ne kadar zormuş senden ayrı kalmak, bugün bir kez daha öğrendim. hem de daha fazla yüreğim burkularak, ve canım yanarak. ne çok isterdim şu an, ömrünün ve benim ömrümün başladığı günü senin kollarında, o koskoca cenneti taşıyan gözlerine bakarak kutlamayı. ama minçik kaldı, nasıl olsa o da olacak, hem de defalarca diye düşünerek fazla üzülmemeye çalışıyorum.
daha dün gibi aklımda seninle kurduğumuz ilk diyalog. bir beşiktaş muhabbetiyle başlayan, zaman zaman geyiğin dibine vurduğumuz o muhabbetler... birbirimize bir görünüp bir kaybolmamız... birbirimizi fark etmeden başka başka insanlara aşık olduğumuzu sanmamız... acı çekmemiz, yorulmamız, gözyaşlarımız, nefretimiz, sevgilerimiz... hepsi ama hepsi, biriktirdiğimiz onca anı bir gecede, en dürüst, en yalansız, en güzel ve en özel şekilde birbirimizi bulmamızı sağladı. yaşanan bütün pişmanlıklar ve güzellikler, mutsuzluklar ve nefretler, çelişkiler ve kararlar; hepsi ama hepsi bizim içinmiş meğersem.
ilk buluştuğumuz günü saniyesi saniyesine hatırlıyorum. o otobüse binerkenki heyecanımı, normalden bin kat daha uzun gelen yolu da hatırlıyorum. sonra servise binerkenki kalp atışlarım; biliyor musun, o kalp hala seni düşündüğünde, seni hayal ettiğinde o anki kadar hızlı, o anki kadar heyecanlı. sonra gözlerimizin ilk buluşması, kokunu ilk duyduğum an, hepsi yüreğimde, aklımda, hayalimde, gerçeğimde.
ben hayatımda mutluluk adına, huzur adına, aşk adına, umut adına ne varsa kollarında yaşadım. seninle olduğum anların her birinde zaman dursun diye o kadar çok yalvardım ki tanrıya... kavuştuğumuz an zaman dursa... kimse nerede olduğumuzu bilmese... sormasa keşke.
şimdi ise, evet tam şu an yanıbaşında olmayı o kadar çok isterdim ki. benim için, senin için en özel, en kutsal gün bugün. senin doğmanla şekillenmiş aslında hayatım. senin doğmanla başlamış benim de kaderim yazılmaya. o yüzden ruhumda kocaman bir festival var sanki. ve bir o kadar da burukluk, yanında olamadım diye.
sen... sen iyi ki varsın. sen iyi ki hayatımdasın. sen iyi ki kalbimdesin. seni aklımdan bir an olsun çıkarmıyorum. asla da çıkarmam. öyle bi işledin ki yüreğime, kimse söküp atamaz seni benden. sen iyi ki benimsin. ben iyi ki seninim. iyi ki biz olduk. bu konudaki minnettarlığımı anlatacak hiçbir dil yoktur dünyada, eminim bundan.
sen olmasaydın şu an yaşadığım mutluluğu, aylardır yaşadığım huzuru, hasreti, bekleyişi, vuslatı yaşayamazdım. sen olmasaydın, ben de ben olamazdım sanırım. hı hı evet.
yaşadığım süre boyunca, ve ondan sonra da seni mutlu etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. söz veriyorum.
belki cebimde beş kuruş yok şu an. belki değerini ölçebilecek bir doğum günü hediyesi olsa -ki aslında öyle bir şey olamaz da hadi oldu diyelim- yine de alamayacağım.
ama sana ömrümü veriyorum. sonsuz sevgimi, sadakatimi ve aşkımı veriyorum. sana dünümü, bugünümü, yarınımı veriyorum. sana hayallerimi, umutlarımı, beklentilerimi, korkularımı veriyorum doğum günü hediyesi olarak. kabul edersen, dünyanın en mutlu insanı ben olacağım sevgilim.
iyi ki doğdun birtanem. doğum günün kutlu olsun.
aaa bak fonda ne çalıyor:
i love you vu vu vu vu
cause you tell me things i want to know
and it's true vu vu vu vu
that it really only goes to show
that i know that i, i, i, i,
should never never never be blue *
nasıl anlatsam, nerden başlasam bilemiyorum. ben söylemesem de er ya da geç fark edeceksin bu yazıyı. içeriğinden belki üzüldüğümü düşüneceksin ama üzülme meleğim. ben hiç üzülmüyorum çünkü.
daha düne kadar ellerim ellerinin arasındaydı. o eşi bulunmaz güzellikteki gözlerine bakıyordum. en güzel kokulardan kat be kat daha güzel olan, o vazgeçemediğim, asla vazgeçmeyeceğim teninin kokusunu sana ait bi tişörtten, yanındayken giydiğim bi kazaktan değil de senin teninden duyuyordum. sana dokunabiliyordum. seni görebiliyordum.
şimdi ise yanımda değilsin. aslında yanımdasın da değilsin. kalbin kalbimin üstünde atıyor, bunu hissedebiliyorum. ama işte. gözlerini görmeden, ellerini tutmadan, seni koklamadan, sana dokunmadan geçen her an biraz daha öldürüyor, biraz daha güçlü kılıyor beni. nasıl bir tezat bu anlatamam sana. seni görmek isteyip de görememek, bu isteği telefonun ekranında, bilgisayar monitöründe ya da cüzdandaki bir fotoğrafta gidermeye çalışmak çok zor. sen de aynı durumdasın biliyorum. ama bu uzaklar bir yandan da daha çok inanmamı sağlıyor ikimize. bitmez, bitmeyecek bir sevgiyle, her gün artan, çoğalan bir sevgiyle seviyoruz biz birbirimizi.
neden bilmem, bu sefer buraya yazmak geldi içimden. hemen hemen her akşam sana yazdığım mektuplara değil de kucağıma düşüyor gözyaşlarım şimdi. ama mutsuzluktan değil. geleceğime senin sayende umutla bakıyorum. asla kaybetmek istemediğim sevgin var yüreğimin en derininde, kıyısında, köşesinde, etrafında, bütün hücrelerimde.
bilsen şu sözlüğün içine girip şu an olduğun yerde bir bilgisayardan çıkmayı, ya da elimdeki telefonu kullanıp yanına ışınlanabilmeyi ne kadar çok isterdim. her dakika gelişen teknolojinin 700 kilometreyi aşabilmek konusunda ne kadar çaresiz kaldığını görmek çok kızdırıyor beni.
neyse... biraz daha kalırsam daha fena olucam galiba. iyisi mi bilgisayarı kapatıp tişörtüne sarılayım ben.
senin dediğin, benim de her şeyimle inandığım gibi meleğim:
uzak diyarlarda yollarını gözlediğim, kokusuna hasret kaldığım, canımın canı. sevmek ne demekmiş bana öğreten, sevilmek eylemini en güzel şekilde yaşatan melek.