seni yaşamadan ölmeyeceğim
aşka özgü zakkum bahçelerinde
gene acılara kalıyorum ben
deniz ölesiye yakın ayaklarıma
ey ülkemin pusatsız kahramanları
erzurum garında, banklar üstünde
sükut-u hayale uğrayan kalbim
geceyi kavrayan parmaklarımla
bu hasret, bu hicran zelzelesinde
beni kurtarmaya gücünüz yetmez
çünkü mutsuzluğun mekteplerinden
ıstırap dersleri alıyorum ben
gittikçe yaklaşan bir afet gibi
intihar yanılgısıyla
yolar beni esarete çekiyor
şehrayin şarkıları söylüyorum içimden
şarkılar ki, hep aynı nakaratla bitiyor
sen bir garip delisin
gözleri perdelisin
erzurum garında, banklar üstünde
susuzluktan ağlayan bir güvercin
içime vuruyor kanatlarını
nağmelerin ateşinde parlayan
kuşlar bölük bölük hayatıma giriyor
bütün çığlıkları kuşanmış ölüm
dudaklarında siyanür
oysa bilmiyor ki, bu yolculuktan
yollar tükense de, dönmeyeceğim
seni yaşamadan ölmeyeceğim
o çin harikası bakışlarını
o pekin gözlerini
gözlerin ki, gece donanmasıdır
yoksul ve yabancı mısralarımın
bedenimde çıban çıban ağrılar
ben bu ağrılardan zevk alıyorum
ejder tepesinde bunalıyorum
bir yanda kum frıtınası
diğer yanda esrarengiz
karakalem çalışması bir deniz
rüzgarla, yağmurla ve yıldızlarla
başlamak üzere son ayinimiz
erzurum garında gece yarısı
bankların üstünde şimşekler konar
bazen bir yıldırım gezinir saçlarımda
bazen bir melek saatler boyu
yakama ölümsüz çiçekler takar
erzurum garında gece yarısı
hıçkırıklar boğazıma tıkanır
nemrut ateşiyle sabaha kadar
içimde binlerce ibrahim yanar
koltuğumda efsaneler kitabı
kafdağından nergis devşiriyorum
başını dayamış omuzlarıma
o eski, o yaşlı zümrüdüanka
ben bir çin şarhoşu samanyolunda
denizi tartışan bakışlarını
geçmişime asla gömmeyeceğim
seni yaşamadan ölmeyeceğim
perdeler kalkıp da sabah olunca
aldırma aras’ın öyle bulanık
öyle mahsun aktığına
palandöken yine sisli, aldırma
ben hem sise, hem çamura alıştım
senelerdir bu acıyla buluştum
mutluluk ne zaman çıksa karşıma
yalnızlık bir zindan, çöker başıma.
saramadım sessiz gidişinin ağır yaralarını
varamadım aşkından öteye tükettim tüm yolları
anlamadın ki sevdamı harcadım da onca yılları
kaybettim ruhumu istemiyorum sana uyanan uykuları...
acın büyüdü içimde günbegün ve büyüdüm acınla dönmediğin hergün
kalbe zulüm bu sen değil hayalin gördüğüm...
vazgeçmedim seni sevmekten
ama vazgeçtim bu şehirden
ve vazgeçtim sana dair tüm düşlerimden
unutmanın imkansızlığına yanarak,
i̇çim kan ağlayarak gidiyorum...
i̇stanbul en güzeli değil artık şehirlerin
sensiz bu şehri,sensiz bu dünyayı sevmiyorum
yalnız yürüyorum seninle geçtiğim sokakları kalbimde bir kor
oysa bu hayat yolunu seninle bitirmekti tek dileğim
bilemezsin can bildiğim kabullenmek ne zor
alabildiğince uzaklara gitmek istiyorum
gidebildiğim en uzak yere
seninle geçtiğim sokakların olmadığı
sana benzeyen yüzlerin olamdığı bir yere
sığmıyorum dört duvar aralarına,sığmıyorum sokalara
şimdilerde beni boğar oldu bu şehir
sanki enkaz heryeri
senden kalan yıkıntılarımla gidiyorum...
sen bana uzak,vuslat sevdama uzak,yolların bana tuzak
sevdasını yüreğime sığdıramadığım yar söyle,
şimdi kime dokunur ellerin,kimi yakar akla zarar gözlerin
ve ben nasıl dindiririm tarifsiz acımı?
hala kulağımda sesin,aynalarda yüzün,
i̇çimde bitmeyen bir hüzün var
açlığım,susayışım sanadır yar
yokmu seni unutturacak bir diyar?
sen gibi değil kimse ve ben sevmedim kimseyi sen gibi
sevdasına ömrümü adadığım yar söyle
niye yüz çevirdin el gibi
aşkının hükmü ömrün sonuna kadar
seni sensiz yaşadım ama buraya kadar
gelmeyecekse vuslat nedendir bu vazgeçilmezlğin?
beni sana mecbur kılan nedir,
nedendir bu eşssizliğin?
hiç bir slogan uçurtma bayramlarına destek vermiyorsa,
çocuk olmak da yok artık" dedi adam.
yaşı yalanlarını bağışlatacak kadar genç,
oturduğu yerden güç bela kalkacak kadar ihtiyardı.
bilmiyordu hangi şark daha yalnız,
bilmiyordu hangi hicret daha sakıncasız.
mevsim gitmeyi öneriyordu.
baktığı her ufkun öte yanına hasret bir ömür vardı elinde ve çaldığı her kapıyı bir el açardı.
senatoryumlara kapanası bir kalıştı bu sanki.
hayatta kalmak için değerli bir organını bağışlamak zorunda olan zedenin kulağına çarpan 11 pontluk topuk sesi aslında doktorunun değil de duvarda asılı olan zaman makinesine aitti.
neşter, tene tavsiyelerde bulunacaktı; kalemini kırmadan önce - " bu son olsun ..."
doktor tavsiyede bulunacaktı- " günde 24 öğün, aç kalple, sanal yoldan alacaksın bu uyarıcıyı."
kesilen organ küçük bir tavsiye mektubu yazacaktı;
- sevgili bedenim; sen bu satırları okurken ben çoktan eksik yanlarından biri olmuş olacağım. birde iyi tarafından bakmalısın bu gerçeğe zira elinde olanların sen fark etmesen de ne kadar değerli olduğunu öğrendin bu gün. umarım sinirlerini bozmuyordur polyanna...
elveda.
gölgeler uzadığında anlardı vaktin telafi etmek için çok geç, uyumak içinse erken olduğunu.
i̇kindiyi nerde görse tanırdı.
işık mutlaka bu vakitlerde kırılırdı kalbinde.
i̇çindeki bütün flular bir adım öne çıkar, yazık olurdu tüm pastellere. belki de bu yüzden hiç renk vermezdi, ölümü merakları yüzünden tadacak olanlara.
gölgeler hareketsiz kaldığında anlardı
kendisinden başka kimsenin tek bir adım bile atmadığını.
kıpırtıyı nerde görse tanırdı.
rüzgar muhakkak bu vakitlerde ruuzigar olur
dağıtırdı bütün adresleri yanlış mektuplara.
belkide bu yüzden hiç bir postacı çalmadı kapısını.
göz güzü görmediğinde anlardı, gölge kalmadığını.
samanyolunu nerde görse tanırdı.
çünkü sadece yıldızlar anlardı, parıl - parıl parıldarken ve tüm gözler üzerindeyken kaymanın ne demek olduğunu ışık hızında bir yok olmaya
çünkü sadece kaymış bir yıldız bilirdi, herhangi bir gölgeyi bile kıskanmayı;yok olanların arasında
ve ancak bir aptalın gölgesi inanırdı,
bir yıldıza ait olduğuna.
hiç bir vücut ısısı değiştirmiyorsa mevsim normallerini sevmekte yok artık hiç kimsetyi dedi adam.
zaten bunun için hassas bir kalpten çok daha fazlasına ihtiyacı olduğunu görecek kadar bilge,
tansiyonu 16ya yükselmeden bir kalbi olduğunun farkına varamayacak kadar kurutulmuştu kitap aralarında.
mevsim sevmeyi öneriyordu.
ziyadesiyle çekilmiş hasretliklerin söylediğine bakılırsa ışıkları erkenden söndürmeliydi akşam olduğunda.
uyku iltica etmek için en ideal ülke olsa da bir yerlerde mutlaka yakalanıp yaka paça sınır dışı ediliyordu gece yarılarına.
uyanıyordu adam,
beyninde tefrikalar
'acının dili yoktur. dedi adam.
ne kadar içtense, o kadar anlaşılır olur.
cdyi değiştirmedi hiç.
yüzünü gözünü çizene kadar dönsün istiyordu bu şarkı:
naci en alamo
şarkıların içinde hayat olduğuna inanıyordu;
kim daha iyi yaşarsa, o daha iyi yaşatıyordu.
tıpkı bu soprano gibi.
sayfalar dolusu kalabalık cümlelerle anlatmak kolay iş! diye düşündü.
zor olan, her şeyi iki harfle özetlemekti: a ve h. .
bir ah! tan daha uzun ne olabilirdi?
zor olan bir ah! ı tercüme etmekti.
geceyi üzerine bir sabahlık gibi giyindi adam.
kâtibi sirkatten olunca insanın ne an kalıyordu çalınmadık ne yarın ve ne de yar in akla zarar silueti.
sabahı üzerine bir gecelik gibi giyerdi adam.
firkati bir telaş gibi olunca insanın, sırra kadem basıyordu dikkati. 'akıl sahibi olmaktan daha zor ne olabilir?
tabi ki 'ah!' ların muhasebesini yapmaktır akıldaki.
küçük bir çocukken
yani günler karnaval gibi geçerken,
bir dilim kek bir çuval altından ağırken,
içi dışarıdan görülebilirken insanın,
dışarıda uçurtmalar,
dışarıda harikalar,
dışarıda zaman yokken,
akşam güneş battığında değil anne eve çağırdığında başlarken, bayılırken silgi kokusuna,
ay'ın adı aydede iken,
yar yokken henüz yaralar varken,
yas yokken henüz yastık kokusu lavanta,
zor bilmez,
son bilmez,
tokat felekten değil babadan gelirken,
bütün masalların kahramanları,
bütün kahramanların kahırları
ve tüm zamanların en akıl almazları alırken aklını;
'zarar yok' dedi adam
herkes kadar iyiyim, herkes kadar kötü !
arkasına baktı ve 'kalan yok!' dedi adam.
'herkesten daha fazla buradayım!'!
'kimsenin olmadığı yerde olmanın en kötü tarafı zamanın geçmemesidir,
zamanın geçmemesinin en iyi tarafı insanın kendisini sonsuz hissetmesidir,
insanın kendisini sonsuz hissetmesinin en kötü tarafı kendisini beğenmesidir,
insanın kendisini beğenmesinin en kötü tarafı;
insanın kendisini beğenmesidir' dedi adam.
sorulan tüm sorular,
verilen tüm yanıtlar, ardışık birer sayı gibiydi sanki
ama bir den başka bir şey yoktu karşısında, bir saat vardı ortalık yerde bir de dakika,
bir gün vardı uyandığını sandığı
bir de gece uyumaya çalıştığında.
'bazı yaralar; yardandır' dedi adam
'bazıları sıradan'
potansiyel olarak bir aşka hazırdı .
'ah! birde ziyan olmak olmasaydı ipin ucunda,
ipin ucunu kaçırmak olmasaydı mesela
yada durup dururken boyun olmak bir ipin ucunda.
kaçırmak mesela bildiği her şeyi zihinsel olarak,
zihne ihtiyaç duymamak mesela....
bir kulak duyacak kadar,
bir burun her bünyede koklamaya yarar,
bir boğaz haramla helali ayıracak ,
görmek mesela güzeli çirkinle karıştırmayacak kadar,
tatmak mesela tadını kaçırmadan
ve hissedecek bir kalp lazım' dedi adam;
çarptığında 'bu yar, şu yaramaz' diyecek kadar.
sarı kart gösterdi sonbahar.
hakikat yağmurdan başkası değilken artık,
hangi cadde kalır ıslanmadık.
yürüdü;
yanında sularla birlikte akan gölgesi
ve elinde hiç açmadığı şemsiyesi.
yürüdü,
ayaklarının altında dumansız bir ateş gibi yatan neonlar
ve bilincinin altında yürürlükteydi yüzünü kızartanlar.
yürüdü kulaklarında hükümlü bir sağanak gibi;
tak
taak
taaak adımlar.
yürüdü,
nereye kadar bu aşağıya doğru tırmanışlar?
bir soytarı vardı aklında;
dehşet manzaralı, buz gibi soğuk, donma tehlikesi geçirilen bir gecede kralıyla beraber ormanın en çıkmaz yerinde kaybolan
ve onu durmadan sorgulayan bir soytarı:
-söyle bakalım kralım senin üzerindeki elmasların, altınların, bulunmaz ipekten kumaşların mı daha değerli şimdi, yoksa benim koyun kürkünden kaftanım mı!
soytarılar vardı aklında
ve mutlu görünmelerini sağlayan maskeleri.
unutmadı hiç yüzlerinde gülümseyen bir çocuk taşımaya çalışanları. gözünden çıkarttı elbette ama aklından hiç çıkartmadı palyaçoların gözyaşlarını.
gülümsemeyi bu yüzden hiç ihmal etmedi
birde soytarılık etmeyi,
özellikle protokollere.
kendi penceresine mavi misketler atıp uyandırmaya çalışırdı kendini;
gülümsemeyi ihmal etmedi hiç
bir iç savaş yaşarken ömrü.
belki de kırılması gereken kalbi değil pencereleriydi.
ömrü gayr-ı resmi bir geçit töreniydi.
eğlendirdi binlercesini,
uğurladı binlercesini
ama hiç bir otogarda iki kişi değildi.
gülümsemeyi ihmal etmedi adam
birde uyandırmaya çalışmayı kendini.
durdu sonra,
neonlar durdu,
gölgesi durdu
ama hakikat durmadı.
tüm itirazlarına rağmen sarı kartını göstermişti sonbahar.
durdu,
arkasına döndü ve gülümsemeyi ihmal etmedi adam,
Hüzünlü bir kış günü başladı yolculuğum
Çocukluğum yıkık kentlerde
Ve asma kaya bahçeli ahşap evlerde geçti
Okuma yazmayı öğrendiğim
Gazetelerdeki terör sayfaları
Ve haliç tersanelerinde korsanlar
Evden çıkarken vedalaşırdı
Babalar ve evlatlar
Her sokağın başında
Anaların isyanı dururdu
Ve günler kısa geceler uzun olurdu
Bir kurşun bir liraya
Ve bir hayat bir kurşuna malolur
Benim doğduğum yerlerde insanlar
Can evinden vurulurdu
Sen sarayburnunun dimdik delikanlısı
Yavuz zırhlısında deniz piyade eri
Yetmişikiye dört çakı gibi asker
Arkadaşının kaza kurşunu izini sırtında taşıyan
Ve bıraktığı sevgiliyi döndüğünde bulamayan
Yakar mı bizi bu sevda
Bir aşk bir delikanlıyı bozar mı
Hadi kalk eski günlerde olduğu gibi
Karanlığa yine ışık yak
Arka bahçelerdeki mahalle kavgalarında
Kaşına sapan taşı geldiğinden beri
Hani kanına kanımı sürdüğüm
O günden beri
Can dostum ve kan dostum
ister kalbine gömdüğün sevdanın aşkına
ister Allah’ın aşkına kalk
Bir ışık yak, bir kor düşür yüreğimize
Savaşmak ne güzel bir şey uğrunda
Ve yeniden yeniden aşık olmak
Unutmadık o günleri
Sevdamız yüreğimizde gizli kalır
Ve mahallenin aşık olmak ayıp sayılırdı
Bir kıza aşık olmak
Bir de parkayı çıkarmak haramdı
Ve dünya dedikleri şey yalandı
Paranın geçmediği günler vardı gençliğimizde
Ve namerdin yıkamadığı mertliğimiz
Silah çekmek ve tespih sallamak değildi delikanlılık
Tespihi çekmek ve silahı saklamaktı
Yazık gün geldi nasıl da azaldık
Sonra üç kuruşa satılan arkadaşlıklar ve aşklar
Artık bizim işimiz değildi
Ah sarayburunun dik ve yetik delikanlısı
Ne geçmişten yükselen ağıtlar anlıyor seni
Ne de geleceğe satılan aşklar
Gidiyorsun belki
Sana kal diyemem giderken
Sevmek kadar ölmek de kader
Ama giderken bile ışığın yol göstersin
Kayıp gemilere
Gözlerin gökyüzünü aydınlığa bürüsün
Ve sen ölsen bile bir gün
Namın yürüsün
eğer,yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
ikincisinde daha çok hata yapardım.
kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
temizlik sorun bile olmazdı asla.
daha çok riske girerdim.
seyahat ederdim daha fazla.
daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
görmediğim bir çok yere giderdim.
dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım .
yeniden başlayabilseydim eğer,
yalnız mutlu anlarım olurdu.
farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
anlar,sadece anlar.siz de anı yaşayın.
hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan,
gitmeyen insanlardandım ben.
yeniden başlayabilseydim eğer ,
hiçbir şey taşımazdım.
eğer yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
bilinmeyen yollar keşfeder,
güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım,
bir şansım olsaydı eğer.
ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ölüyorum..
odunları bile hizaya getirebilecek bir şiir. kendimden biliyorum.
uyusamayiz sevgilim, yollarimiz ayri;
sen cigercinin kedisi ben sokak kedisi.
senin yiyecegin kalaylikapta
benimki aslan agzinda.
sen ask ruyasi gorursun ben kemik.
ama seninki de kolay degil, kardesim;
kolay degil hani,
boyle kuyruk sallamak tanrinin gunu.
orhan veli kanik
Bazen acı dinmez,
bazen de yağmur..
sevgilim üzülme,
her şey unutulur..
suskunuz bu aksam üstü,
...hasrete yanmışız, neylersin..
ve
birazdan kudurur deniz..
birazdan dalgaların sırtından,
üst üste fışkıran rüzgarlar,
bir intikam gibi saldırınca üstüne;
yüzüne şarkılar çarpar,
yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın..
sen artık buralarda duramazsın..yusuf hayaloğlu
En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.
Sevdiğim ikinci kadınsın sen
ilkini sevmeye mecburdum
Çok iyiliği oldu bana
Ve hayatımda hiçbir mecburiyeti onun kadar sevmedim
Sevdiğim ikinci kadınsın sen
ilkinin yerini alman mümkün değil
O öğretti bana sevmeyi
O öğretmese sevemezdim seni bile
inan o tuttuğu için ellerimd...en
Yürümeyi öğrendim, koşabildim sana
Onun gözlerine benzediği için gözlerin
Alamadım gözlerimi senden
Sana aşığım, seni seviyorum
Sevdiğim ikinci kadınsın sen
Hayatım boyunca omuzumda taşıyorum onu
Ve sen her sabahımdasın
Kıskanma
Alfabede bile senin adının baş harfi ondan sonra gelir
Kalbim şimdi senin
Onun kadar sev beni kafi
O doğurdu, sen öldürme
Ceyhun Yılmaz
Türkiye'de istanbul ne ise,
istanbul'da gece ne ise,
gecede yürümek ne ise,
yürürken düşünmek ne ise,
seni unutmamacasına düşünmek ne ise,
unutmamanın anlamı ne ise,
seni sevmek ne ise,
saklayayım, yok söyleyeyim derken
birden aşka düşmek ne ise,
her neyse.
bana yar olmayan devri devranin izzet-i ikramini s***yim
yansin bu ibneler su veren itfaiyenin hortumunu s***yim
ben deli miyim, mecnun gibi bir *m icin collere duseyim
verirse verir, vermezse leylayi da s***yim
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
llgıt ılgıt buram buram
Netmiş, neylemiş, nolmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun
Milyon Kere Ayten(Ümit Yaşar Oğuzcan)
Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip
Sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum
Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten'e beş var
Ya da Ayten'i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li iki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten'i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
iki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun.
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
insanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
inan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri.
beni hoyrat bir makasla
ah eski bir fotoğraftan oydular
orda kaldı yanağımın yarısı
kendini boşlukla tamamlar
ah omuzumda bir kesik el ki
hala hala durmadan kanar
En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür...