cenaze, bir insanın donduğu, bir çoğunun da üşüdüğü soğuk bir yolculuktur..
ayrıca; dandadadan'ın en güzel parçasıdır..
"bugün senin cenazen, kalktı benim içimden.."
sozluk anlami ile ölüm törenidir. ama kazin ayagi öyle degildir esasta. kocaman gunes gozlukleri ile siyah fiyakali kiyafetleri ile arzi eden merhumun tanislari, merhumun hayatini karatmak icin elinden geleni yapmislardir. sahte gozyaslari ve ahhh ne iyiydi marsi ile gozyasi ve pismanliklarini (!) dile getirirler. iclerinde belki samimi pismanlik duyanlar vardir belki ama azinliktadir. bu azinlikta zaten bir elin parmaklarini gecmez zati. cunku onlarda bu hokkabazlıga fazla dayanamazlar yahut gelmeyi kalmissa kendilerine saygisi gelemezler cenazeye. artik imam mi papaz mi haham ın kayigi ile yola cıkmadan once ebedi istigarata mefta ikinci konu olur. yerine mal mulk para ve diplomasi hesaplari yerini ikame eder. bosuna dememisler aglarsa anam aglar gerisi yalan aglar diye.
bugün senin cenazen
kalktı benim içimden
aklımdan geçti bütün
yaşayanlar ve ölenler
o kocaman boşlukta uyur gibi koynumda
anlatırken rüyalar
seni bana
sonu sana.
- pek iyi değilim aslında be abi...
+ hayrola?..
- eniştemi kaybettik...
+ yapma yav!! ne zaman?!.
- dün sabah...
- hastaydı zaten...
+ haaa...
+ neyse başınız sağolsun sonuçta, çok üzüldüm...
- sağol abi...
+ hay allah... koca adam öldü gitti demek... çok mu öldü?..
- nası?..
+ çok mu hastaydı?..
- evet... doktorlar iki ay ömür biçtiler ama biz evde çok iyi baktık... üç yıl yaşadı...
+ sonuçta öldü ama di mi?..
- yani evet, tabi...
+ neticeye bakacaksın.
+ kesin öldü mü peki?..
- nasıl kesin?
+ kesin ölüş mü yaptı diyorum... iyice öldü mü?..
- tabi abi ne biçim söz o öyle?
+ çok üzülme be ali... tekrar tekrar başınız sağolsun...
- sağol abi...
+ flüt falan okutacak mısınız?..
- flüt mü?..
+ mortu çıkınca flüt okunuyo ya...
- kırkı çıkına mevlüt okunuyo ama senin dediğini bilemedim...
+ ben de bilemedim nuri... başınız sağolsun...
- sağol abi... adım ali yalnız...
+ yazık ablan çok üzülmüştür...
- üzülmez mi abi, hepimiz çok üzüldük...
+ ablan?..
- ablam da...
+ genç yaşta dul kaldı kızcağız... yazık... çok yazık... onca meme nolcak şimdi?...
- ney?..
+ baksana ne zaman kalkacak cenaze?..
- yarın...
+ ne kadar kalkacak?.. ne kadar kalacak havada?..
- ne bileyim abi, mezarlığa kadar işte..
+ desene uçacak!!!
- abi sen dalga mı geçiyosun?!!
+ yok be ali... kusura bakma çok içim acıdı... çok severdim emişteni...
- emişte mi?!
+ asıl ablana acıdım... dul kaldı yazık... yığınla da meme... dul kalmak çok kötü... oysa dul kaldırmak çok iyi... yatakta dul varsa iyidir... dul yoksa annem ateş edecek...
- yeter sıçacam ha!!!
+ kızma lan kızma... neşelendirmeye çalışıyorum seni... kekeme dullar hangi semtte oturur?..
- ne bileyim ben!..
+ dudullu... hehehe...
- tsihehehe... allaam ya...
+ seni yeniden gülerken görmek çok güzel... en son geçen hafta gülmüştün, o da yüksek sesli çok yavşak bi gülmeydi...
+ herneyse ali... enişten sağlam adamdı... taşı sıksa suyunu içerdi...
- evet...
+ bir kere... sadece tek bir kere yalasam bile yeter ablanı...
- ya allah...
siyahtır.. kişinin kendisininkine katılması mümkün değildir.. zira o katılmak değil, orada olmaktır.. maalesef.. yine de keşke görebilsek bir şekilde kendimizinkini de.. bir şekilde..
sisli, korku filmlerini aratmayacak bir yolculuk yapıyorum.
gece 2, 3.
uyuyamıyorum, rahat da değilim, bu kez içimde kavuşacak olmanın sevinci falan da yok. camdan dışarı bakıyorum sadece. hiçbir şey görünmüyor. birkaç milyon saat sonra, sonunda evimdeyim.
"öldü."
pardon, afedersiniz ama "hoşgeldin"lere noldu?
öylece bakıyorum. peki. kurtulmuş sonunda.
bu kadar kolay değil işte. daha 15 saat önce biletimi aldığımda, sevinçle "yarın seni görmeye geleceğim" deyişim... kelimeler, ses yığını beynimde, kulaklarımda, masanın üstünde.
gözlerimi kapatıyorum.
birkaç saat, sadece birkaç saat.
treni, uçağı, otobüsü ya da randevunuzu kaçırmaya benzemiyor ki hayatı kaçırmak.
gidiyoruz. ev kalabalık. yüzünü gösteriyorlar. tükenmenin başka türlüsü olamaz diye geçiyor aklımdan. sararmış yüzüne dokunuyorum, buz gibi. karşımda ağlayan kadına bakıyorum. kaç yıl var acaba cesedinin başında onun gibi beklememe? belki o zaman ağlarım kim bilir...
30 saati bulmuştur uykusuzluğum. sadece duruyorum, bakıyorum. benden yarım yüzyıl fazla nefes almış kadınlar ellerime sarılıp, saçımı okşuyorlar; neymiş? başım sağolacakmış. sadece başın sağolması tüm bedeni kurtarır mı ki? merak ediyorum.
ağlıyorlar, şu çıkarcı pislikler köpek gibi ulurken suratlarını dağıtmak istiyorum. karanlık odada üç gün bekletilmiş jackie chan'i üstünüze salsam pek bir makbule geçerdi mesela. 1,5 yıl önce yine bu evde yaşadığım o tiksinme dolu çığlık atma isteğiyle savaşıyorum. sevinç gözyaşlarınızı nasıl da üzüntüyle etiketleyip şov yapıyorsunuz et torbaları! üstünüze kussam, kahvaltım ziyan olur biliyorum.
"ölü" yıkamaya gidiyoruz. yaşım küçük. aralarındaki en küçük ama en sessiz boy. vücudundaki yaralar önümüze serildiğinde, biri dayanamayıp dışarı çıkıyor. bir insan vücudu nasıl bu hale gelebilir? zamanında şehvet merkezi sayılan bu beden... o da nesi? suratını sabunlu bir bezle ovalıyorlar. ağzına, burnuna kaçar; nefes alamaz diye itiraz edesim geliyor; sesimi kesiyorum. yıkanırken nasıl savrulduğuna bakıyorum, kendimi bildim bileli sinirime dokunan kuru inadından beklenmeyecek denli feci bir boyun eğiş...
sağ bacağının arkasındaki o kocaman taşlaşmış yarayı görüyorum. her yer sallanıyor, hafiften deprem oldu sanki; bak hala devam ediyor.
"ah be çocum sağ bacağım ağrıyor biraz, yoksa çok iyiyim."
şimdi düşeceğim sanırım, başım şu mermere çarpacak ve hiç de sağolmayacak.
karşımdaki deri kaplı iskelete bakıyorum, hiçbir korku filmi bu kadar gerçek olamaz diyor bir ses. ben zaten hiçbirinden korkmuyorum ki. elimde hortum, suyla yıkıyorum onu. kan toplayıp, sarı yüzüyle tezat oluşturan kulağına bakarken fısıldıyorum:
"insan, aslında her zaman kendine üzülür."
deterjan reklamından fırlamış gibi görünen bembeyaz çarşaflar kesiliyor. kundaklanan bir bebekten farkı yok. sadece yüzünü görüyoruz artık, bir film şeridi gibi akıyor hayatı aramızdan. sonra o da kapanıyor. bağlıyorlar; küçükken bakkaldan aldığım, ambalajına bayıldığım şekere benziyor bu haliyle.
ölümün teğet geçtiği hayatlarda sıklıkla görülen hayata bağlanma, kişisel gelişimine odaklanma, mutlu olma üzerine aforizmalar savurma gibi durumlardan nasibimi almıyorum. sağolma temennileriyle şımartılmış başımın içinde sorular, tümceler ve yarım kalmış kelime parçacıklarından oluşan paragraflar köşe kapmaca oynamaya devam ediyorlar; köşelerin çoktan tutulduğunu bilmeden.
Zor bi seremoni, ne kadar uzak akraba da olsa, ne kadar tanımıyor olsan da geri de kalanların acısını görmek çok zor. Keşke gerçekten acılar paylaşılabiliyor olsaydı ve keşke bi nebze olsun sırtlanabilseydik geride kalanların acılarını.
çocukluk arkadaşımın annesi öldü. annem gibiydi benim. çocukluğumda, genç kızlığımdaydı.
arkadaşımla * bir senedir konuşmuyorduk. onu da görmüyordum. bir kaç telefon konuşması o kadar.
dün akşam da bir telefon geldi. öyle bir çıktım ki evden. gözüm hiçbir şey görmedi.
araba çarptı dediler. meğer öyle değilmiş. adamın biri silah zoruyla evine girip başına sıktığı iki kurşunla öldürmüş onu.
meğer epeydir rahatsız ediyormuş adam onu. savcılığa 3 tane dilekçe vermiş.
ama sonuçsuz.
o adam da
benim çocukluğumu, bizim çocukluğumuzu iki tane kurşunla...
gece anlamsız geçti.
ertesi gün gasilhaneye götürdük arkadaşımla kardeşini. görememişler çünkü.
sadece onlar girdi önce. öyle kötü oldu ki beni çağırdı. girdim yanına.
ilk cenazem. yaşadığım ilk ölüm.
o dağ gibi kadın küçücük kalmış sanki.
"anne özür dilerim." diye bağıran çığlıklar. "anne, anne, anne!"
ölüler sararır derlerdi, onunsa gözleri mosmor.
zar zor çıkardık kızları.
sonrası mezarlık.
bir sürü gözyaşı.
deli gibi yağan kar.
annelerinin üstüne atılan toprağa her kürekte isyan eden bir gecede büyümek zorunda kalmış küçücük çocuklar.
fani olan her canlı gibi insanında ruhunu teslim edip hakka yürümesinden sonra kalan bedeni ceset olur. yada cenaze denir buna. cenaze, ölmüş kimsenin (kadın yada erkek) öldüğü dakikadan itibaren toprağa verileceği süreye kadar yıkanması, kefenlenmesi ve dini kurallar çerçevesinde toprağa verilmesine kadar olan zaman içinde ölmüş olan kimse için kullanılan bir sıfattır genelde. hangi dinden olursa olsun ölmüş kimse artık bir cenaze olmuştur.
cenaze levazımatçıları bu iş için gerekli olan tüm şeyleri satan iş yerleridir. gasilhaneler ise cenazenin yıkanıp teslim edildiği yerlerdir.