cocukken gelecegi ozlersin sonra da gecmisi

entry1 galeri0
    2.
  1. Bizim çok değerli bir cimnastik öğretmenimiz vardı: - insanın bir nefesinin değeri ölçülebilir mi? diye sorardı.
    - Ölçülemez, derdik.
    - Dünyanın milyarlarını versen, son nefes ertelenebilir mi?
    - Ertelenemez...
    - Demek ki içimize çekip, bıraktığımız şu havanın parasal karşılığı yoktur.
    - Yoktur...
    - Haydi gelin, milyarderlerden daha milyarder olmak için, derin derin nefes alıp verelim...
    Tüm sınıf, dirseklerle bileklerden hafif kırık tuttuğumuz kollarımızı, göğsümüzü iyice şişirirken, ağır ağır yukarı doğru kaldırır, sonra da nefesimizi ağzımızdan hızla boşaltırken, kollarımızı da hızla iki yanımıza düşürürdük.
    Paha biçilemeyen havayı böylesine bol kullanarak da, milyarderlerden daha milyarder olurduk.
    ***
    Üç beş arkadaş cimnastik öğretmeninin felsefesini zamanla daha da genişletmiştik:
    - Şu gördüğünüz denizin değeri ölçülebilir mi?
    - Ölçülemez...
    - Öyleyse, hem hava alarak, hem denize bakarak, kendimizi en zenginden daha zengin sayabiliriz...
    - Sayabiliriz...
    Ve servetimizi daha da artırmak için, bir yandan derin derin nefes alıp vermeye başlar, bir yandan da denize bakardık.
    - Şu kuşların, ağaçların, çiçeklerin, bulutların değeri ölçülebilir mi?
    - Ölçülemez...
    - Öyleyse, daha da zengin olmak için, kuşlu, ağaçlı, çiçekli, bulutlu bir yerden denize bakarak, bol bol hava alalım...
    - Alalım arkadaşlar...
    Dersleri kırar ve Çamlıca tepelerine, ultra milyarder olmaya koşardık.
    ***
    Gitgide zenginliğin bu türünü kucaklama özlemi, aramızda yeni bir dil oluşturmuştu.
    Bahar aylarında okulun katı ve karanlık karabasan havasından bunaldığımız zaman, birbirimize:
    - Arkadaş ben iyice züğürtledim, derdik...
    - Hiç sorma ben de öyle...
    - Gök, deniz, çiçekler, kuşlar, bulutlar, hava, değeri ölçülmez hazineler duruyor dışarıda...
    - Peki, biz ne diye duruyoruz burada?..
    - Servetlerimize sahip çıkalım arkadaşlar...
    - Doğru, hemen sahip çıkalım...
    Bebek tepelerinden Boğaz'a bakarak, güler şakalaşır, derin derin nefes alır:
    - Amma da zenginleştik, derdik...
    ***
    Biri:
    - Bu kadar zenginlik yeter, elalemin gözü kalacak, haydi artık geri dönelim, derdi...
    Cebimizdeki kuruşların cılızlığıyla ters orantılı olarak, gözümüzde büyüyen rengarenk afişli Beyoğlu sinemalarıyla; sucuklu yumurta, hardallı sosis, bira köpüğü kokulu sandviççi dükkanlarına; içimize gömdüğümüz imrenmenin, eski zaman kahramanlarına özgü stoikliğiyle boş vererek; eski tahta, toz, tebeşir, taş ve karanlık kokan fukara ve çaresiz dünyamıza geri dönerdik.
    Ve çocukluktan delikanlılığa geçme köprüsünün bunalımlı kum fırtınaları; yüreğimizde kirpiklerini kırpıştırarak, yeni yeni gözlerini açmaya başlayan en masum, en içten duygularımızı; her gün biraz daha çipilleştirmeye devam edip giderdi...
    ***
    O yaştaki çocukları çok daha mutlu edecek başka türlü ortamların da bulunduğundan haberimiz yoktu. Dünya düzeninin böyle olduğuna, çocukların büyüyünceye kadar, seçeneksiz bir zorunluluk olarak, bu tür çileleri yaşamaya mahkum sayıldığına inanırdık... Evdeki büyükler de, öğretmenler de, durmadan buna inandırdılar bizleri...
    Ve okuduğumuz usta yazarların da çocukken aynı sıkıntıları çekmiş olduğunu görerek:
    - Ah bir büyüsek, ah şu okullar bir bitse, derdik...
    ***
    Okullar bitti ve büyüdük... Ve o zaman gördük ki, kişinin yaşamı, ister çocuk, ister büyük olsun, kendi toplumsal düzeninin çerçevesiyle bağımlıdır...
    Bu çerçevenin değiştirilip, genişletilmesi ise; alışkanlıkları uygulamaktan, yaratıcı bir dinamizmaya geçmeyi gerektiren bir kuşaklar sorunudur.
    Yazla birlikte havalar güzelleşmeye başladı mı:
    - Ah nerede o çocukluğumuzun serveti, diye bakıyoruz, göğe, güneşe, denize, kuşlara, çiçeklere...
    Şöyle derin bir nefes alıp, oh diyecek bir yerlerin özlemi, artık gelecekte bile biçimlenemiyor...
    ***
    Taleyrand'ın ünlü bir sözü vardır, yaşamı durmadan ileriye doğru erteleyenler için söylenmiştir:
    - Daha geç, daha geç, daha geç derken bir de bakarsın ki, çok geç olmuş..
    - "Henüz çok erken" ile "Artık çok geç" arasındaki dengeyi bireylerin kurma olanağı yok gibidir...
    Toplumsal bir anlayışla, toplumsal mutluluk havuzlarının kendiliğinden sağlaması gerekir bunu ama... Toplumların da o düzey ve donatıma gelmesi kolay olmuyor...

    Çetin ALTAN
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük