, pencereme konan pembe flamingoları besleyerek başladım. onları bir güzel besleyip, gagalarının arasına birkaç yüz dolar harçlık sıkıştırdıktan sonra da geri yolladım. "yarın görüşmek üzere benim pembe dostlarım" diye artlarından fısıldadım. akabinde bir mühlet balkonda oturup, köpekbalığım beyaz münir'e kahvaltısını götüren bahçıvanın eşsiz loblarını izlemeye koyuldum.
tanrım gerçekten de harika bir göte sahipti...
bir kuasar gibi parlayan kırışık sırt çukurları, kuyruk sokumundan boynuna dek uzanan paralel eğrilik, sinüslerinin içine enjektör vasıtasıyla hava basmanın mümkün göründüğü, içinde bir litosfer sakladığına dair bahse girebileceğim, hafif kilolu göğüslerini cesurane bir endamla sergilemekten geri kalmayan, uzaktan diyapazonu andıran dolgun çatalıyla, ve şayet bir gün ölürse o eşsiz loblarını mumyalatmaktan da asla kendimi alamayacağımı düşündüğüm, son derece becerilmeye uygun bir bahçıvandı.
üstelik her sabah beyaz münir'i doyururken çok daha seksi bir hale bürünüyordu.
her ne kadar iç geçirsem de, acilen evden ayrılmam gerekiyordu. o'nu başka bir zaman diliminde becermem gerektiğine kanaat getirdim.
üstelik "gaydaşlar Kıraathanesi"ne şimdiden gecikmiştim bile. gaydaşlar kıraathanesi; her cuma gaydaşlarımız arasında toplandığımız, kısık ateşte demlenmiş viskilerimizi yudumladığımız, hesabı ödetmesine tenis turnuvaları düzenlediğimiz, ne yalan söyleyeyim; zaman zaman eski erkek arkadaşlarımızı çekiştirdiğimiz, oldukça mübalağasız ve şirin bir mekandı.
daha fazla gecikmeden, hafif pembeye çalan kırmızı renkli spor arabama binerek evden ayrıldım.
kısa süreli otomobil yolculuğumu biraz olsun değerli kılabilmek adına, direksiyondaki "beethoven" butonuna basarak, beethoven'ın 7. Senfoni'sini kulaklarıma zerk etmeye başladım. tanrım... adeta bulutların üzerinde süzülen bir meleğin gözyaşları kadar hafiflemiştim.
7. senfoni son ses çalıyor, pembe benliğim ise şefkate cizye ödeyen mamur düşlerime inat gülümsüyordu.
ey huzuruma şahit düşmüş katip ruhum; kapa gözlerini... kapat ki sonsuzluğun dehlizinde aydınlansın yüreğimin pembe cidarları.
müteessir yarınlara delalet eden ezgiler, ah ne güzel bir akvarelsiniz, ne de pembe bir güne vesile olursunuz öyle...
tam da bu sırada, ruhumu büyüleyen akışkan melodilerin tesirinden çıkamamış olacağım ki, yanlış bir yola sapmıştım.
bir anlık dalgınlığım beni oldukça fakir ve tehlikeli sayılabilecek bir mahalleye sevk etmişti. bu olumsuz gidişatı lehime çevirebilmek adına, derhal otomobilimin pencere camlarını açarak, evlerinin önünde plastik sandalyeler üzerinde oturan ve çaylarını yudumlamakta olan yaşlı teyzelerin kafalarına yumruklar saçarak son sürat arabamla kaçtım. önümü kesen mahallenin gençlerine ise 1.000'er tl çarparak birbirlerine dayak attırdım. tam klasik müzik eşliğinde harika bir ritüeli tamamlayan kahkahalarımın eşliğinde mahalleden çıkıyordum ki,
hemen sağ tarafımdaki camiden yükselen ezan sesini işittim. ezanı duyar duymaz hemen müziği kapatıp yavaşladım, akabinde de caminin içerisinden yükselen münakaşa seslerine kulak veremeden edemedim.
otomobilimin üzerine çıkıp olan biteni daha net görebileceğim bir açıya konuşlandım.
tam da bu sırada, caminin merdivenlerinden yuvarlanan genç bir oğlancağız görüntü alanıma girdi.
"vurmayın yeter... bu yaptığınızı ateistler yapmaz allahsızlar!" nidaları eşliğinde merdivenlerden yuvarlanıyordu. hemen ardından da öfkeli kalabalık kendisini gösterdi. "ya allah bismillah allahu ekber" haykırışları arasında, ellerinde tuttukları tespihlerle büyük bir korku salıyorlardı. öfkeli kalabalığın en sakallı amcası ve de sözcüsü, beni fark etmeyerek, yerde yatan gence hitaben bağırdı:
- bu münafık ölmeyi hak ediyor din kardeşlerim! mahallemizde ibnelere yer yoktur! yüce yaradana sığınarak söylüyorum ki; bu cehennemlik kafirlerin cezası ölümdür! tekbiiiir!
(kalabalık iyiden iyiye galeyana gelmişti).
daha fazla dayanamarak, kahkahalar eşliğinde kalabalığa doğru seslendim:
+ merhabalar, ben pembe tolga. rica etsem neler olduğunu açıklar mısınız? zira lügatımda bu yaptığınızı açıklayabilecek uygun bir kelime olduğunu pek sanmıyorum. sizi tüm pembeliğimle teessüf ediyorum değerli müminler. lütfen gaydaş mümini şahsıma teslim ediniz, ve bu tatsız badireyi pembe birer anı olarak saklayalım.
sözcü müminin nefretle karşılık verdi:
- bu da ibneee! bu da ibne! defol git mahallemizden inşallah. pembe iblis! subhanallah! saldırın kardeşlerim! bu da ibne görmüyor musunuz! üstelik gülüyor!
artık işler oldukça kontrolden çıkmıştı. eline geçirdikleri boş soda şişelerini ve taşları üzerime fırlatıyorlar, fırlattıkları taşlara ise beyzbol sopasıyla geri vuruşum daha da sinirlenmelerine yol açıyordu. tüm tepkiler şahsıma yöneldiğinden, genç gaydaş mümin canını kurtarıp çoktan kaçmıştı bile.
artık öfkeli kalabalığın arasında sıkışıp kalmış pembe bir intihar komandosundan farksız değildim. kendimi otomobilimin içine kitledim. içeriden müminlere mpt'yi (minik pembe tolga'yı) sallayıp sinirden kızarışlarına kahkahalar patlatıyordum. bunu takiben camları yumrukluyorlar, kapıyı açmak için zorluyorlardı.
yapayalnızdım, ama çaresiz değildim;
aklıma acil durumlar için mühendislerime tasarlattığım "okunmuş su" butonu gelmişti. bunu hatırlayıp neşeli bir kahkaha patlattım.
hemen ardından koltuğun altındaki "okunmuş su" butonuna basarak, bagajdan mekanik çarklar yardımıyla çıkan krom su borularıyla öfkeli kalabalığın üzerine tazyikli okunmuş suları sıkmaya başladım. üstelik manual kontrol seçeneği ile de hiçbir mümini ıskalamıyordum.
ve nihayet, dakikalar sonra mahşeri öfkeyi soğutmuştum.
kaçıyordum bu günahlar mahallesinde. henüz lobları kemale ermemiş bir gencin nasıl katledileceğine tanık olmak üzereydim.
zihnimde beliyordu bu elim tablo. kifayetsiz hüzünlere gebeydim.
kaçıyordum işte. kaçıyordum ama;
dimağıma sirayet eden bu lanet kabustan kurtulamıyordum.
ve yaşlar süzülüyordu yanaklarımdan.
zemheri gecenin şahidiydi sanki
şehadetine gül düşmüş bakireler tanrısı,
zırhı karartılmış sapık masallar dünyası;
şimdi sen alametine ihtilaf düşmüş dökük bir havrasın
ve selası terk edilmiş kalplerin yalnız vestiyeri,
tükenmiş aşkların pembe miğferi,
mahşeri ertelenmiş çığlıkların en kanlı perisi...
haremlik selamlık varda eşcinseller için cami de bir bölüm yok ondandır. tartışmadır o linç yok. acı yok. zavallı eşcinsel kardeşim hep iteliyorlar seni dimi.
Bırakın topluma katmayı, iş olanağı sunmayı, gay kimliği deşifre olanı allah'ın evine bile kabul etmeyiz bu ülkede biz. Ondan sonra da sorariz, "bu eşcinseller neden hep fuhus sektörünün içinde yer alır" diye.
Eşcinsellerin dışlanıyor olması sorununa, pembe bir tepki yazısı.
müslümanların medeniyet ve gelişmişlik seviyesini gösteren durumdur. bunları görüpte islam dini hoşgörü dinidir diye masal okumaya devam edecekler varsa şimdiden siktirip gitsin.
dünyanın ırzına geçen ingilizlerin yaptıkları için nasıl ki hristiyanlık suçlanmamalıdır. 3-5 cahil cühelanın yaptıkları için de islam suçlanamaz. bir trollün uydurması gibi duruyor ayrıca. varsa böyle bir mağdur yazık olmuştur o da ayrı. lafta yavuz'un kürtler için söylediği şiiri gibi bir sözlük yalanı olma ihtimali vardır.