heykeltıraş rodin'in öğrencisiyken ve 17 yaşındayken ilişki yaşamaya başladığı genç heykeltıraş. iddialara göre rodin bazı eserlerini bu kadına yaptırmış, hatta rodin'den daha yetenekliymiş. Rodin tarafından sömürüldüğünü anlayınca da kafayı yemiş, çok da güzelmiş aslında, vah vah..
"Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.
Duygusuz yavan insanlar.
Bu benim ruhum en kutsal varlığım...
Bunlar çalışma saatleri. Ruhumun yandığı saatler.
Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..
Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..
Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum..."
Rodin’i 1883’de tanıdı. 19 yaşındaydı, çok yetenekliydi, aydındı, bilgiliydi, güzeldi ve “Usta”ya hayrandı. Rodin’in sevgilisi ve asistanı oldu. Yıllarca onun için çalıştı. 1888’e dek birlikte yaşadılar. Fırtınalarla dolu yıllar, Rodin’in en verimli , Camile Claudel’in Rodin'den kaynaklanan, sonu akıl hastenesine varan en acılı yılları oldu.
en az rodin kadar 'sanatçı' olan ancak koskoca bir ironi sonucu çoğumuz tarafından adı yalnızca auguste rodin mevzubahis olduğunda anılan lacivert gözlü güzel kadın. annesi bir türlü 'normal' bir kız çocuğu gibi davranmayıp gece gündüz çamurlara bulanan (bkz: heykel yapmak)camille'i adeta yok sayarken, bu merakına onunla uzun paris gezintileri yapan babası destek vermiş ve bağlantıları aracılığıyla tanınmış heykeltraş rodin ile tanışmasına dahi vesile olmuştur. Ayrıca kardeşi paul claudel de önemli bir şairdir.
camille'in atölyesi ve eserleri paris varenne'deki rodin müzesi'nde ziyarete açıktır.
Hayatini okurken acaba sizofreni hastasi miydi diye merak edip arastirdigimda sasirarak pubmed de makalesini buldugum unlu heykeltiras. Makale gunumuzde olsaydi paranoid sizofreni olarak teshis konulacagini acikliyor. 30 yil boyunca akil hastanesinde kalan camille rodini suclamaktan asla vazgecmemis. Bu nedenle rodinin eserlerini caldigi yolundaki soylentilere inanamiyor insan. Ama rodin bunu dusunmus ki kendi eserlerini sergiledigi muzenin en alt katini camille e ayirmis ve ona olan borcunu bir nebze odemis bir de tasa basini gomen aci heykeliyle.
auguste rodin ile sanat, kıskançlık ve aşk arasında geçen yaşamı, son derece hüzünlü ve çıkmazlarla dolu bir şekilde 30 Ekim 1943'de bir akıl hastanesinde sona ermiş heykeltıraş.
"Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi... Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye, yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar...
Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar...
Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor, kafasında bir tek düşünce vardı zaten kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam, bunu engellemek için de yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım... Her bakımdan başarıya ulaştı işte!
Bu esaretten çok sıkılıyorum... Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?"
ahmet altan kendisini kaleme almış. camille claudel'ı tekrar okumak büyük keyif.
Birbirlerini seviyorlar, istiyorlar ama o güçlü heykeltıraş elleriyle birbirlerine yeni biçimler vermeye uğraşıyorlardı.
ikisi de yeniden biçimlenmeyecek kadar katı bir malzemeden yapılmıştı, dağılmayı, parçalanmayı göze alıyorlar ama değişmeye yanaşmıyorlardı.
ilişkileri sürdü.
Acıları da.
Diz çökmüş çırılçıplak bir kadın...Yüzünü bir taşa dayamış.Saçlarını, ensesinin çukurunu, aşağıya doğru bir kavisle inen sırtını, gergin belini ve topuklarına doğru yaslanmış kalçalarını görüyoruz.
Bu siyah mermerden heykelin sadece sırtına bakarak, yüzünü taşlara dayamış kadının acısını hissediyoruz.
Zaten heykelin adı da "acı".
Çağımızın Mikelanjelo'su denilen Rodin'in yaptığı bu minik heykelin karşısında durup "acıyı" taşa böyle nasıl işlediğine hayretle bakarken, yanımdaki arkadaşım müzenin sessizliğine uydurduğu sesiyle fısıldayarak konuştu.
Hayat onu sürekli hırpalamış, o da hayatı ve hayatla birlikte gelen kadınları hırpalamıştı.
Daha genç bir delikanlıyken Güzel Sanatlar Akademisi bütün başvurularını reddetmişti.
insanlık tarihinin en büyük heykeltıraşlarından biri hiçbir zaman istediği okula gidememişti.
Gençlik yıllarında yaptığı heykelleri büyük sergi salonlarına kabul etmemişlerdi.
O dönemdeki heykellerinin bedenleri ve yüzleri öylesine gerçeğe benzemişti ki, bir heykeltıraş için en büyük aşağılamayla karşılaşmış, bunları "modellerinin kalıplarını çıkartarak" yapmakla suçlanmıştı.
Bu suçlamayı hiç unutmamıştı.
Kendisine heykel ısmarlayanların çoğu daha sonra çeşitli nedenlerle vazgeçmişlerdi.
Kırklı yaşlarına kadar para kazanabilmek için başka heykeltıraşların yanında çalışmış, kendi tarzını bulmakta zorlanmıştı.
Ancak bir italya seyahatinde ne yapması gerektiğine karar vermiş ve klasik heykeli yeniden yaratmıştı.
Altmışlı yaşlarına yaklaşırken, artık şöhret kapısını güçlü bir biçimde çaldığında bile yaptığı Balzac heykeliyle bütün Paris alay etmişti.
Eleştirilmekle, alay edilmekle, reddedilmekle geçmişti hayatının önemli bir kısmı.
Yılmamıştı.
Yonttuğu mermere benzeyen sert ve dayanıklı bir yapısı vardı.
Kadınlara karşı ise epey insafsızdı.
Genç yaşlarında Rose Beuret ile tanışmış, ondan bir çocuk sahibi olmuştu ama Beuret ile evlenmemişti.
Her zaman hayatında birkaç kadın bulunmuştu.
Onları seviyor, onlarla oluyor ama çok fazla yanına yaklaştırmıyordu.
Paris'in entelektüel sosyetesini uzun yıllar konuşturan, kitaplara, filmlere konu olan, kadınlarla erkekler arasında hala tartışılan en dramatik aşkını ise kendisinden yirmi dört yaş küçük bir heykeltıraşla, Camille Claudel'le yaşamıştı.
Rodin, bir arkadaşının yerine bir grup genç hanıma heykel dersi vermeye kabul ettiğinde karşılaşmışlardı.
Camille daha 18 yaşındaydı.
"insanların yüzüne baktığınızda onların ruhlarını görürsünüz" diyen ve karşılaştığı yüzlere bizimkinden daha değişik gözlerle bakan Rodin, Camille'in yüzüne daha ilk görüşte vurulmuştu.
Biçimli kaşları, etli dudakları, uzunca Grek burnu ve bir sırrı saklar gibi bakan siyah gözleriyle Camille, daha sonra Rodin'in birçok heykelinin de modeli olmuştu.
Ve, uzun sürecek sarsıcı bir aşk başlamıştı.
Rodin, genç heykeltraşı asistanı olarak yanına almıştı, aynı stüdyoda yan yana heykellerini yapıyorlardı.
Rodin'in en ünlü heykellerinden biri olan "öpüşmenin" bu aşktan doğduğu söyleniyordu.
Ama aralarındaki sorunlar büyüktü.
Rodin, yıllardır birlikte yaşadığı Rose'dan ayrılmaya yanaşmıyor, ortalarda fazla dolaşıyor, kadınlara kur yapmaktan çekinmiyordu.
Sonunda Camille, "Senin tarzından fazla etkileniyorum, kendi tarzımı yaratmakta zorlanıyorum" diyerek ingiltere'ye arkadaşlarının yanına kaçtı.
Bir kadının yaşayabileceği en acıtıcı ikilemlerden birini yaşıyor, hayatı boyunca birlikte olmak istediği erkekten kaçmaya uğraşıyordu.
Rodin, Camille'in peşinden ingiltere'ye gitti.
Hem bu yetenekli ve güzel kadından ayrılmak istemiyor hem de kendi hayatını yaşamak istiyordu.
Camille yazılı bir anlaşma yapmaları gerektiğini söyledi.
Oturup iki işadamı gibi ciddi ciddi bir anlaşma yazdılar.
Rodin, Camille'den başka hiç kimseye heykel dersi vermeyecek, başka kadınlarla görüşmeyecek, Rose'dan ayrılacak ve Şili'ye yapılacak uzun bir seyahatten sonra da evleneceklerdi.
Buna karşılık, Camille evlenene kadar Rodin'in kendisini ayda dört kez görmesine izin verecekti.
Aslıda ikisi de kıvranıyordu.
Ayrılmak istemiyorlardı.
Kendileri olmaktan vazgeçmek de istemiyorlardı.
Hem karşılarındakini hem de kendilerini seviyorlar ve bu iki sevgi içlerinde vahşice çatışarak canlarını yakıyordu.
Anlaşma yürümedi.
Aklın uzlaşmacılığı duygularda yoktu.
Birbirlerini seviyorlar, istiyorlar ama o güçlü heykeltıraş elleriyle birbirlerine yeni biçimler vermeye uğraşıyorlardı.
ikisi de yeniden biçimlenmeyecek kadar katı bir malzemeden yapılmıştı, dağılmayı, parçalanmayı göze alıyorlar ama değişmeye yanaşmıyorlardı.
ilişkileri sürdü.
Acıları da.
Camille'in eserleri arada sırada önemli sergi salonlarında sergileniyor, övgüler alıyordu.
Ama genç kadın Rodin'i affetmiyordu.
istediği o büyük ve parlak başarıyı elde edememesinde de Rodin'in rolü olduğuna inanmaya başlamıştı.
Depresyonlara giriyor, bazen öfkeden yaptığı heykelleri kırıyordu.
Kendine bakmıyordu.
Rodin, gizliden gizliye onu korumaya çalışıyor, para gönderiyor ama genç kadının öfkesini dindiremiyordu.
Camille Rodin'e, onu eski sevgilisi Rose'un kuklası halinde gösteren karikatürler çizerek gönderiyordu.
Sonunda koptular.
Ne gariptir ki, bu büyük aşktan Rodin sanat tarihinin en erişilmez başarılarına doğru yürüdü, Camille ise bir akıl hastanesine doğru.
Bir gün Camille'in şair olan kardeşi, ablasını ziyarete geldi, yaşadığı evi, yığılmış çöpleri gördü, sürekli bir şeyler sayıklayan Camille'i bir hastaneye yatırdı.
Ölene kadar orada kaldı.
Rodin'in kendi heykellerini çaldığını söyledi.
Camille'in aslında Rodin'den daha yetenekli bir heykeltıraş olduğunu söyleyenler de çıktı.
Bu iki insanın hikayesi defalarca ve değişik biçimlerde anlatıldı.
Camille, Rodin'e rastlamasaydı nasıl bir hayat yaşardı?
Camille'e hiç rastlamamış bir Rodin'in heykelleri nasıl olurdu?
Rodin, defalarca genç sevgilisinin yüzünün heykelini yapmıştı.
Daha sonra yaptığı kadın heykellerinin çoğunun ise yüzü gözükmüyordu.
Yüzleri saklı kadınlar.
Yüzleri görünmeyen kadınlar.
Yüzlerinin nasıl olduğunu sadece Rodin'in bildiği kadınlar.
Altmışını geçtiğinde artık bütün dünyanın kabul ettiği bir şöhrete erişmişti.
Yeryüzü sanatında öylesine etkileyici bir gücü vardı ki daha sonraları Alman edebiyatının en büyük şairlerinden biri olacak olan Rilke, onun hayatını yazabilmek için Paris'e gelip bir yıl bu hırslı heykeltıraşın sekreterliğini üstlendi.
Krallar ziyaretine geldi.
Fransız devleti ona, daha sonra müze olacak bir ev verdi.
Rodin heykeller yapmaya ve kadınlarla maceralar yaşamaya devam etti.
Klasik heykeli yeniden keşfetti.
Dev eller yaptı, birbirine değen eller.
Düşünen bir adam yaptı.
Küçük bir kadın heykeli yaptı.
Yüzünü taşa gömmüş bir kadın heykeli.
Ensesinde, omuzlarında, sırtının kavisinde acıyı taşıyan bir kadının heykeli.
"Acı" koydu heykelin adını.
Yetmiş yedi yaşındayken yıllarca hep aldatmasına rağmen hiçbir zaman ayrılmadığı ve kendince hep sadık kaldığı Rose Beuret ile karlı bir ocak gününde evlendi.
Rose, bir ay sonra, hep sevdiği, hep sonunda kendine döneceğine emin olarak beklediği, daha onu kimsenin tanımadığı yıllarda bile onun büyük bir heykeltıraş olacağına inandığı adamın karısı olarak öldü.
Rose'suz bir dünyada Rodin sadece on ay kalabildi.
Kasım ayında da o öldü.
Camille ise onun ölümünden sonra yaklaşık otuz yıl daha bir akıl hastanesinde hayatını sürdürdü, heykel yapmasına doktorlar izin vermedi, ailesi hastaneden taburcu edilmesini istemedi.
kadınların sanat eğitimi almasının yasak olduğu dönemin Fransa'sında çocukluğundan itibaren çamurdan heykeller yaptı, atölyelerde eğitimler aldı ve ünlü heykeltıraş Rodin'le tanışmasıyla hayatı tamamen tepetaklak oldu. Evli olan Rodin Camille'i özel öğrencisi olarak aldı ve ilham perisi olarak niteledi. Camille ile birlikte olmasının ardından işleri enteresan bir şekilde 'değişen' ve sanatı 'gelişen' Rodin, Camille'in toplumdan dışlanmasına ve annesi tarafından bile reddedilmesine neden oldu. Rodin'den ayrıldıktan sonra müthiş yeteneğiyle kendisini ispatlamaya çalışsa da sanat çevreleri tarafından her daim hor görüldü. Yaşadığı tüm sıkıntılar onu akıl hastanesine sürükledi ve tam 33 yıl kaldıktan sonra yalnız başına öldü. Rodin'in Camille ile birlikteyken çıkardığı eserler ise hala tartışmalıdır.
"Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.
Duygusuz yavan insanlar.
Bu benim ruhum en kutsal varlığım...
Bunlar çalışma saatleri. Ruhumun yandığı saatler.
Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..
Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..
Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum..."
bu dizeleri kanıyla yazmış hayatı gerçekten yaşamış bir insandır:..