Gabriel Garcia Mârquez'in 1982 Nobel Ödüllü kitabıdır. Yazar kitap hakkında şunları söylemiştir:
"'Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumdan beri beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. 'Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım. ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş on altı yılımı aldı. büyükannem en acımasız şeyleri kılını bile kıpırdatmadan sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. 'Yüzyıllık yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. şaşırmadılar çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."
okuduğum bir çok romanda göndermeler yapılması ve de nobel ödüllü olması vesilesiyle alıp okumaya başladığım; 15-20 sayfa sonra romanlarda en nefret ettiğim şeyin karşıma çıkmasıyla bir kenara fırlattığım kitap: " isim karmaşası". geceleri yatmadan önce 1 saat okumaya fırsat buluyorum ve onu da kim kimin babasıydı, amcasıydı, oğluydu , bu adam ölmüş müydü, geçmiştemiyiz, gelecekte mi, rüyada mı vs. diye anlamaya kasmakla geçiyor zaman. bir büyük büyük baba varmış, oğluna kendi ismine benzer bir isim koymuş, o da oğluna kendi ismini, amca oğlu neredeyse aynı isim. erkek aynı isim, kız aynı isim. ne bu mına koyyim?
tabii bu kişisel bir bakış olduğu için romanı kötülemez ama bu kadar fazla karakterin dahil olduğu bir romanı takip etmek cidden zor iş.
yazarın bu kitap hakkındaki görüşleri kitaptan daha fazla ilgimi çekmiştir.bazı insanlarla tanıştım diyor yazdıklarıma şaşırmadılar bile çünkü onlara yaşadıklarından fazla birşey verememiştim.yazdıklarımda gerçekliğe dayanmayan tek bi satır bulamazsınız gibi birşeyler diyor ve kitabı okursanız eğer gerçek hayatta aklınıza bile gelmicek bi sürü olay...bu satırları bilinçsiz bi dönemine denk geldi herhalde diyor ve şiddetle tavsiye ediyorum..*
son doğan çocukla birlikte "asırlar boyunca tohumu aşkla atılan tek buendia" sözünün kullanılarak yüzyıllık yalnızlığın sebebinin açıkladığı ve nasılda ailenin kaderleri haline geldiğini anlatan, müthiş bir kurguya sahip insanı afallatan cümlelerle bezenmiş efsane yazar gabriel garcia marquez'in kitabı. yalnız bilinmesi gerek şudur ki nobel ödülünü marquez kazanmıştır, kitap değil ve kırmızı pazartesi romanından sonra kazanmıştır. *
Bir sülale boyunca yaşayan insanların ki; isimleri Arcadio ve Aureliano dan başka bişey değil ( yanılmıyorsam 4 kuşak ) yaşadıkları ve bir kentin varoluşu ve yok oluşu ile ilgili detayları anlatan Nobel ödüllü Marquez in kitabı.
Kitapta mutluluğu yakalamaya çalışan fakat birtürlü başaramayan insanların hikayeleri yeralmaktadır. ilk etapta isim karmaşasından dolayı insanları sıkabilme potansiyeline sahip bir kitaptır; lakin sonlara doğru emin olun elinizden bırakamayacaksınız.
Sonuç olarak ''Soyun atası ağaca bağlanır; sonuncusunu da karıncalar yer''
bir sülalenin kuşaklar içinde nasıl bireyselleştiğinin hikayesi.nesillerin birbirlerine "adlarımız aynı ama kaderimiz benzemesin" demesine rağmen nasıl da kaderlerinin benzeştiğini gösteren, isimlerin birbirine girdiği brezilya pembe dizisi tandansında kitap.santa sofia de la piedad,jose arcadio buendia,fernando torres mestre chiquitito gibi isimleri üşenmeden kısaltmadan tekrar tekrar kıtıpiyoz daktilosuyla tuşlayan g.g.m. abimizi canıyürekten kutluyorum,elini sıkmak istiyorum.kurgu konusunda başarılı bir örnek sayılabilir.
tüm tarihi eserlerin çektiği... onları inşaa edip kullananları özlüyordur o taş duvarlar. taşlaşmış kalplerin aksine. şimdilerde sadece mimarisine bakmaya gelenlere anlatmak için o içinde hayat bitirmiş insanları can atarlar. canlanıp taş gibi yaşayanlara inat. ağlayarak seyrederler gelenleri yediremezler gururlarına bir zamanlar ülke/dünya yönetilen odalarında şimdi tarihe meraklı bir kaç insan olmasını...
türkçe'si bile böyle etkileyiciyken ** özgün halini düşünemiyorum. Gerçekten bütün anlatım biçimleri işlenmiş, bütün kelimeler kullanılmış, yazdığı her sayfa, her kişilik bir romanda anlatılacak kadar dolu dolu ama bir o kadarda öz...
kişilerin işlenişi kişilerin yaşayışı kişilerin ölümü ve yerlerin tasviri, anlatımı o kadar güzel ki oradaki gerçekdışılık içinize öyle işliyor ki yaşadığınız dünyanın gerçek olmadığını düşünüyorsunuz...
ve diyeceğim birşey daha var
lütfen bu kitabın filmini yapmayın, bu kitabı sinemaya taşımayın, böyle birşeyi düşünmeyin...