Çözünürlük: 10.1 milyon efektif piksel, CMOS: 22.2 x 14.8 mm
Yeni EOS Entegre Temizlik Sistemi
JPEG ve RAW formatta maksimum çıkış çözünürlüğü: 3888x2592
Çekim hızı: 3 kare/sn, arka arkaya 27 JPEG, 10 RAW
9 netlik noktası
Yeni nesil DIGIC II işlemci
RGB ana renk filtresi
Lens odak uzunluğu çarpan katsayısı: 1.6x
Seçilebilir ASA hızı: 100-1600
11 uyarlanabilir özellik, 29 ayar
Histogram göstergesi
Aynı anda JPEG ve RAW kayıt imkanı
Compact Flash tip I veya II ve Microdrive hafıza kartlarıyla uyumlu
8 beyaz ayarı seçeneği
Renk matrisi: sRGB ve Adobe RGB
Enstantane hızı: 30sn-1/4000sn *
USB 2.0 Hi-speed bağlantısı
Tüm Canon EF ve EF-S serisi lenslerle uyumlu
Video çıkışı (NTSC/PAL)
Canon PIXMA ve CP yazıcılardan direkt baskı özelliği
Boyutlar ve ağırlık: 126.5 x 94.2 x65 mm, 510 gr *
özelliklerine sahip heleki EOS Entegre Temizlik Sistemi denilen sistemiyle kendine daha da bir aşık eden arandığı zaman white balance için gerekli greensheetlerinin googlede bulunabildiği iddia edilen * fotoğraf çekmeyi bilmeyen bir insanı bile zevkten uçurabileceği gözlemlenmiş mükkemmel fotoraf makinesine verilen isim. *
amator giri$ sinifi icin en uygun dlsrdir. bircok ki$inin dile getirdigi gibi kit lens olarak sunulan 18-55mm bir boka benzememekle birlikte bu lensin ikinci versiyonu olan ve image stabilizer eklenmi$ hali tercih edilebilir ki kendisinin fiyati da gayet uygundur. makinanin en buyuk dezavantajlarindan birisi ise kompakt yapisi. oyle ki elleriniz normal boyutlarda olsa bile makina avucunuzun icinde kaybolmakta hatta serce parmaginiz bo$lukta sallanmak zorunda kalmaktadir. bu durum tripotsuz cekimlerde makinayi kavrayamamanizdan dolayi netlik problemi yaratabilir (sarsintidan dolayi) fakat image stabilizer ozellikli lensiniz ile bu durumu bir parca duzenltme $ansiniz saklidir tabiki. kompakt yapisina ragmen almak isteyenlerin ise muhakkak battery grip kullanmasinda fayda var.
kelvin değerleri üzerinde seçim yapılamadığı için son anda almaktan vazgeçtiğim ve hatta "almıyorum ulan" diye bağırdığm canon modelidir.. ve hatta bayonet & objektif konusunda feci cimri olan canon'un alayından vazgeçmemi sağlamıştır bu tarz şeyler.
düşünülüp alınma aşamasına geçildiği zaman yanında bi o kadar daha fiyat ayrılıp bir BG-E3 batarya*(benim gibi kürek elli olanlara E4) bir tane 16-35'lik lens ile bir tane 70-200'lük lens alınması şart gibi gözüküyor. Bunlarla birlikte çekim yapması daha güzel ve daha rahat oluyor.
Hız, lens temizleme, ve fiyatına göre performansı çok iyi ama dediğim gibi bunlarıda yanında alırsanız cebi baya bir yakıyor.
350D den pek bir farkı yoktur.gece çekimlerinde yüksek iso kullanımında fazla noise oluşturmamaktadır.ama bu kolay bir dslr alınmak isteniyorsa en iyisidir.
bozuksa sahibine acayip ızdırab veren makinadır. nereden mi biliyorum. hikayemi kısaca anlatayım efendim:
ben seretanın spottan, ikinci el alınmış fotoğraf makinasıyım.
spottan alınmış bir canon 400d nin başına neler gelebileceğini bu dünyada kaç duyarlı vatandaş düşünmüştür, ben hikayemi anlattıktan sonra da kaç vicdan ''vah vah'' çekecek bilmiyorum doğrusu ama umuyorum ki bu hikayeden vizörden bakmasını bilen güzel gözler ders alacaklardır.
varoluşumun filmini geriye doğru sardığımda hatırladığım ilk şey doğu bank ta bir dükkanda şişe dibi gibi gözlükleri olan hafif mütevekkil, her halinden öğrenci olduğu belli bir çocuğun ''abi biraz daha indirim yapamaz mısın'' dediğini, dükkanın köşesindeki tripodu kadraja pekte iyi oturtamayarak bir deneme çekimi yaptığını anımsıyorum.
dükkanın çırağının ilk hafızama girişi de bu güne denk gelir. kaypak bir tipti, her tavrıyla bir kapalı çarşı çocuğu, yalancı düzenbaz boktan esprileriyle kafa ütüleyen dangalağın biri. o an düşündüğüm komik gelebilir ama japonların sırf bir canon 400d bu çoğun boktan esprileriyle kendini tüketmesin diye ses kaydı özelliğini bünyeme koymadıklarını düşünmüştüm.
bir gün vitrinde en yakın rakibim nikon 60d ile yanyana durmuş ilk gelen hangimizi seçecek diye varlığından kuşku duyulmayan, ancak resmen tutuşulmamış bir iddianın sıkıntısı içerisindeyken ''o adam'' geldi. beni seçti. pazarlığını yaptı ve bu güzel şehre ilk kez objektifimi çevirmemi sağladı. galata kulesi ile galata köprüsü, kız kulesi, cihangirden bir akşam manzarası, taksimde protesto gösterileri, yeni caminin önünde kuşlara elindeki elma şekerini ikram eden kırmızı bereli sevimli kız, aynı tatlı veledin şekerini düşürmesiyle ağlamaya başlaması salya sümük... ve daha bir çok güzel kare fotoğraf...
ama o mesut günler çok sürmedi. bu şehrin onca güzelliğine rağmen kirli ve rutubetli havasından mı yoksa varoluşumdan getirdiğim kaçınılmaz bulantıdan mı anlayamadığım bir sıkıntı hasıl oldu beynimde. ana kartımda bir ur peyda oldu. hem de daha birkaç ay bile olmamışken..
sahibim beni aldığı yere getirdi. yine o yavşak çırak, o bağırış o spot mallar. o nikon d60 hala orda, sanki bana bakıp sırıtıyor gibi geliyordu. ilk sahibim beni orda ucuza geri vererek başka bir makina alıp gitti. giderken yüzüme bile bakmadan, ''allah belasını versin böyle makinanın'' diyerek uzaklaştı. yine yapayalnız kalmıştım, gerçi içerlendiğim tek şey o kırmızı bereli sevimli kızı bir daha görememekten başka bir şey değildi ama yine de aşağılanmışlık duygusunu da sindiremiyordum bir türlü.
lavuk çırak beni temizledi ''abi bunu birine kaktırırız gider'' dedi ve beni eski yerime koydu yine.
henüz iki gün bile geçmemişti biri geldi. amatördü, iyi niyetli ama bilgisizdi. pazarlık etti çırağın blöfünü göremedi ve hiç yoktan bir sürü para bayılarak beni aldı. yüzüne ilk kez dikkatli baktığımda o kırmızı bereli küçük çocuğun mutluluğu adeta gelip yeni sahibimin yüzüne ilişiverdiğini gördüm. bir an buruk bir sevinç kapladı içimi. çünkü biliyordum ki aynı yüzde çok geçmeden aynı küçük kızın elma şekerini yere düşürdükten sonraki ifadesi gelip yerleşecek, belki de benden bile nefret etmesine sebep olacaktı. ah bu benim amansız hastalığım...
öyle de oldu...
ilk iki ay hava değişiminden olsa gerek çok mutluydum, kendimi enerjik hissediyordum ve çektiğim kareler istanbuldan oldukça farklı ama bir o kadar da güzeldi. eski, yer yer sıvası dökülmüş, çatısı akmış köy evleri, köy insanlarının yüzlerindeki kırışıklıklarda bir ömür yaşanmışlıkların alenen okunuşu, bitmeyen bitmesini bile istemediğim, sahil boyunca kıvrılıp giden yollar, 94 yıl önce yaşanmış o büyük savaşın geride bıraktıkları, istanbuldan daha güzel olduğunu düşündüğüm çanakkale boğazı, deniz fenerleri, kilitbahir kalesi, benim bile duygulanmama sebep olan siperler, şekline şemaline anlam veremesemde güzel olduğunu düşündüğüm şehitler anıtı ve hastalığımın yeniden başgöstermesine neden olan, toprağın altında olması gerekirken bir vitrinin rafına konulmuş camın arkasından görüp dehşete kapılmama neden olan kafatasları...
hikayemin sonrası, en çileli günlerimin başlaması ile devam ediyor efendim. 5 ay boyunca gözümü her açtığımda başka bir teknik serviste buldum kendimi. kimi oramı buramı mıncıkladı, kederime keder oldu, kimi anakartımdaki tümörü bulup o sıcak iğnesini tam üstüne bastırarak canımı bir kat daha yaktı. bu arada sürekli yeni sahibimi düşündüm durdum. önümüzdeki yaz için söz vermişti ege turu yapacak, önümüze ne gelirse kadraja alacak hatta deklanşöre basmasına gerek olmaksızın o işi de ben yapacaktım. yapamayacağım bir şey için söz verdiğimde bile hastalığıma vererek beni daha fazla üzmemek için bir şey dememişti. ah güzel günler...
şu an bu satırları erkayaların sirkecideki teknik servisinden yazıyorum. henüz usta gelmedi. Dostum Seretanda gelmedi henüz. Bu gün yarın gelecek ve beni ciddi bir kefaret ile çıkartacak bu hastahaneden...
dslr ye girişte, tercih edilebilecek en iyi modeldir, küçük gövdesi büyük lensler taktıgınızda, netlik sorunu çıkartabilir, ama onun dışında bariz bi porblemi yoktur, ayrıca 18.55 lenside bu işe yeni başlayanların kendi,ni geliştirmesinde epey faydalıdır.
kara meleğim. ilk göz ağrım. yıllarıdır beni yarı yolda bırakmamış, havada karada, tozda toprakda, çamurda, karda kışta tık demeden işin görmüş. birbirimizden çok şey öğrendik, çok sırlarımız var.* öyle başlangıç seviyesi falanda değil hani, bu kadarda iddaalıyım.
lowealpin çantasını içindeyken yaklaşık 150 metrelik bir uçurumdan düşürdüğüm halde hala çalışmakta. tek sorunu bazen error99 diye bi hata veriyor. bu sorunun ne olduğunu anlayamadım. napsam bilemedim.
ilk göz ağrım, fotoğraf aşkım. kendisini zaman içinde 40d ve d90 ile aldatmışlıklarım oldu ama şu an yine kendisine dönüş yapmış durumdayım. 18-55 lensi ile birlikte eski dostumla yine yollara düşmeye başladık.
önümüzdeki pazartesi dubai'ye gidicem tabiki demirbaş olarak kendisi de yanımda olacak. belki oralardan kendisine güzel bir lens alıp onu mutlu edebilirim ama almasam da o böyle de mutlu zaten, ben de onunla mutluyum ki. belki güncel modellerin çok gerisinde, belki iso 800 de bile iyi şeyler çıkmıyor amaa istediği hava koşulunu yakalarsak da çatır çatır en güzel kareleri veriyor. canım benim.
küçük, hafif, taşıması kolay. çalınsa ya da kaybolsa veya başına bir şey gelse değerinden önce kendisine üzülürüm, zaten satıcam desem alıcı bile bulamam kendisine muhtemelen. hoş zaten artık kendisini bu devirden sonra kim çalmak istesin ki, o da var tabi.
ama bundan sonra kendisini aldatırsam ancak ve ancak muhtemelen iki koşul altında aldatırım ya d700 ya da 5d mark ii. başkasına yan gözle bile bakmam artık.
düşündükçe aklıma geliyor, kendisiyle az dağ tepe dolaşmadık, az kızın gönlünü çalmadık zamanında. mısırdaki piramitleri mi çekmedik, istanbul'un çamlıca tepesi'nden bir istanbul karesi mi almadık, yunanistan'ın en ücra köşelerinde mi dolaşmadık. en güzel anılarımızı birlikte paylaştık.