çocuğum ben
ilk kez buldum, gördüm gölgemi
ben nereye o oraya
alkışlıyorum alkışlıyor
gülüyorum gülüyor,
bir benden büyük oluyor bir küçük,
nereden geldi, bir daha gider mi ki?
gitti bile kapıyı açıverince ninem,
neden ağladığımı anlamıyor koskoca kadın...
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!
dizelerinin sahibidir. ağzından küfrü eksik etmeyen ve niye küfür ediyorsun diye sorulunca "Küfür işçi sınıfının ağzında bir çiçektir " diyerek işçilerin gönlünü fet eden yegane gönül dostudur.
birden işitilmez olsun ayak seslerim;
gölgem bir başka sokağa sapıversin;
unutayım bir anda her şeyi,
nerde oturduğumu,
bir tuhaf adem olduğumu can adında.
aklım arayadursun başka kapılarda kısmetini,
ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
ilk defa görmüş gibi dünyayı,
bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
hatırlamam artık değil mi, dostlar,
hatırlamam artık garipliğimi?
üniversitelemizin birinde, konferans sırasında öğrencinin sorusu üzerine, verdiği efsane cevapla beni mest etmiştir.
-can bey kanınlar neden erkekler kadar iyi şiir yazamaz ? malum pek üNlü kadın şair yok da memlekette.
-ne bileyim ben olum. biz şiiri s.kimizle mi yazıyoruz?
bugünlerde herkes gitmek istiyor.
küçük bir sahil kasabasına,
bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
hayatından memnun olan yok.
kiminle konuşsam aynı şey...
herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
bir kendisi.
bu yeter zaten.
herşeyi, herkesi götürdün demektir.
keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
ama olmuyor.
hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
böyle gidiyoruz işte.
bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"otur" diyen kazanıyor.
o yan kalabalık zira...
iş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
güvende olma duygusu...
en kötüsü alışkanlık.
alışkanlığın verdiği rahatlık,
monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
kalıyoruz...
kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borçlara girmeler...
işi büyütmeler...
bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
misal ben...
kapıdaki rex'i bırakıp gidemiyorum.
değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum.
alıp götürsem gelmez ki...
bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
herkes onu, o herkesi seviyor.
hangi birimizle gitsin?
"sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
kendi imalatımız küfeler.
ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
ölüm var zira.
ölüme inat tutunmak lazım,
inadına kök salmak lazım.
bari ufak kaçışlar yapabilsek.
var tabii yapanlar, ama az.
sadece kaymak tabakası.
hepimiz kaçabilsek...
bütçe, zaman, keyif... denk olsa.
gün içinde mesela...
küçücük gitmeler yapabilsek.
ne mümkün.
sabah 9, akşam 18
sonra başka mecburiyetler
sıkışıp kaldık.
sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
bu kadar ağır olmamalı.
hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
ne saçma...
bahar mıdır bizi bu hale getiren?
galiba.
ben her bahar aşık olmam ama
her bahar gitmek isterim.
gittiğim olmadı hiç,
ama olsun... istemek de güzel.
Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.
Ama hata insana mahsustur dedim.
Affettim, af diledim.
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim.
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler.
Ama asıl unuttukları şuydu;
Ben aldanmadım..!
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için,
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.
Oysa ben hiç insan kaybetmedim.
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar..
aşağıdaki mal beyanı kendisine yakıştırılmış olan* bilge şair:
1- avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- gökyüzünde bi bulut
3- bitlis'te beş minare
4- biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- ıslıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- palandökende bir palan, iki döken
8- kastamonu'da üç kasto
9- üç fay hattı
10- bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- dünyada mekan
12- ahirette iman
13- denizde kum
14- uzayda yerçekimsizlik
15- bi çuval gazoz kapaği
16- bi kibrit kutusu sigara izmariti
17- on sekiz saç biti
18- biri ingilizce 6 adet küfür
19- yirmi tane boş naylon poşet
20- sevenlerin kalbinde kurulmus bir taht
21- bi sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
22- üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank
23- bi ayakkabı çekeceği
24- iki büyük taş kütlesi
25- bir adet ağaç gölgesi
26- üç kuş kanadı sesi
27- bi sürü kedi köpek
28- bi marmara denizi
29- camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
30- her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
31- çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
32- nakit 15 kuruş
33- anne babadan kalma, yarısı yaşanmış bi ömür..
öyle biridir ki; kiminin o kadar güzel, naif kelimeleri art arda koyup anlatamayacağı duyguları küfürlerle öyle bir güzel anlatır ki "küfür etmek bir sanattır" mottosuna can verir adeta bu yüce insan. mezarına içki dökmek istediğim kişi.
"Can Yucel (davasına) inanmıs adam, iyi sair fakat ben onun inandıklarının hepsine inanmıyorum. Beni burada tutan sey sınıfsız bir toplum arsusu mu, sanmıyorum" diyerek plagiarism yaptıran şairdir. şiirleri okunmalıdır.soyle demiştir bir şiirinde :
--spoiler--
Yıllar önce ODTÜ'de yaptığı bir konuşma...
Üç bin kişilik mimarlık amfisi tıklım... tıklım dolu, hatta onu dinlemek için ayakta kalan onlarca kişi var...
Can Yücel konuşmaya şöyle başlar:
- Biz hiç bi bok olamadık!
Salondakiler bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. derin bir sessizlik kaplar ortalığı...
Salona gelmeden önce 3 bira ve yarım votka içmesine rağmen muhteşem bir konuşma yapar. Hiç şüphesiz bol küfürlü bir konuşma...
Söyleşinin soru-cevap kısmında ön sıralarda oturan hanım hanımcık bir kız öğrenci parmak kaldırıp can yücel'e şöyle sorar:
- Can bey, bizler şiirlerinizi ve düşüncelerinizi çok beğeniyoruz,size büyük bir saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfüre ve argoya yer veriyorsunuz, küfürlü konuşmasanız olmaz mı?
Can yücel önce susar, sonra yavaşça doğrulur, o kocaman ellerini kürsünün üzerine koyup:
- Küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur... küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir!.. deyince salonda müthiş bir alkış kopar.
Sonra tamamen ayağa kalkıp şöyle bitirir konuşmasını:
- Arkadaşlar bugün de çok kafa siktim!!!
xxxx
Can Yücel, vakt-i zamanda bir yazısında adamın birisine 'göt' dediği için dava açılmış.
Mahkemede Can Yücel şunu anlatmış:
Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler.
koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere.
köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler.
köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder.
bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, 'biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey' felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler.
muhtar döner, ama arkasına: 'makattan verin dedi dohtor' der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine.
hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: 'çok kızacak dohtor çok!' diye.
sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişiler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
'çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi'
Yani işin aslı hakim bey 'bizim orada göte göt derler'
xxxx
Yine bir üniversitede öğrencinin biri sorar:
- neden okudugumuz butun sairler erkek? kadinlardan iyi sair cikmaz mi?
Can Baba cevap verir:
- biz siiri sikimizle mi yazıyoz, ne biliim ben..
xxxx
Bir gün tv kanallarıdan birinde canlı yayında konuk Duygu Asena şair Nazım Hikmet için 'o kartpostal şairidir' demiş.
Can baba telefonla programa bağlanmış selam bile vermeden
'Duygu hanım kart sizsiniz postal da size girsin'
demiş ve telefonu kapatmış...
xxxx
can yücel'e soruyorlar: "zeki müren'e niye paşa diyorlar?"
cevap:
- bu memlekete paşalara ibne denemediği için ibnelere paşa deniyor...
xxxx
Türkiye işçi Partisinin Komünist zamanlarında bir tüzük toplantısında herkesin komünizmi anlatmaya çalıştığı şöyle olsun , böyle olsun dediği bir toplantıda Can Baba ayağa kalkar ve bir efsaneyi daha patlatır.
'BEYLER BEYLER, Türkiyede komünist olmak tüzük değil, BÜZÜK ister...
xxxx
Bir sergide ortada dolanırken, alımlı bir kadın heyecanla yanına gelir:
- Can bey, tanıştığımıza ne kadar memnun oldum anlatamam. sizin en büyük hayranınızım.
Can Baba sırıtır:
- demek öyle, yatalım o halde?
kadın küskün bir ifadeyle bozuk atar:
- aşk olsun can bey!!
Can Baba cevaplar:
- aşk da olacak elbet..
xxxx
Can Babaya bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap olarak alır:
'Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum'
xxxx
Bir televizyon programın da genç bir öğrenci soracak soru bulamadığından herhalde şunu sorar
- hangi takımı tutuyosunuz?
can baba cevap verir,
- eşim ve ben genellikle benim takımlarımı tutuyoruz...
xxxx
can yücel'e sorarlar:
- efendim nedir bizim memleketteki bu sağcılık solculuk davaları?
can baba:
- bu ülkede sabah kalktığında malafat eğer sağ tarafa kaymışsa sağcısındır, yok eğer sol taraftaysa solcu..
- peki sizinki ne tarafta ?
- ileride daima ileride
xxxx
"Seke seke geldik.. Sike sike gidiyoruz..." sözlerinin sahibi büyük şair Can baba, bir takım hayranları ve arkadaşlarıyla bir yerlerde içer, sohbet eder.
aynı grup, sabahın 5'i 6'sı gibi pek de kimsenin bulunmadığı kıbrıs şehitleri caddesinde yürürken, şair birden durur ve yere yatar.
Yanındakiler de hemen aynı şeyi yaparlar.
Şair, gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmaktadır.
Yanindakiler de sira sira yerde yatmakta, gökyüzüne bakmaktadirlar. Hayranlardan birisi dayanamayıp sorar:
- Baba, ne görüyorsun, bize de söyle...
Ondan ulvi ya da şairane bir söz bekleyen vatandaş, aldığı cevapla şok olur:
- Çok sarhoşum amına koyim.
--spoiler--
Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken.
gül açar, ister istemez açar
insan açar, inadına açar
doksandokuz güldür
doksandokuz insan
içlerinden bir danedir
istemezükleri seslendiren
o bir dane gül
o bir dane insan açar
hem ağlayan
hem gülen insan
insan gibi bir insan
gülistan
işte onu yaratacak
Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettiğiniz de yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız, "delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla" eskisi gibi olmayacaktır...
Ne yormak istedim seni,
Ne de yormak kendimi.
Çok çalıştım,
Gitmeye de kalmaya da
ikisi de aynı acı, ikisi de rezil.
Daha öncede gitmiştim,
Ama böyle kalarak değil.
bana bir varmış de,
bir varmış bir yokmuş deme.
içime dokunuyor..
ya da
Bir sincabı ceviz yiyor diye öldüremezsiniz.
Ne de lipsos balığını yosun sindirdi diye
Hiçbir yunus taklak attı diye suçlanamaz.
Ne de balinalar bir acaib fiskiyedir ummanlarda
anlayamazsın.
dizelerini yazıp, derin derin düşüncelere dalmama sebebiyet vermiş şairdir.
Öyle tesadüfler vardır ya: Bir otobüs durağında;
Poşetlerle beklerken, rastlaşırsınız aniden...
"Bu o..." diye içiniz titrer.
Bir zamanlar yüreğinizi yakan aşık; sarkmış göbeği,
Ağarmış saçlarıyla karşınızdadır...
iki elinde iki çocuk...
- Nasılsın?
- iyiyim... Ya sen?...
- Kızın amma da büyümüş... Benim de var 10 yaşında...
- Annen, baban?...
- Babamı kaybettik. Annem hasta...
- Mutlu musun?
- "Sessizlik..."
- Telefonumu vereyim, ararsın belki....
iki yanakta iki masum buse;
biri eski sevgiliye, diğeri onunla birlikte yitip giden maziye..."
- Kimdi o amca anne?...
" Yüreğinizde belli belirsiz bir iç çekme
ve aklınızda hınzır bir soru işareti :
"Acaba?.."
Aliye ile Ramazan'ın aşk hikayesinde buna benzer bir hüzün gizliydi.
Gerçi öyküleri, önce haklı olarak bir "tıp rezaleti" olarak yansıdı gazete
manşetine...
Ancak Ayşegül Aydogan'in dünkü haberi en az ilki kadar
hazindi :
Polis memuru Ramazan Bey, öğretmen Aliye Hanım'a
1954'te Karabük'te evlenme teklif etmiş.
Annesine bakmak zorunda
olduğundan kabul edememiş Aliye...
Bir baskasıyla evlenmis
Ramazan... Üç çocuğu olmuş, ancak Aliye'yi hep aklında, göğsünde saklamış.
Gün gelmiş, eşi göğüs kanserine yenik düşmüş.
Ailesi "3 çocukla bir başına baş edemezsin, "evlen" diye tutturmuş.
O da"Yıllar önce bir sevgilim vardı, evlenirsem onunla evlenirim" demiş.
17 yıl sonra gençliğinin Karabük'üne dönmüş ve Aliye'nin peşine düşmüş.
Öğretmenlik yaptiğı okulda bulmuş onu... Müdürün odasında beklemeye koyulmuş.
Aliye odaya girip de eski askını karşısında görünce şaşkınlıktan dışarı
kaçmış.
17 yıl önceki teklifi yinelemiş Ramazan:
"- Evet"
demiş bu kez Aliye öğretmen... 28 yıl evli kalmışlar.
ikinci baharı yaşamışlar.Malum,ikinci bahar, "son"bahardır.
Orada aşk,hayatla cilveleşmekten çok,
hayat denilen çileyi birlikte göğüslemektir.
71 yıllık yorgun kalbi teklemiş bir gün Aliye'nin...
Ramazan bir ambulansla hastaneye yetiştirmiş eşini...
Kabul etmemişler,paraları yok diye...
Sonra bir başkasına... yine ret...
Aliye Hanım ölümün eşiğinde duyuyormus Ramazan Bey'in çırpınışlarını;
"ALLAHım bunlar ne yapıyor? diye ürperiyormuş.
Ramazan Bey'se "ilk göz ağrım gidiyor" diye sızlanıyormuş için için...
"Ona bir şey olursa ben ne yaparım?.."
Sonunda Ramazan Bey'in yeğenlerinin parasıyla bir özel hastaneye yatırabilmişler.
Fotoğrafı vardı dünkü Milliyet'te...Aliye Hanım yatakta; Ramazan Bey başucunda...
sağ eli sımsıkı eşinin avucunda...
"ilk bahar"da çoğunlukla imkansızlıktır aşkı filizleyen, besleyen; "sonbahar"daysa fedakarlık...
Bütün Dünya dergisinde vardı; çocuklara "Aşk nedir" diye sormuşlar.
Söyle demiş afacanlardan biri: Annanem sırtından hasta olmuştu.
Eğilemediği için ayaklarına oje süremiyordu.
Dedem devamlı elleri titremesine rağmen annanemin ayaklarına oje sürüyordu.
Galiba yoruldum.Her şey kadar,herkeskadar,sen kadar.
Kendime kalbimi kanıtlamaktan.
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum.
Aslında hiç kimse sevmedi,
Bir ben sevdim seni...
Severmiş gibi değil,
Kana kana sevdim seni.
Tıka basa ...
sevdim...
Dolu dolu sevdim...
Aslında kimse sevmedi seni,
Sevmekten çekindi
Oysa ben;
Yana yana sevdim seni...
Bile bile sevdim...
Aklımdan zorun var gibi,
Aklıma silah dayanmışcasına,
Mecburmuş gibi,
Ve başka çarem yokmuşcasına,
Bir ben sevdim seni...
Aslında bir sen sevmedin beni,
Herkesi sevdiğin gibi...