Bugünkü yazısında Ali Bulaç tarafından "resmen" açıklanmış itiraftır. Sahi islam neydi? Zulme karşı çıkan gür bir seda? yoksa ali beyin tabiriyle "uzlaşma" mı?
(bkz: http://www.zaman.com.tr/g...a-boyle-oldu_2190844.html)
--spoiler--
ugünlere nasıl geldiğimizi anlamamız gerekir. Hatırlayalım: AK Parti kurulduğunda içeride merkez sağ ve merkez sol partiler çökmüştü; ABD, Afganistan ve Irak üzerinden bölgeye yerleşmeyi planlıyordu.
Paylaş
Tweetle
Paylaş
Gönder
Yazdır
A A
AK Partililer kuruluş doktrinlerini uzlaşma kavramı üzerine kurdular. Gerekçeleri şuydu: Yaşadığımız 28 Şubat tecrübesi bize gösterdi ki Erbakanın kafasıyla iktidar olunmaz, olunsa da iktidarda kalınmaz. iktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu uzlaşmadan geçer. Bundan böyle a) Küresel güçlerle (ABD, AB ve israil), b) içeride askerî ve sivil bürokrasiyle c) Büyük sermaye ile uzlaşılacaktı. Buna karar verilince medyada 28 Şubatta Erbakanı savunanlar onu ilk terk edenler arasında yer aldı.
Bu doktrin seslendirildiğinde bu köşede ve çeşitli platformlarda doktrinin yanlış olduğunu, uzlaşılacak güçlerin Türkiyede ve bölgede sorunun sebebi olduklarını, uzlaşılsa bile bir süre sonra AK Partiyi tasfiye etmek isteyeceklerini anlatmaya çalıştım. Beni kimse dinlemedi, Erbakan gibi eski kafalısın dediler, böylelikle çok sayıda arkadaşım yola çıkmış oldu.
Doktrin cazipti, iktidar vaat ediyordu. Parti kuruldu, yola çıkıldı, Kemal Dervişin ekonomi, ABnin reform yol haritasına bağlılık beyan edildi. Daha milletvekili bile değilken Avrupa ülkeleri Sayın Erdoğanla görüşmek üzere sıraya girdiler, Oğul Bush, Beyaz Sarayda iki saat görüştü, Amerika daha önce Clintonın sarahaten belirttiği üzere Türkiye, 21. asrın kaderini belirleyecekti.
Mesele şuydu: Amerika ve Batı, bundan sonra büyük kavga ve belki savaşların yaşanacağı Pasifike gidiyordu. Ortadoğu sisteme entegre edilmeyen boşluktu, bölgeyi kendi haline bırakamazdı. ABDnin iki doktrini vardı: Muhafazakârların askerî güç kullanarak düzen kurmak, Demokratların yumuşak güçle (kadın hareketi, STKlar, demokrasi, liberal felsefe, eğitim, TV dizileri vs.) bölgeyi dönüştürmek. AK Partili Türkiye her ikisine de talipti. Bölge rejimleri (otokrat yönetimler, askerî diktatörlükler) çoktan son kullanma tarihi geçmiş ilaç gibiydi, bundan sonra bünyeyi sadece zehirliyorlardı.
Küresel güçlerin -içlerinde Likutçu olmayan Yahudi lobilerinin- üç talebi vardı: 1) israil, sınırları belirlenmiş bir bölge devleti olsun, ehlileşsin, 2) Enerji kaynakları ve enerji nakil hatları güvende olsun, 3) Radikal islamcı gruplar iktidar olmasın.
Bölgeyi bu üç parametreye göre ancak Türkiye, iran ve Mısır düzene sokardı. ihale Türkiyeye verildi ama iranla rekabet istenmedi. Çünkü Türkiye bölgeye girerken iranla çatışırsa bundan iran güçlenerek çıkacaktı. iran, imam Humeyniden beri ortak düşman Bizansı (yani ABD ve israili) hedef almıştı, bu da onu güçlendiriyordu. Türkiye zamanla iranı yanına alacak, Suriyeyi çözüp Batıya yaklaştıracak sonra Mısırla da bölgeyi yeni rayına oturtacaktı.
Başrol Türkiyeye verildiğinden kapsamlı restorasyonla işe başlandı: a) Küresel sermayenin yönü Türkiyeye çevrildi, sel gibi para akmaya başladı, b) Türkiye, uluslararası düzeyde inanılmaz diplomatik ve siyasî desteğe sahip kılındı, c) Avrupalılara Türkiyeyi AB üyelik sürecine daha aktif dahil etmeleri için baskı yapıldı, d) içeride periyodik darbeler yapan cuntaların tasfiye edilmesine yardım edildi, askerî vesayet rejimi durduruldu, yok edilmedi. e) Yakın bölge ülkeleriyle, özellikle Suud ve Körfez ülkeleriyle ciddi parasal ve siyasî ilişkiler kuruldu, sıfır ihtilaf politikasıyla neredeyse ortak bakanlar kurulu oluşturuldu. f) Afrikaya koridor açıldı.
2011e gelindiğinde her şey tersine döndü. Türkiye dış politikası, Ortadoğudaki patlamaları doğru okuyamadı. Dış destekle sağlanan başarı, yanıltıcı bir özgüven ve bağımsızlık duygularını harekete geçirdi. Türkiye Yeni Osmanlıcılık projesiyle a) Geçmişte olduğu gibi Arap Ortadoğusu üzerinde hakimiyet kurma, b) Osmanlı-Safevi mirasına dönüp iranla rekabet etme, c) Kürtleri bölgede kendi kâhyası gibi kullanma niyetini izhar edince küresel yapımcılar harekete geçti. Onlara göre Türkiye ile anlaşmaları böyle değildi.
Doktrin yanlıştı, islamî değildi, riskliydi. Doğrusu ne olmalıydı? Cumartesi gününe kaldı.