charles bukowski'nin roman türünde yazdığı eserlerdir. kronolojik liste:
1.postane
2.factotum
3.kadınlar
4.ekmek arası (yayınlanan 37.kitabı, yayın tarihi:1982)
5.hollywood
6.pulp (otobiyografik öğelerin en az olduğu romanı)
(bkz: henry chinaski)
muhakkak bir tanesinin okunmalıdır. ikincisi okunmasa da olur keza bir amerikan berduşunun bize ilginç gelen, kendisinin rutini olmuş yaşam tarzının tekrarlanıp durmasıdır. viski, at yarışı, seks, yazmak eylemlerine bol bol değinen bir anı defteri gibidir romanları.
charles bukowski'nin şiirleri kadar rağbet görmese de oldukça iyi, kaliteli olan hikayaleri vardır bilindiği üzere içki düşkünü bir adamdı hikayelerinde de içkiği eksik etmedi hepsinde olmasa bile birçoğunda sözü fazla uzatmadan size bir örnek sunayım,
'sıradan delilik öyküleri' kitabından 'bir dolar yirmi sent' adlı hikayesi şu şekildedir,
Yaz sonunu seviyordu en çok, hayır sonbaharı, sonbaharı belki de, her neyse, kumsal serin
oluyordu ve gün batımından hemen sonra sahilde yürümek hoşuna gidiyordu, kimseler olmazdı, su kirli görünürdü, ölümcül görünürdü su ve martılar uyumak istemezlerdi, nefret ederlerdi uyumaktan, martılar üstüne doğru uçtular, gözlerini, ruhunu, ruhundan arta kalanı ister gibi uçtular üstüne doğru. Ruhundan arta fazla bir şey kalmamışsa ve bunun farkındaysan biraz ruhun vardır yine de. Kuma oturup suya bakardı, her şeye zor inanılırdı suya bakınca, Çin diye bir ülke olduğuna ya da ABD'ye ve Vietnam'a, bir zamanlar çocuk olduğuna, hayır, buna inanmak zor değildi, onu unutamazdı, bir de erkeklik çağını: çalıştığı işler ve kadınlar, sonra kadınsızlık, şimdi de işsizlik, altmışında bir berduş, bitmiş, bir hiç. Bir dolar yirmi sent nakit vardı cebinde, bir haftalık kirasını ödemişti bir de. Okyanus...
kadınları düşündü yine. Birkaçı iyi davranmıştı ona. Diğerleri kurnaz, gürültücü, biraz deli ve çok zor kadınlar olmuşlardı, odalar ve yataklar ve evler ve Noeller ve işler ve şarkılar ve hastaneler ve donukluk, donuk günler ve geceler ve anlam eksikliği ve fırsat eksikliği ve şimdi, altmış yılın karşılığı: bir dolar yirmi sent.
Sonra gülüşmeler duydu arkasında, battaniyeleri vardı, kutu biraları vardı, kahveleri ve sandviçleri vardı, güldüler, güldüler, iki delikanlı ile iki genç kız. ince, esnek vücutlar,
kaygısız, sonra içlerinden biri onu fark etti.
"hey, NEDiR O?"
"tanrım, bilmiyorum!"
"insan mı?"
"nefes alıyor mu? Düzer mi?"
"neyi düzer mi?"
Güldüler.
Şarap şişesini kaldırdı, biraz kalmıştı dibinde, içmenin tam sırasıydı.
"KIMILDADI! bak, KIMILDADI!"
ayağa kalktı, pantolonuna yapışmış kumlan silkeledi.
"kolları ve bacakları var! yüzü var!"
"YÜZÜ MÜ?"
güldüler yine. Anlayamıyordu. Böyle değildi gençler, genç insanlar kötü değildi, neydi
bunlar?
yanlarına gitti. "yaşlılıkta utanılacak bir şey yoktur."
gençlerden biri bira kutusunu fırlattı.
"harcanmış yıllarda vardır, babalık, sen harcanmışsın bana kalırsa."
"hâlâ iyi bir adamım ben evlat."
"kızlardan biri altına yatsa ne yapabilirsin, babalık?"
"böyle KONUSMA, Rod!" dedi uzun kızıl saçlı genç kız. Rüzgârda saçını düzeltiyordu, kendi
rüzgârda uçuşuyor gibiydi, ayak parmaklarını kuma gömmüştü.
"ne diyorsun, babalık? Ne yaparsın? kızlardan biri altına yatsa ne yaparsın? ha?"
yürümeye başladı, battaniyenin etrafından dolanıp kumda kaldırıma doğru yürüdü. "ne biçim konuştun zavallı adamla, Rod? Bazen NEFRET ediyorum senden!"
"BURAYA GEL, güzelim!" "HAYIR!"
Arkasına baktı, Rod'un kızı kovaladığını gördü, kız bir çığlık attı, sonra güldü. Rod kızı
yakaladı, kumda yuvarlandılar, gülerek boğuştular. Öbür çiftin ayağa kalkıp öpüştüğünü gördü. Kaldırıma ulaştı, banklardan birine oturup ayağındaki kumlan temizledi, on dakika sonra odasındaydı, ayakkabılarını çıkardı, yatağa uzandı, ışığı yakmadı.
kapı çalındı. "Bay Seed?"
"efendim?"
kapı açıldı, ev sahibesi Bayan Conners gelmişti, altmış beş yaşındaydı Bayan Conners,
karanlıkta yüzünü seçemiyordu. iyiydi yüzünü seçememesi.
"çorba pişirdim, çok güzel, size bir tas çorba getireyim mi?"
"hayır, istemiyorum."
"hadi Bay Seed. Nefis çorba, leziz! Bir tas getireyim!"
"peki."
Yataktan kalkıp iskemleye oturdu ve bekledi. Bayan Conners kapıyı açık bırakmıştı, ışık
süzülüyordu içeri, bir ışık demeti, bacaklarına ve kucağına dökülen bir ışık demeti. Bayan Conners çorbayı kucağına yerleştirdi, bir tas çorba, bir kaşık.
"çok beğeneceksiniz, Bay Seed, güzel çorba yaparım."
"teşekkür ederim," dedi.
Oturup çorbayı seyretti, çis şansıydı, tavuk suyu. Etsiz, çorbadaki yağ kabarcıklarına baktı
öylece, bir süre oturdu, sonra kalkıp kaşığı şifonyerin üstüne koydu, çorbayı pencereye götürdü, tel örgüyü sessizce açıp çorbayı toprağa döktü, buhar çıktı topraktan, tası şifonyerin üstüne koydu, kapıyı kapattı ve yatağa girdi, her zamankinden daha karanlıktı, severdi karanlığı, karanlık anlamlıydı. Kulak kabarttı, dalgaların sesini duydu, bir süre okyanusu dinledi, sonra iç geçirdi, derin bir iç
geçirdi ve
öldü.
-şimdi de otur stirkoff.
-sağolun, efendim.
-ayaklarını uzatabilirsin.
-çok lütufkarsınız, efendim.
-stirkoff, anladığım kadarı ile adalet ve eşitlik gibi konuları irdeleyen yazılar yazıyorsun; coşku ve -kurtuluş hakkı üzerine de. doğru mu bu, stirkoff?
-evet, efendim.
-dünyada geniş anlamda adalet sağlanabilir mi sence?
-hiç sanmam, efendim.
-öyleyse bu boktan yazıları neden yazıyorsun? kendini kötü mü hissediyorsun?
-son zamanlarda pek iyi değilim, efendim. delirdiğimi düşünüyorum.
-fazlaca mı içiyorsun, stirkoff?
-elbette, efendim.
-çükünle oynar mısın?
-sürekli, efendim.
-nasıl?
-anlayamadım, efendim?
-yani nasıl bir yöntem uygularsın?
-dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum. müzik olarak da vaughn williams ya da darius milhaud yeğlerim.
-cam mı?
-hayır am.
-yahu vazoyu soruyorum, cam mı?
-değil, efendim.
-hiç evlendin mi?
-birkaç kez.
-evliliklerinde ters giden neydi, stirkoff?
-her şey, efendim.
-hayatının en iyi sevişmesini anlat.
-dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı
-tamam, tamam!
-öyledir, efendim.
-daha iyi ve adil bir düzen özleminin aslında çürümeden ve başarısızlık duygusundan kaynaklandığının farkında mısın?
-evet, efendim.
-baban kötü bir insan mıydı?
-bilmiyorum, efendim.
-ne demek bilmiyorum?
-yani kıyaslamak güç, efendim. sadece bir babam oldu.
-benimle kafa mı buluyorsun, stirkoff.
-hayır, efendim: dediğiniz gibi, adalet yoktur.
-baban seni döver miydi?
-sıra ile döverlerdi, efendim.
-hani bir baban vardı?
-herkesin bir babası vardır, efendim. ben annemi kastetmiştim. o da kendi payına döverdi.
-seni sever miydi?
-kendinin bir uzantısı olarak, evet.
-sevgi başka nedir ki?
-iyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir.
-tereyağlı kızarmış ekmeğe aşık olabileceğini mi söylüyorsun, stirkoff?
-her zaman değil, efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken belki. aşk habersiz gelir gider.
-bir insanı sevmek mümkün mü sence?
-iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim.
-sen bir korkaksın, stirkoff.
-kesinlikle, efendim.
-nedir senin korkak tanımın?
-bir aslanla silahsız dövüşmeden önce tereddüt eden kimse.
-peki cesur kime denir?
-aslanın ne olduğunu bilmeyene.
-herkes bilir aslanın ne olduğunu.
-herkes aslanın ne olduğunu bildiğini sanır, efendim.
-budala tanımın nedir?
-zaman ve kan ziyan edildiğinin farkında olmayan kimse.
-bilge diye kime denir o zaman?
-bilge insan yoktur, efendim.
-öyleyse budala da yoktur. gece olmazsa gündüz olmaz. siyah olmazsa beyaz olmaz.
-özür dilerim, efendim. ben her şeyin neyse o olduğu kanısındayım. başka şeylere bağımlı olmaksızın.
-o dar ağızlı vazolara fazla girip çıkmışsın sen, stirkoff. her şeyin zaten olması gerektiği gibi olduğunu anlamıyor musun? yanlış diye bir şey yoktur.
-anlıyorum, efendim. olan olmuştur.
-kelleni vurdursam ne dersin?
-bir şey diyemem, efendim.
-demek istediğim şu: kelleni vurdursam ben irade sense hiç olursun.
-başka bir şey olurdum, efendim.
-benim seçimim doğrultusunda.
-ikimizin de, efendim.
-rahat et! rahat et! uzat ayaklarını.
-çok lütufkarsınız, efendim.
-hayır, ikimiz de lütufkarız.
-elbette, efendim.
-demek delirdiğini hissediyorsun, stirkoff? peki delirdiğini hissettiğin zaman ne yaparsın?
-şiir yazarım.
-şiir delilik midir?
-şiir olmayan her şey deliliktir.
-yani.
-çirkinlik deliliktir.
-çirkin nedir?
-kişiye göre değişir.
-delilik gerekli midir?
-vardır.
-gerekli midir?
-bilmiyorum, efendim.
-çok şey biliyormuş havalarındasın, stirkoff. bilgi nedir?
-mümkün olduğunca az şey bilmektir
-ne demek o?
-bilmiyorum, efendim?
-bir köprü inşa edebilir misin?
-hayır.
-silah üretebilir misin?
-hayır.
-ikisi de bilgi ürünüdür.
-köprü köprüdür. silah da silah.
-kelleni vurduracağım, stirkoff.
-sağolun, efendim.
-niye?
-beni motive ettiğiniz için. motivasyon sıkıntısı çekiyorum, efendim.
-ben adalet'im.
-belki.
-ben üstün'üm. işkenceye yatıracağım seni. çığlıklar atacaksın. ölümünü dileneceksin.
-şüphesiz efendim.
-ben senin efendinim, anlamıyor musun?
-beni yönetebilirsiniz. ama yapacağınız şeyler yapılabilir şeyler olmaktan öteye gitmeyecektir.
-zekice konuşuyorsun ama işkence altında bu kadar zeki olamayacaksın.
-sanmıyorum, efendim.
-bana bak. darius milhaud, vaughn williams dinlemek de ne oluyor? beatles'ı duymadın mı?
-onları herkes bilir, efendim.
-onları sevmez misin?
-onlardan nefret etmem.
-nefret ettiğin bir şarkıcı var mı?
-şarkıcılardan nefret edilmez.
-şarkı söylemeye çalışan birinden?
-frank sinatra.
-neden?
-hasta bir toplumun hastalığının depreşmesine neden olduğu için.
-gazete okur musun?
-sadece bir gazete.
-hangisi?
-açık kent.
-gardiyan! bu adamı işkence odasına götürün. hemen işkenceye başlayın!
-efendim, son bir istekte bulunabilir miyim?
-evet.
-vazomu yanıma alabilir miyim?
-hayır, bana lazım.
-efendim?
-el koyuyorum. zapta geçsin. gardiyan bu sersemi derhal götür! ve bana biraz şey getir
-ne, efendim?
-altı yumurta ile yarım kilo kıyma.
gardiyan mahkümu dışarı çıkarır. kral öne eğilip düğmeye basar. vaughn williams çalmaya başlar teypte. pireli bir köpek güneşin altında titreşen harikulade bir limon ağacına işerken dünya dönmeye devam eder.