cinsel fetisizmin ayyuka ciktigi an

entry1 galeri0
    1.
  1. soğuk bir kış gecesiydi... ama öyle böyle soğuk değil, tilkiler bakır sıçıyordu resmen. sanırım o şehir nuh nebiiden beri böyle bir soğuk böyle bir fırtına görmemişti. viran öğrenci evimizdeki tek elektrik sobası tir tir titreyen üç genç ve abazan arkadaşı ısıtmada kifayetsiz kalıyordu. kendimi bildim bileli muzdarip olduğum bir huyum vardır; maalesef bencil olamıyorum. kendimden önce başkalarını düşündüğüm için başım bitten dötüm mikten kurtulmadı sevgili okurlar. işte o soğuk kış gecesinde de bünyeleri benden daha zayıf olduğu için sobayı sevgili arkadaşlarımın odasında bırakıp kendi buzhaneme çekildim. ' işte yine yalnız bir gece; yatağım buz gibi soğuk. bekarlık sultanlıktır diyeni long dong silver kovalasın' diye bir şeyler geveleyerek yorganın altına girdim usulca. tir tir titrerken kung fu tekniği hesabı başka şeyler düşünerek soğuğu unutayım dedim ve günün muhasebesini yapmaya başladım. ' ne olacak lan senin halin kamil? yirmiüç yaşına geldin, ne ev bark var ne çoluk çocuk' ekseninde dönüp duran düşünceler ve soğuktan dumura uğramış dimağım beni sersemletmişti de ondan kelli anlık bir heves miydi yoksa yıllardır bilinçaltımda saklanmış dürtüler mi ortaya çıkmıştı bilmiyorum lakin, üzerimdeki güllü, papatyalı yorgan sanki birden en yakın dostum, yarim, yarenim oluvermişti. gerçekten de yirmibeş metrekarelik odamda yalnızlığımı paylaşan, sarıp sarmalayıp bronşit olmamı engelleyen başka kimim vardı ki? ' battaniye var' demeyin lütfen, kendisi zırt pırt yataktan aşağı kayar, tutarsız ve kaypaktır. ama yorgan öyle midir? yorgan candır, yarı yolda bırakmaz sizi. velhasılı kelam yorganımla aramızda bir yakınlaşma başladı. bunca yıldır umursamadan sadece bacaklarımın arasına sıkıştırdığım yorganımın o yumuşak ve hafif pürüzlü dokusuna ilk kez böyle dokunuyordum. kollarımla sarmaladım iyice gülizarımı ( gül desenli olduğu için aklıma ilk o isim gelmişti) ve küçük küçük buseler kondurmaya başladım. ' canım, canım benim' diye fısıldıyordum kulağına, 'bunca yıldır nasıl da fark edemedim seni, senin bana sevgini' . gecenin devamında yaşananları yazmayı doğru bulmuyorum çünkü bu bizim özelimiz. ayrıca aramızda onsekiz yaşın altında yazar ve okur arkadaşların da olduğu hepimizin malumu. sadece şunu söyleyeyim ki efendim, artık ne o gece ne de daha soğuk başka gecelerde üşümüyordum. hatta aksine sadece iç çamaşırlarımla uyur olmuştum. yazın akdeniz' in boğucu sıcaklarında bile gülizarımdan ayrılmıyor, çevremdekilerin ' ulan sen mal mısın, kansız mısın? bu sıcakta ne yorganı' tandanslı baskılarından çok bunalınca yaylaya çıkıyordum ve yasak aşkımız dolu dizgin ilerliyordu.

    her ilişkinin iniş dönemi vardır biliyorsunuz. karmaşık duygular içindeydim; acaba artık ona olan tutkum azalmış mıydı? yoksa kimselerin haberdar olmaması, toplum tarafından kabul edilmeyi geçtim, tek bir arkadaşımın bile bilip onaylamaması yüzünden mi yaklaşık üç haftadır hiç sevişmemiştim gülizarla. midas' ın kulaklarını gören berber gibi bir kuyuya mı haykırmalıydım? hayır ben o kadar angut değildim. bunun yerine çok güvendiğim kuzenim hakan' la paylaşmaya karar verdim. o beni anlardı, onun da farklı eğilimleri olduğundan emindim. ayrıca beni çok severdi, sırrımı kimseye söylemezdi. gittim açıldım ona; dedim ki ' kuzen ben yorganımla yasak aşk yaşıyorum', kendisi gayet lümpen bir tavırla ' nee, yoğurt mu? axsaxsaxsa' diye itici itici güldü. başka arkadaş yok muydu sanki güvenilecek? vardı tabii, olmaz mı? aslanlar gibi cem vardı, canımdan bir parça can. ona açıldım, anlayışla karşıladı ve bana cesaret verici sözler söyledi. cem o an bana çok değişik görünmüştü, başındaki kırmızı kep ne kadar çekiciydi öyle. ehm, neyse... sevinç içinde eve koştum ve onaylanmanın verdiği şevkle ilk geceki gibi seviştim gülizarla. ama onda bir tedirginlik vardı sanki, beni aldattığından bile şüphelendim. sonra kulağıma usulca hamile olduğunu fısıldadı. yüce tanrım bu ne mutluluktu böyle, aşkımızın meyvesi geliyordu.
    ertesi gün mahallede her zaman takıldığımız kahveye gittim ve ' herkese benden çay' diye bağırıp hakan ve cem' in oturduğu masaya seyirttim. gözlerinde muzip ışıltılar vardı kankalarımın ve önlerinde de bir paket. ' ne oluyonuz lan? ne diye kaşınız ayrı gözünüz ayrı oynuyo' dedim. hakan ' kuzen biz cem' le konuştuk ve yengeye bi hediye almaya karar verdik. buyur! ' diyerek paketi bana doğru uzattı. talihim değişiyor muydu ne? son günlerde mutluluk üzerine mutluluk yaşıyordum. hakan' a haksızlık ettiğimi düşündüm, gözlerim dolu dolu paketi açmaya başladım ellerim titreyerek. sevgili dostlarım biricik sevgilime parfüm almışlardı. ' hem de en iyi marka hafız, glade bu glade. ister odaya sık, ister elbiselere. çok amaçlı' dedi cem. teşekkür ederek sarıldım candostlarıma. işte bu andan sonrası tam bir trajedidir sevgili okurlar. o duygu yüklü sahne yaşanırken önce kahve ahalisi bir kahkaha kopardı. sonra hakan' la cem ' tısısısısıhıhı kamil lan bu, resmen kamil. eyüp' teki topal leyleği zigen adamdan bile beter. dalgasına oda parfümü alıyoruz ağlıyo mutluluktan' diye gülerek yerlere yattılar. sinirden titremeye başlamıştım, çay bardağını sıkıyordum. dudaklarımdan belli belirsiz ' kimin fikri lan bu? hanginiz benim sevdamla böyle dalga geçmeyi reva gördü' cümleleri döküldü. bu iğrenç fikir hakan' dan çıkmıştı. akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini diye boşuna söylememişler. gözlerinden yaşlar gelene dek gülen kuzenim bilmiyordu ki son gülen iyi gülerdi. ve bilmediği bir diğer şey de elimdeki kırılmış çay bardağıydı. üstelik bu bardak öyle ufak, ince bellilerden değil öksüz doyuran tipte irice olanlardandı. şimşek gibi atıldım üzerine pezevengin ve boğazını kestim. hakan' ın şah damarından oluk gibi kan fışkırırken kahve ahalisinin gözlerinden dehşet, benimkilerden vahşet, cem' in gözlerinden ise şehvet okunuyordu. polisler geldiğinde kuzenim yerde ölü yatmaktaydı. ben bir köşede oturmuş elimdeki oda parfümünü sağa sola sıkarken, cem de yerdeki leşi okşamakla meşguldu. ellerim kelepçeli dışarı çıkarken cem' in kahveciye ' hacı abi be, bi ibrik kaynar su getirsene dökelim şunun ardına. buz gibi olmuş' dediğini duydum. kahvenin hemen önünde hakan' ın kedisi ilayza' yı gördüm. sinirli bir hali vardı o şirinlik muskasının. sahibinin öldürüldüğünü anlamıştı sanırım. ' ilayza geah kıjıım geah pisi pisi' diye çağırdım kendisini. o her zaman mırıldanarak bacaklarıma sürtünen, beni çok seven kedi panter gibi üstüme atlayıp yüzümü gözümü çizdi. sebebini hala anlayabilmiş değilim. hemen arkasından mahallenin uyuz köpeği tommy, bakkal reşat amcanın tavuğu çilli ve hacı mahmut efendilerin eşşeği kadife de bana saldırıda bulundular. hakan' ın bu hayvanlar üzerinde anlayamadığım, tuhaf bir etkisi vardı. insanlarla diyalog kurmakta zorlanan kuzenimin arası hayvanlarla pek bir iyiydi nedense.

    aldılar götürdüler beni, bu cinayetin hesabını sordular. mahkemeler, doktorlar, psikiyatrlar falan derken sonunda borderline personality disorder diye bir rahatsızlığım olduğu tanısını koyup akıl hastanesine yatırdılar. söylediklerine göre hayal kuruyormuşum, yorganla cinsel ilişkiye girmem, onu hamile bırakmam imkansızmış. aşkımı inkar etmemi istiyorlar benden. yaşadıklarımın gerçekliğini anlamaları için yayladaki evimize gitmeleri ve gülizar' ın binbir güçlükle tek başına yetiştirmeye çalıştığı ikiz çocuklarımız ömer ve gömer' i görmeleri yeterli halbuki. tabii onlara kalsa ömer bir çarşaftır, gömer de yastık kılıfı. ah benim aptal hekimlerim, bildikleriniz sadece bilmenize izin verilenlerdir anlasanıza. the truth is out there!
    7 ...
© 2025 uludağ sözlük