marquezin en iyi kitaplarından biri. akıcı dille doğaüstü konuarı kaleme almış. kitapta aynı isimer tekrar etmesi bir nebze olsun kafa karıştırır ve sürekli geriye dönüşte söz konusu bu nedenle fazla ara vermeden okunmalıdır. olay maconda köyünde buendia ailesinin oraya göç etmesiyle başlar yeni bir dünya kurarlar. icatlarla düzen oluşturmaya çalışırlar. isimlerin yazgılarını taşır her birey. aurelianolar içine kapanık olurlar. arcodiolar güçlü dev cüsseli ve cinsel organları büyüktür. remodioslar çok güzelken amarantalar bunalım takılır.
kitapda en ilginç gelen yanı amarantayla arcadio( pilar tenradan) nun ilişkidir. amaranta arcodioyu önceleri oğlu gibi davranırken sonra onunla sevişmiştir.
--spoiler--
eşyalarında canı var bütün iş ruhlarını uyandırabilmekte..
--spoiler--
marquez kitabını şu cümlelerle anlatır: "yüzyıllık yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille anlatmaktı amacım. yüzyıllık yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım. ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylerden ibaretmiş gibi anlatırdı bana. anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. yüzyıllık yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."
marquez'in "... hiç şaşırmayan, sıradan insanlar" diye kategorize ettiği insanlardan sayıyorum kendimi. şaşırmadım. çocukken büyülendiğim bir şey karşısında tekrar büyülenmek gibi geldi bu kitabı okumak.
kitabın son ve o kocaman paragrafı harikadır. "...aureliano içinde yaşadığı anı anlatan bölümün şifresini çözmeye koyuldu. bir yandan şifreyi çözüyor, bir yandan okuduklarını yaşıyor, konuşan bir aynaya bakıyormuş gibi son sayfalarda yazılı olayları söyleyerek yaşıyordu. sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamış bulunuyordu. çünkü elyazmalarında aureliano babilonia'nın şifreleri çözdüğü anda aynalar( ya da seraplar) kentinin rüzgarla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenemeyeği yazıyordu. çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı."
Gabriel Garcia Marquez'in başarılı kitabı. okurken ara verilmemesi, seri bir şekilde bitirilmesi tavsiye edilir. zira tüm karakterlerin isimleri birbiri ile aynı olduğundan karıştırma olasılığı yüksektir.
sizin sülalenizi skym diyerek yorumlamaya başlayacağım kitaptır. başlarda gayet zevkli giderken jose arcadio buendia'nın çocuklarına iki isim koymasıyla - adamlar yalnız ya başka isim bilmiyolar - bütün doğan çocuklara aynı isim verilmiş balık hafızalı beni fazlasıyla zorlamış fakat okuma azmim sayesinde binbir zahmet bitirdiğim bir yapıttır.
aslında düz bir mantıkla bakıldığında kitaptan hiç bir şey anlamak mümkün değildir fakat dünyanın yeni baştan kurulmasını andıran havasıyla, insanlardaki değişimin yavaş yavaş bireylere empoze edilmsiyle, ideolojik fikirlerin ortaya çıkması, sosyalist düzen içinde yaşayan halkın işin içine devletin karışmasıyla işlerin tabiri caizse sarpa sarması fakat herşeyin bugün olduğu gibi uçkura bağlandığını - bol bol sevişirsen senden mutlusu yok - açıkça gözler önüne seren bir eserdir. maconda'ya kapitalizmin gelmesiyle işin içine askerlerin darbelerin girmesiyle insanların mutluluğunun nasıl da bozulduğunu gözler önüne sermiştir.
olağanüstü olaylar yazarın kitabın tanıtımında tanımladığı gibi sade bir dille, ruhsuz bir uslupla, nasıl da bize olağanmış gibi anlatıldığı gerçekten şaşırtııdır. bir süre sonra uçup gökyüzünde kaybolan kadınlara, 4 yıl yağan yağmura, ev yiyen karıncalara şaşırmamama şaşırmamla farkettiğim durumdur. kitapta bol bol sevişme mevcuttur meraklısına duyurulur.
netice de yorucu kimine göre çok boş, kimine göre çok çok dolu (bana göre de) binbir çeşit sonuç çıkarılabilicek okurken zamanının boşa harcanıldığı düşünebilir fakat bitirildiğinde kıymeti anlaşılan ender kitaplardandır. anlatılandan çok anlatılmayanın öne çıktığı, yazarın aslında ben bunu bunu kastediyorum diye hiç mi hiç uğraşmadığı ama bunu istemeden gözümüze soktuğu mutlaka okunması gereken kitaptır. okurken edilen küfürlerin bittiğinde geri alınmasına sebep adam marquez'e aralık ayının bir çarşamba gününden selamlar...
moderasyona edit: neresi ağır hakaret içeiryo anlamadım. 4 kelimeden üçünün küfür olduğu enrtyler dururken bilgi içeren entry siliyosunuz. yazık!
anlatım tekniğiyle (bkz: ihsan oktay anar)'ın (bkz: puslu kıtalar atlası)yla benzeşir ve hatta gerçeğe ve akla daha yakın olması bu coğrafyada puslu kıtalar atlasını daha etkileyici yapar. bu arada çeviri bozukluğu altında ezilmemiş, (bkz: seçkin selvi'nin)güzel çevirisiyle diline en yakın tadı vermiştir.
gerçekliğin hayalleştiği ya da hayalin gerçekleştiği durumlarla iç içe olan, güzel remedios'un göğe uçup gözden kaybolması gibi içinde kaybolduğunuz ve aniden kendinizi melquiades'in odasında "hangisi benim hikayem olabilir" diye kitapları karıştırırken bulduğunuz, okunulası ve düşünülesi kitap.
nobel ödüllü bir yazarın kitabı olması dolayısıyla merak edip okuduğum, ilk bölümleri iyi olan ama daha sonra tekrarlara düştükçe sıkan,kötü bir kitap.
ilgi çeken birkaç nokta kitapta türkler sokağı diye bir sokağın olması ve ursula'nın kör olmaına rağmen durumu idare etmesi.
romanda hakim olan büyülü gerçeklik, aslında gerçekliğin bir büyü olduğuna yapılan vurgudur. okuyucunun inanmakta zorlandığı gerçeklikler ve karakterlerin inkar ettiği gerçeklikler el ele gider. Melquiades'in odasının o öldükten sonra neredeyse 100 yıl boyunca tertemiz kalması veya 100 yılın bütün pisliğini taşıyor olması değil de, kilitli odayı her açanın onu farklı görmesi, neden öyle gördüğüdür önemli olan.
kitap 356 sayfa olsa da yazarın anlatımındaki zenginlik ve buendia ailesinin fertlerinin hayatlarındaki maceralar kitabı sayfa sayısına sığdırmaktan kurtarıyor.
ailedeki isim benzerliği karmaşasını yenmek için hazırlanan soyağacı kişileri karıştırmamak için büyük yol gösterici.
kitap hakkında ne denebilir ki başka. sadece okuyun ve yazarın hayal gücünün zenginliğine kendinizi kaptırın.
buyusel gerceklik ornegi kitap. "dunya oylesine cicegi burnundaydi ki bazi seylerin adi yoktu ve onlari parmakla gostermek gerekiyordu" gibi surreal bir cumleyle baslar, ayni surrealizm ile devam eder. bir de herkesin adi aureliano veya jose arcadio buendia'dir. okunmasi gereklidir, bu kitabi okuyup begenenlere laura esquivel'in com agua para chocolatasi ve isabel allende'nin house of the spiritsi da onerilir.
kitapta adı geçen macondo kasabası, gerçekte gabriel garcia marquez'in çocukluğunun geçtiği kasabadır. asıl adı aracataca olan kasabanın adı maconda olarak değiştirilmek istenmiş; fakat yeterli oy sağlanamadığı için gerçekleştirilememiştir.
küçükken bir masal dinlediğimizde nasıl onu gerçek sandıysak marquez'in bu kitabında da gözlerimiz kocaman açılarak göğe uçan kızları okuduk. büyücekler için bir masal, müthiş bir kurgu. kafa karıştıracak kadar çok ismin içinde yolumuzu rahatça bulduğumuz bir hikaye.
albay öleceğini sandığı hücrede en büyük aşkların ölüm döşeğinde küçücük bir an olarak kaldığından bahsetmiştir ki bu söz benim hayatımı değiştirmiştir.
yalnızlığın tüm yönleriyle insan hayatına hangi boyutlarda etki edebileceğini bir sülale içindeki karmaşık insan ilişkileri üzerinden anlatan gabriel garcia maquez romanı.
baştan sona süregelen olaylar sonunda güzel bir şekilde ve güzel bir mesajla bağlanmış. tavsiye olunur.
bu roman çok uzun süre elimde kaldı. ilk başlarda inanılmaz sıkıldım. yarısına kadar gelmem 1 ayımı aldı ki tam da emin değilim belki de bir ayı da geçmiştir. çünkü hiçbir şey olmuyordu. her şey durağan ve sıradandı. sonrasında okuduğum diğer marquez kitaplarını düşündüm. *** hepsinde aynı şey vardı. hepsini okurken aynı hatayı yapmıştım. alıştığım, popüler kültüre(asla eleştiri değil dan brown'u ya da grange'ı kim sevmez ki?) hizmet eden kitaplar gibi değildi marquez'in kitapları. finali için okunmamalıydı. aksine finalde sarsıcı, şaşırtıcı hiçbir şey olmazdı. güzellik kitabın sonunda değildi. güzellik; her cümleye özenle, parça parça serpiştirilmişti. büyülü gerçekçiliğin en büyük temsilcisi, her cümlede bir final yaratmıştı ve yüz yıllık yalnızlık bu büyülü cümlelerle yazılmış bir destandı. ben bunu kitabın yarısında fark edebildim. zaten sonrasında da kitabın kalan yarısını kısa bir sürede bitirdim.
sıradışı, yaratıcı betimlemeler; ustaca yapılmış tasvirler ve alışana kadar canınızı sıkan ama alıştıktan sonra da sizi edebiyat denizinin en güzel koylarından birinde yüzme fırsatı sunan büyülü gerçekçiliğin en güzel örneklerini sunmuş marquez bu kitapta.
bana bu kitabı okuduğum en iyi kitap diye tavsiye eden oda kitabevi'nin sahibi ibrahim abiye de ayrıca teşekkürler.
eşsiz marquez romanı. bitirdiğim anda başa dönüp bir kere daha okumak istedim. kadın erkek bütün adı geçenlere tek tek hayranlık duydum. ağladım, güldüm, kurulan cümlelerin bende yarattığı ve adını koyamadığım duyguyu çok sevdim. yazıldığı dilde okumak kim bilir neler hissettirirdi'yi merak ettim. okunmalı, belki de defalarca.