ortaya çıkışı amerikada, zenciler arasında olmuştur. louis armstrong gibi bir efsane ile tüm dünyaya yayılmıştır. bir kitlenin kendini tek ifade aracı olduğu zamanlar üstlendiği görev bambaşkadır.
bugün, modern pop kültürü ile hırpalanıyor olsa da, amerikan kültürünün vazgeçilmez sembollerinden biridir.
afrikalı kölelerle amerika'ya taşınan afrika müziğinin temellerini oluşturduğu türdür. louis armstrong akıllara gelir hemen. basit bir müzik değildir. birinin sevdirmesi gerekir. insanın çevresinde caz dinleyen biri yoksa kolay kolay bu türü sevemez.
Ruhun, büyülü melodileri kendine sakladığı bir tür. Caz dinlemek çoğumuza elzem gelir. Bunu yaşamak, tatmak başkadır. Hemen herkes hayatının mutlak bir yerinde klasik müzik dinlemiştir. Caz müziğin bi yerde temelini oluşturan o tılsımları.
işte hayatın bize sunduğu bu güzellik, asla geri çevrilmeyecek bir ahenktir.
Misal olarak, eylül ayının bu yağmurlu ve kara gününde, caz ile başlayan serüven eminim müthiş deneyim kazandıracaktır.
Kulağınıza takılan ağır aksak bir piyano, sonrasında gelen zil sevişmeleri ve kontrbas'ın tamamladığı o melodi. Bunun sıralamasına herşey eklenir.
Gitar, bendir, ud, org, saksafon, klarnet, trompet, alto saksafon, perdesiz gitar, mandolin.
Bunlar bir bütünlük içinde keyfe ortak, hüzne çare olur.
insanların önyargıyla yaklaştığı bir müzik türüdür. klasik müzik için de aynısı geçerli. entelektüel çevrenin bazı şeyleri mülküne almasından da kaynaklanıyor, bazı çevrenin entelektüel olmanın doğal olandan, halk diye tabir edilenden uzak olduğunu düşünmesinden de kaynaklanıyor. birçok enstruman kullanılıyor, kulağınız birden çok farklı sesi alıyor, dolayısıyla duyularınız herhangi bir müzik türüne oranla daha fazla gelişiyor. şöyle de bakmak lazım, gökyüzü karanlık ve sisliyken bir anda ifade edemediğimiz içsel sıkıntıyla doluyoruz. gök, mavi ve parlak iken kendimizi daha mutlu ve bir şeyler yapmaya istekli hissediyoruz. bu iki görüntü de duygularımız için gerekli. kimse kimseye arabesk dinleme demez, diyemez. ama bilinmelidir ki caz da en az arabesk kadar bizden, o denli samimi.
istasyon kapısının açıldığı yarı açık avluda, 4 ihtiyar kendinden geçmiş halde caz yapıyordu. o kadar doğal ve o kadar tutkulu çalıyorlardı ki, kendilerini dinleyen tek bir kişi bile olmadığının farkında bile değillerdi. yıllar sonra düşünüyorum da belki farkındaydılar da umurlarında değildi. belki de, lakaytlığıyla ünlü fransız romancı françoise saganın, caz, aşırı yoğunlaşmış lakaytlıktır dediği haldeydiler o sabah bunu bilecek durumda değildim. tek bildiğim, hayatımda ilk kez canlı bir caz icrası dinlemekte olduğumdu. herkesin dinlediği birkaç popüler caz şarkısı, filmlerden kulağımda kalan tınılar dışında hiçbir fikrim yoktu. sorulsa, bilmiyorum demek yerine caz çok sıkıcı deyip kestirip atacak kadar önyargılı olmama yetecek bir cehaletim vardı
her ne kadar amaçlardan yoksun, hayallerden kırık bir kalp olsa da insanda, bir şarkı, melodi, onun yarattığı güven ve özveriyle kendinize bağlılığınız artar.
sabahlara o müziğin keyfiyle başlayıp, gün içinde kendinizi farklı mecralarda bulup, günün sonunda caz müziğin dünyasında bulmuşsunuzdur.
kimileri aman ne anlıyorsun bundan? sanki her gün bu müzikle yatıp kalkıyorsun! gibi söylemler etse de, huzurun kaynağı eğer bir piyano tuşesi veya, gitarın perdelerinden yayılan bir tını veya trompetin duygulu üflenmesiyse başlar ve başka söze gerek kalmaz zaten.
bill evanscığımızın bununla ilgili harikulade bir sözü vardır ki o da şöyle:"insanların cazı entellektüel bir teori olarak görmeleri kafamı bozuyor. bu hissiyattır." canım benim.
her ne kadar amaçlardan yoksun, hayallerden kırık bir kalp olsa da insanda, bir şarkı, melodi, onun yarattığı güven ve özveriyle kendinize bağlılığınız artar.
sabahlara o müziğin keyfiyle başlayıp, gün içinde kendinizi farklı mecralarda bulup, günün sonunda caz müziğin dünyasında bulmuşsunuzdur.
kimileri aman ne anlıyorsun bundan? sanki her gün bu müzikle yatıp kalkıyorsun! gibi söylemler etse de, huzurun kaynağı eğer bir piyano tuşesi veya, gitarın perdelerinden yayılan bir tını veya trompetin duygulu üflenmesiyse başka söze gerek kalmaz zaten.
ikilemlerimin son bulduğu, yaşam mecrasındaki en büyük maceramdır. bu müziğe tutku ile bakmak, dinlemek gerekir. kimilerine göre entellektüel bir kesimin icrası gibi görünsede, içinde barındırdığı cevherler, bilgiler duyuldukça ve anladıkça ortaya çıkar. yaşadığımız bu evrende, bir çok tarz ortaya çıkmış, halen lüks bir şekilde yollarında ilerlemektedir. ruhunuza dokunan naif tınısıyla, gerçek müzisyenlerin mesleğidir caz. kimileri bu hayatta değiller, kimileri ise halen eserler vermeye devam etmektedir.
insanların yaşam tarzları çok değişkendir. her kişilik, görünüm ve duruş bir tarzdır. müzikte ise yansıtılan, kendi kişiliğiniz ile birlikte yaşam tarzınızdır. bazen ruh hali denilen müessese devreye girer. o zaman ise bambaşka bir başkalaşım oluruz. evrensellik müzik ile başlayıp, daha doğrusu doğup, ilerledi. jazz ise; yaşam tarzı olarak benimsenir insanlar için. evet jazz müzik, herkes tarafından sevilemez, dinlenemez. bir nevi insanı anlatır. iç içe oldukça anlarsınız bu tarzı.
yaşarsınızda günlük yaşantınızda, yolda, sokakta, her yerde tınılar, melodiler vardır. ama jazz dinleyen birisi için, melodi her vakit yanıbaşındadır. onu yalnız bırakmaz.
Pazar günlerimin en güzel anı, jazz müziğinin bana verdiği mutlulukla güne merhaba demektir. Bill Evans'ın piyano sonatalarıyla, ornette coleman'ın, özgür çalış stili saksofonuyla dünyaları unutmaktır.
Sessizliğe adanan bir ömrün, kaydolan yaşam hikayesini anlatır kimi zaman jazz. evet hikaye böyle başlar. Derin bir duygu seli içinde kendinizi, ya bir piyano sesinde, ya bir trompet` tınısında, ya da saksafonun duygulu notalarında bulursunuz. Kimi zaman ise billur bir gitar sesinde, sorgulanmayacak kadar güzel bir güne başlarsınız.
işte jazz dediğimiz olgu budur.
klibi linkten izlenebilen süper saian allame ve leşker şarkısıdır
"saian otodidaktı didaktikti bir taktikti bitap düştü düşman üstünden geçen tam 50 tonluk bir tank" kelimelerinden nasıl kafiye yapılacağını gösterir ayrıca