Film bir çok güzelliği içinde barındırıyor.Şöyle ki ; Oyunculuklar müthiş.Juliette Binoche bildiği üç dili de kullanıyor filmde ve hangi dili konuşuyorsa o ülkenin kadınını yansıtıyor.Kafede oturduğu sahnede dükkan sahibiyle italyanca konuşmaya başladı ve tavırları tam bir italyan kadınına döndü.Hatta daha ileriye gidiyim Giulietta Masina ablamızı izliyormuş gibi hissettim.Filmde küçük bir rolde Jean-Claude Carriere'ye verilmiş.Carriereyi Luis Bunuel'in senaryo yazarı olarak biliriz.Filmde küçük ama bir o kadar da güzel bir rol almış,tavırları davranışları tam bir Fransız beyefendisi.Gelelim filmin aslan payına.Abbas kiyerüsteminin ilk farsça dışındaki filmiymiş ve ilk defa ünlü oyuncularla çalışmış.Hadi bunu geçtim fakat diyaloglara şaştım kaldım bu kadar sağlam diyaloglar beklemiyordum.Açıkçası irandaki sansürden dolayı yönetmenlerin toplumsal konularda bolluk yaşamaları sayesinde şanslı olduklarını düşünürdüm.Abbas bey gösterdi ki iran dışında bir ülkede doğmuş olsaydı da harika bir yönetmen olurdu.Sansüre baskılara rağmen entelektüel alt yapısını kurmuş.Keza Cafer Penahi,Bahman Ghobadi de öyle.
Film sanatta orjinallik-kopya tartışmasıyla başlıyor karı koca ilişkileriyle devam ediyor.Basitlik üstüne güzel diyaloglar da mevcut.Benim en sevdiğim mesaj şuydu; insanlar ufak,basit şeylerden de mutlu olabilir.Karışık ve büyük şeylere ihtiyaç yok.Hayatın tadını çıkarmalıyız.Yağmur yağarken gerekirse hastalanalım hatta ölelim.Zevk alıyorsak filmdeki çocuğun yaptığı gibi annemizi dinlemeyip ee ne olmuş yani diyebilmeliyiz?
--spoiler--
elle: Her şeyin bir ölçüsü olması gerekmez mi sizce de?
yaşlı kadın: evet ideal olan bu olurdu, ama ideal diye bir şey gerçek hayatta yoktur. Bir ideal uğruna kendimizi üzmek gerçekten salaklık olurdu.
--spoiler--
iranlı dahi yönetmen abbas kiarostami'nin yazıp yönettiği enfes filmidir. diyalogların ve görselliğin ağırlıkta olduğu bu filmde toscana'nın güzelliğinden de izleyenler paylarını almaktadır. izleyenleri düşünmeye zorlar kiarostami, rahatsız eder rahat yataklarınızdan kalkın da birazcık bunları sorgulayın der. filmin başlangıç temeli şu soruya dayanır ''birşeyin kopyası en az orjinali kadar değerli olamaz mı ?''. bu sanat felsefesi girişinden sonra üstad olayı sanat çerçevesinden kurtarıp insan ikili ilişkileri sorgulamasına çevirir. juliette binoche'nin oyunculuğu alıp başını gitmiştir en az film kadar değerli bir performans göstermiş ve nitekim en iyi kadın oyuncu ödülünü de kendisine getirmiştir. juliette bu filmde sadece gözleri veya sözleriyle değil tüm mimik kaslarıyla oynamıştır ve her biri izleyende ayrı duygular uyandırır. doğallığı duygusallığı izleyenlere toscana manzarası kadar güzel bir manzara sunar. göğüs uçları ha göründü ha görünecek diye gözlerin bir türlü alınamadığı derin dekoltesi ise kadınsılığına yapılan vurgudur.
konu: Bir çift gibi görünmeye çalışan bir kadın ve bir erkek... Adam, bir konferansa konuşmacı olarak katılan ingiliz bir yazar; kadın, Fransa'dan gelen bir sanat galerisi sahibi. işte herhangi bir zaman, herhangi bir yerde, herhangi birinin başına gelebilecek bir öykü...
kiarostami hemen her filminde gösterdiği (özellikle rüzgar bizi sürükleyecek* filminde) şiire olan bağlılığını yine güzel bir alıntı ile yansıtmıştır sinemasına. rüzgar bizi sürükleyecek filminde füruğ ferruhzad'dan yaptığı güzel alıntı yerini mehdi akhavan sales'in bahçem isimli şiirine bırakmıştır bu sefer:
--spoiler--
ELLE: Bir evliliği ayakta tutan şey özendir. Özen ve farkındalık.
james: Neyin farkındalığı? Bazı şeyler değişir. Her şey değişir, söz vermek bunu durduramaz. Kimse bir ağaçtan, bahar bitince çiçeklerini korumasını
bekleyemez. Çünkü sonunda çiçekler meyveye dönüşür. Ve sonra... sonra ağaç
meyvesini kaybeder.
elle: Ya sonra?
james: Sonra... yapraksız bir bahçe.
elle: Yapraksız bir bahçe mi?
james: Farsça bir şiir. Yapraksız bir bahçe... Güzel olmadığını söylemeye kim cesaret edebilir yapraksız bir bahçenin?
--spoiler--